“Deniz için Elif’i yazar mısın?”

26 Ağustos 2018

16 Eylül 2012. Bostan- cı’dan Heybeliada’ya giden bir motor. İçinde 42 yaşında hayatını kaybetmiş genç bir kadının tabutu. Elif Daldeniz Baysan. Oğlu Deniz henüz yedi yaşında. Evde bir yakınlarıyla olmalı. İnsan o yaşta annesinin cenazesine gider mi? Tabutun başında kocası Serhat Baysan. Dört de arkadaşı. İçlerinden biri Ayşe Sarısayın. Serhat Baysan, Ayşe Sarısayın’a dönüp sorar: “Elif’i yazar mısın?” Şaşırır Sarısayın. Her ne kadar Behçet Necatigil’in kızı olarak edebiyat dünyasının içine doğmuş, son 15 yıldır birbirinden güzel ve özel kitaplara imza atmışsa da, bir arkadaşını yazma fikri, daha cenazesi bile kalkmamışken... “Nasıl?” der ‘duyulur duyulmaz bir sesle’ Serhat Baysan’a... Yol arkadaşını, oğlunun annesini kaybetmiş, acıya kesmiş baba şöyle yanıtlar yazar arkadaşını: “Deniz çok küçük, annesini hatırlamayacak büyüdüğünde. Deniz için Elif’i yazar mısın?”

Hiç düşünmeden evet der Ayşe Sarısayın. Deniz için Elif’i yazacaktır. Deniz’e yazacaktır. Ve böylelikle başlar geçtiğimiz hafta Can Yayınları’ndan çıkan “Denize Yazıldı”nın hikâyesi.

Kitap, biyografiden anıya uzanan, zaman zaman Tanrı yazarın sözü aldığı, tanıklıklar, e-postalar, mesajlar da içeren, tüm bunların

Yazının Devamı

Youtube’daki kasetçi dükkânı

19 Ağustos 2018

Otuz sene önce... Sosyal medya yok, Youtube, Spotify ve tabii internet de... Bir albümün çıkacağını gazetelerden duyuyoruz sadece. “Yakında çıkacak” deniyor mesela... Ama ne kadar yakında belli değil. O yüzden yeni Sezen Aksu albümlerinin çıkıp çıkmadığını öğrenmek için ‘kasetçi’ dükkânlarını su yolu yapmışlığım çoktur. Dükkândan içeri girerken kalbimin küt küt çarpışları... “Henüz gelmedi” sözüyle kasetçinin, hayal kırıklığı içinde ayaklarımı sürüye sürüye eve dönüşlerim, yahut kaset çıkmışsa, alıp, bir kuşun kanadında...

Temmuzdan bu yana benzer bir heyecan yaşıyorum. Sezen Aksu’nun Youtube kanalında yayınlamaya başladığı ‘Demo’ albümü sayesinde. Aksu, bugüne dek hiç yapılmamış bir çalışmaya imza attı. Başka sanatçılara verdiği şarkılarının kendisi tarafından seslendirilmiş demolarını Youtube’da paylaşmaya başladı 3 Temmuz’da. Ortalama haftada birlik periyotlarda. Demonun “Bir şarkının ilk çalınmış ve söylenmiş, olgunlaşmamış ham hali” olduğunu yazdı Instagram hesabında. “Süsleme yok. Olduğu gibi, geldiği gibi” dedi şarkıların bu versiyonları için. İşte o günden beri, her sabah Yotube’a girip bakıyorum, yeni şarkı yüklenmiş mi diye...

İlk ‘Begonvil’ ile başladı Sezen Aksu, ‘Demo’

Yazının Devamı

Hasretin başını bekleyen kitap

12 Ağustos 2018

‘Hasretinden Prangalar Eskittim’... İçindeki toplam 19 şiirle her türlü hasretimizin başını bekleyen, Ahmed Arif’in efsanevi kitabı, 2018 Kasım’ında 50 yaşına girecek. Bu vesileyle ‘sırrını surlarına fısıldayan şehrin’ incelikli yazarı Şeyhmus Diken, ‘Ahmed Arif/Abisi Olmak Halkının’ adlı bir kitap çıkardı geçtiğimiz hafta, İletişim Yayınları’ndan. Diken kitabını şöyle tanımlıyor: “Şiiriyle birlikte her anısı, her sözü, kelamı adeta aforizma halini almış usta şairin bilinenlerinin yanında kimi dostlarının dağarcığında kalmış, belki de unutulayazmış anılarının bir kez daha dile getirilişi. Bu bir biyografi değil de satırlarında Ahmed Arif’in sesini duyacağımız bir anılar manzumesi”.

1927’de bir nisan günü Diyarbakır Suriçi’nde doğar Ahmed Arif. Ahmet olan adını şair kimliğinin oluşmasıyla birlikte Ahmed olarak değiştirir. Adını yanlış yazanlara çok kızar. Laf aramızda biz kültür sanat gazetecileri de Ahmet Arif yazanları, tıpkı Attila İlhan yerine Atilla İlhan yazanlar gibi, ayıplarız. Annesi Kürt, babası Türk’tür. “Soyumla değil, halkımla öğünebilirim. Halkımdan gayrısını övgüye layık görmem. Bir de sevgiliyi...” der. Halkı ayırmaz. Mıh gibi aklında tutar babasının nasihatini:

Yazının Devamı

‘İnsan evrende yüreği kadar yer kaplar’

5 Ağustos 2018

2015’in Şubat ayında ayrıldı aramızdan Yaşar Kemal. Cenazesinde binlerce okuru, eşi, dostu “Yaşar Kemal onurumuzdur” sözüyle Teşvikiye’den Osmanbey’e, Şişli’ye sel olup aktı. İstanbul’un tanık olduğu en büyük acılardan biriydi. Ki hâlâ tazedir Yaşar Kemal’le büyüyen nesiller için. Geçen hafta vizyona giren Aydın Orak’ın yönettiği ‘Yaşar Kemal Efsanesi’ adlı belgeselde bu özlem bir nebze hafifliyor. Hiç bilmediğimiz görüntüler, ses kayıtları, röportajlar, yakınlarıyla yapılan söyleşiler… Bazen onun espri yüklü koca kahkahasına karışıyor kahkahalar bazen de yaş basıyor insanın gözünü… Namuslu, yürekli, iyilikten mamul bir yazarın 92 yıllık yaşamı, edebiyatı, düşünceleri… Yad etmek, onu genç nesillere tanıtmak için önemli bir çalışma…

Çocukluğuyla başlıyor belgesel. Van’dan Çukurova’ya göçen ailesi. 1915’te Rus ordusunun mezalimi sırasında bir deri bir kemik kalmış, yaraları kurt kaynamış Yusuf’u yolda bulup evlat edinen babası. Sonra o çocuk tarafından bıçaklanarak öldürülüşü camide, 4.5 yaşındaki Yaşar Kemal’in gözleri önünde. Eniştesinin bir kurban kesimi sırasında elinden kayan bıçakla kör oluşu sağ gözünün. Yazıyı, köye gelen çerçinin alacak defterinde görmesi ilk. Sonra da

Yazının Devamı

Salatalık turşusu ve aşk

29 Temmuz 2018

Yaşar Kemal’in ‘Demirciler Çarşısı Cinayeti’ adlı romanı 1973’te Cem Yayınevi’nden yayımlanır. Roman çıktıktan sonra, hayli kızmış bir halde yayınevine gelir Yaşar Kemal. “Romanda büyük yanlış var” diyerek... Romanın son cümlesi “O güzel adamlar, o güzel atlara binip gittiler”, yazar tarafından birkaç kez tekrarlanmıştır orijinal metnin sonunda. Ne var ki, yayımlanan kitapta, bu cümlelerin teki bırakılmış, diğerleri atılmıştır. Düzeltileri yapan Refik Durbaş bir anlam veremez söz konusu kısaltmaya, zira kendisi atmamıştır. Matbaanın sorumlusu Topal Erdoğan Usta aranır. Ve durum anlaşılır. 16 sayfalık formalar halinde basılan kitapta son cümleyle forma tamamlanır. Yaşar Kemal’in yazdığı gibi birkaç kez tekrarlanacak olursa, iki cümle için en azından yarım forma, sekiz sayfa kâğıt harcamak gerekecektir. Erdoğan Usta’nın gönlü bu israfa (!) el vermez, atıverir son iki “O güzel adamlar, o güzel atlara binip gittiler” cümlesini. Kendisini de şöyle savunur: “Yaşar Abi, anladık yahu, o güzel adamlar, o güzel atlara bindiler, gittiler. Tamam da bunu sekiz on kere söylemenin ne anlamı var”. Şimdi ne desin? Koca kahkahasıyla güler Yaşar Bey.

Bu anekdot, Refik Durbaş’ın geçtiğimiz hafta Doğan

Yazının Devamı

Benzemez kimse sana…

22 Temmuz 2018

Bu hafta 16 Temmuz’da 100 yaşına girdi Müzeyyen Senar. Şarkılar onu söyledi, huysuzluğu tartışılır o tatlı kadını. Kadın gibi kadını… Özlemi dilimizde hüzzam bir Şerif İçli şarkısı oldu seslendirdiklerinden: “Sensiz geçecek günleri ahımla eritsem”. Hep birlikte Fehmi Tokay’ın bayati makamından bestesi “Benzemez kimse sana” diye seslendik Müzeyyen Hanım’a… Bakışından süzülen işveyle bize gülümsedi taa oralardan…

Bursa’da ipekböceği kozaları içinde tam 100 yıl önce doğar Müzeyyen Hanım. Henüz üç yaşındadır ilk şarkılarını mırıldanmaya başladığında. Altı yaşında şarkı söylediği bir düğün sonrasının sabahında kekeme olarak uyanır. Ama şarkı söyleyene kadardır bu kekemelik. Şarkıya başladığında su gibi ve kesintisiz akar dupduru güzel sesi. Annesi kendisini sürekli aldatan babasını terk edip İstanbul’a kızkardeşine gidince, babaannesi büyütür Senar’ı. Beyaz gömlekli kadınların arasına karışıp tütün dizer oyalanmak için. Şarkılar söyleyerek. Onlara özenip, sandıkta bulduğu patiskadan kendisine biçtiği gömlek meğerse babaannesinin kefen bezidir. Anne hasretiyle bir başına İstanbul’a kaçtığında 12 yaşındadır. Kimselere benzemeyeceği, cesur, hep kendi ayakları üstünde duracak, korkusuz

Yazının Devamı

Bir insanı yaşarken kaybetmek

8 Temmuz 2018

Sevgisinden, şefkatinden sual olunmayan, çocukluğumun en büyük kahramanıydı Sultan Hanım... Babaannem. En iyi arkadaşımdı aynı zamanda. Birlikte dut toplardık ağaçlardan. Çimenlere uzanıp yerdik. Üç ayda bir maaşını çekmeye giderdik Ziraat Bankası’na. Dönüşte Kör İhsan’a uğrar, oyuncak alırdık her defasında. Harçlığın mı bitti koş babaanneye... Annen mi kızdı, saklan babaannenin arkasına... Baban izin mi vermedi arkadaşına gitmene, koyuver araya babaanneni... Sonra o güzel masalları, geceleri anlattığı, dinlemeye doyamadığım...

On iki on üç yaşlarımdayken başlangıçta yaşlılığa bağladığımız unutmaları giderek arttı. Aynı soruları defalarca tekrarlamalar. Nerede olduğunu anlamamalar. Evden çıkıp kaybolmalar. Bir gece iniltisine uyandım. Vazgeçmediği yaylı divanın altında buldum onu. Yerler kan içinde... Artık ne arıyorduysa, takılmış eli yaylara, kesilmiş derinden. O günden sonra yavaş yavaş kaybettim onu. O pırıl pırıl hafızası griye döndü. Kademeli olarak her şeyi unuttu. Giyinmeyi, yemeyi, babamı... Bir gün beni de unuttu. Ben ölümü ilk o gün fark ettim.

Bir insanı yaşarken kaybetmenin acısı, ağırlığı, yalnızlığı... Alzheimer... Sonraları çok okudum bu konuda. Dr. Alzheimer’ın

Yazının Devamı

‘İnsan kendini bir kitapçıda asla yalnız hissetmez’

1 Temmuz 2018

Çocukken ettiğim dualardan biri Konfüçyüs’ün meşhur duasıydı: “Tanrım bana kitaplarla dolu bir ev, çiçeklerle dolu bir bahçe ver”. Duam kabul oldu. Uzun yıllardır kitaplarla dolu bir evde yaşıyorum. Kitaplarla dolu her yeri sevdim ben. Ama en çok da kitapçıları. Çocukluğumun butik kitapçıları bir başkaydı. Bugünkü gibi aradığınız kitabı bilgisayara girip, rafını tespit etmek gibi yöntemler yoktu tabii. Kitapçının zihnindeydi kayıtlar, onca rafın arasından birkaç saniyede buluverirdi aradığınızı. Onunla sohbet etmek de ayrı bir keyifti. Seyyar kitapçılara da bayılırdım. Açık havada kitap kokusu... Teşvikiye Camii’nin önünde upuzun bir tezgah vardı lise yıllarımda. Harçlıklarımdan biriktirdiklerimle haftada bir iki kitap aldığım. Başında da Nejat İşler dururdu. Civardaki liselerin kızları sırf onu görmek için mutlaka uğrarlardı bu tezgaha. Yakışıklılığıyla birçok genç kızı kitap sever yapmıştır İşler… Şahidim.

Sonra zincir kitapçılar dönemi başladı. Daha çok kitabı bir arada bulabildiğimiz. Onları da sevdim. Velhasıl hayatım boyunca içinde en çok mutlu olduğum, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım yerlerin başında hep kitapçılar geldi. Her defasında yüzlerce dostla birlikteymiş hissi

Yazının Devamı