Kordelya’nın siyah incisi

25 Şubat 2018

Bu hafta İzmir Karşıyaka, eski adıyla Kordelya, gerdanındaki nadir bulunan mücevherini, siyah incisini toprağına kattı. Türkiye’nin önde gelen psikiyatr yazarlarından Prof. Dr. Engin Geçtan, büyülü dansını bitirip hayatın sahnesinden indi.

1940’lı yılların başları… 8-10 yaşlarında bir çocuk, ileride Karşıyaka’nın gerdanına takılacak en değerli mücevherlerden biri… Anne babasıyla vapur iskelesinin bekleme salonunda. Yine o kadın. Her zamanki gibi orada. Kumral kahküllü. Güzelce. Yeşil donuk gözleri var, kimseninkiyle buluşmayan. Adı Lütfiye. Eskiden öğretmenmiş. Avazı çıktığı kadar bağırarak, anlaşılmaz şeyler söylüyor. İnsanlar ona yokmuş gibi davranıyor. Kimi bakıp bakıp gülüyor, bazısı da ‘deli’ deyip burun kıvırıyor. Çocuk onu saygıyla izliyor. Farklılığı ilgisini çekiyor. Yargılamıyor, etiketlemiyor. Sadece onun görünür yanının arkasındaki dünyayı anlamaya çalışıyor. Yarım asırdan fazla, insanların iç dünyası üzerine çalışacağı bir mesleği olacağından, Türkiye’nin en kıymetli psikiyatri profesörlerinden biri olarak adının tarihe geçeceğinden habersiz. Çocuğun adı Engin Geçtan.

Lütfiye Hanım’ın elleri

12 Ocak 1932’de Karşıyaka’da doğuyor. Orta hâlli, aydın bir ailenin çocuğu.

Yazının Devamı

‘Cingo’ ve çocuk kitapları

18 Şubat 2018

Bugünün anne baba- larının en büyük sorunlarından biri de çocuklarına uygun kitabı seçmek. Benimsedikleri eğitim sistemine, düşünce yapısına uygun kitaplar olsun istiyorlar. Bir arkadaşım, 5 yaşındaki kızına kitap okurken şöyle bir cümleyle karşılaşmış: “Kızlar bu kadar çok yemek yememeli. Sonra obez olursun, erkekler seni beğenmez”. O noktadan sonra hikâyenin kalanını kendisi uydurup, kitabı tamamlamış.

Büyük bir sektör çocuk kitapları... Her hafta onlarca kitap yayımlanıyor. Alanın usta yazarlarının kitapları bir yana, yenilerde de başarılı olanlar yok değil. Ama verdiğim örnekteki gibi yanlış mesajlar içeren kitaplar anne babalar için büyük sıkıntı. Kaldı ki günümüzün tablet kuşağı çocuklarını kuru öykülerle kitaba ısındırmak neredeyse imkânsız. Bu yüzden, kitapçıya gittiklerinde anne babalar, önden kendileri okuyor kitabı, alıp almayacağına ona göre karar veriyor. Ya da tavsiye üzerinden ilerliyorlar.

Çocuk kitabı yazarları içinde bir isim bir süredir oldukça dikkat çekiyor. Şermin Yaşar. 1982 doğumlu. Türk dili ve edebiyatı mezunu. Yüksek lisansını da edebiyat üzerine yapmış. Oyuncu Anne adlı sosyal medya hesapları anne babalar tarafından ilgiyle takip ediliyor. Bu hesaplarda

Yazının Devamı

Kolsuz Agop’tan hayat bilgisi dersi

18 Şubat 2018

Bu hafta sessiz sedasız ayrıldı aramızdan Prof. Dr. Agop Kotoğyan. Ders niteliğinde büyük bir hikaye yazdı hayatlarımıza. Alanının duayenlerindendi. “Efsanevi” sıfatının en fazla yakıştığı bir doktor… Zaman zaman üstesinden gelemediğimiz şeylerin isyanını üstlenen derimiz, onun dehasında, tek kolunun şefkatinde şifa buldu.

35-36 sene öncesi… Bugün gibi aklımda. On bir yaşlarında olmalıyım. Bir gün vücudumda küçük kızarıklıklar çıkmaya başladı. Kaşıdıkça büyüyen. Bu kızarıklıklar zamanla pul pul döküntüler halini aldı. Kimi iltihaplandı. Tüm bedenimi sardılar. Bir çocuk için epey ürkütücü ve acılı bir süreçti. Doktor doktor gezdik annem ve babamla birlikte. Sonuç alamadık. Bir akşam geldi babam “Kolsuz Agop’u aradım. Randevu bekleme listesine aldılar. Ona gideceğiz” dedi. Aradan haftalar geçti. Randevu verilmiyor bir türlü. Bu kez bir başka doktor buldu babam. “Kolsuz Agop’un hocasıymış. Ona gidiyoruz” dedi. Referansı öğrencisi olan bir cilt hastalıkları profesörü. Karanlık ürkütücü bir oda. Bir merhem verdi. Annem geceleri o simsiyah, katran gibi kokan merhemi tüm vücuduma sürüyor, beni incecik tülbentlerle sarıyor sonra pijamalarımı giydiriyordu. O kokuyla uyumak kabus gibiydi.

“Kol

Yazının Devamı

Minik Serçe ve Çınar

11 Şubat 2018

Minik Serçe, bir çınarın dallarına konarsa ne olur? Sorunun cevabı, bu hafta DMC Müzik’ten çıkan Muazzez Abacı’nın yeni albümü ‘Sezen’imin Şarkıları’nda saklı. Abacı, 10 Sezen Aksu şarkısını seslendiriyor albümde. Yeniden yapılmış düzenlemeleriyle Türk sanat müziği tadında bir albüm çıkmış ortaya. Kendimi bildim bileli yol arkadaşlığımı yapan o şarkılarla Abacı’nın muhteşem yorumunda hasret giderdim. Defalarca dinledim albümü. Sahiden de doyamadım.

İlk şarkı... Düet. “Perişanım şimdi. Mutlu oldun mu?” diye soran iki kadın. Sezen Aksu’nun sesinde ‘o kız’ı büyütmüş olmanın olgunluğunda dupduru bir itiraf tonu... Abacı, yetmiş yılda neler görmüş geçirmiş... Usul usul soruyor sorusunu ama “Bir daha olmaz bin defa tövbe” derken de çağlıyor. Karşısındaki dağ, taş olsa karşı koyamaz...

İkinci şarkı Sezen Aksu klasiklerinden ‘İkinci Bahar’. Kadınlık bilgisini hatmetmiş, şefkatin tüm iç bayan şekerinden soyunmuş, ikinci baharının en görkemli zamanlarından sesleniyor bu defa Abacı. ‘Gel benim yârim oluver şimdi’ diye dilerken, onu gözünden, dilinden sakınıp saklayacağını, ‘bugünkü’ aklıyla seveceğini söylerken kırmızı bir kadife seriyor sesi, aşkın yattığı ‘divan’a... Aşka Abacı psikanaliz

Yazının Devamı

Cepten düşen maskeler

4 Şubat 2018

Ahize büyük- lüğün- dekinden akıllısına, cep telefonları geçirdikleri evrimin sonunda sadece bir haberleşme aracı olmaktan çıktı. Boş zamanlarınızı nasıl geçirirsiniz sorusuna verilen ilk cevap onlar. Not defterimiz, fihristimiz... Oyuncak depomuz, sosyal medya aracımız, müzik kutumuz, fotoğraf albümümüz... Gizlimiz, saklımız... Bir nevi kimliğimiz. Peki, bu kimliği masanın üstüne bırakıp, bir arkadaş buluşmasında, gelen bütün SMS’leri, WhatsApp mesajlarını ve aramaları paylaşır mısınız? Onlar, üç karı koca, bir erkek; yedi eski arkadaş bunu yapıyor. Bu hafta vizyona giren Serra Yılmaz’ın yönettiği, başrollerini Belçim Bilgin, Buğra Gülsoy, Şebnem Bozoklu, Leyla Lydia Tuğutlu, Serkan Altunorak, Şükrü Özyıldız ve Çağlar Çorumlu’nun paylaştıkları ‘Cebimdeki Yabancı’da.

Dört başı mamur bir yemek sofrasında, kahkahalar, espriler patlarken, insan o masanın sıcaklığına, dostlukların yakınlığına imrenirken, oyun oynamaya karar veriyorlar. Bütün cep telefonları masaya bırakılıyor. Gelen aramalar hoparlöre alınıyor, mesajlar, bildirimler yüksek sesle okunuyor. Ve o en yakın arkadaşımız, sırdaşımız cep telefonu tehlikeli bir oyunun kötüyü oynayan aktörüne dönüşüyor bir anda. Cep telefonu

Yazının Devamı

‘Daha’ ne olsun?

28 Ocak 2018

Bazı erkek çocukları yaşamak için hiç anlaşamadıkları babalarının ölmelerini bekler. Fiziksel ölümden çok babanın karanlık imgesini öldürmekle ilgilidir bu beklenti. Bazısı başarır bunu ama bazısı o kadar güçlü değildir. O devasa karaltının içinde debelenirken acı çekerler uzun süre. Acı katlanılmaz hale geldiğinde de kötülük bilgisi gelişir. Canı yanan, bunu dönüştüremediğinde, can yakmak ister. 14 yaşındaki Gazâ gibi. Bir Ege kasabasında, Avrupa’ya kaçacak mültecileri, kâğıttan teknelerle ölüme açılmadan önce evinin yanındaki depoda mezalimin her türüne maruz bırakan babası Ahad’la yaşayan Gazâ... Büyük şehre gidip okumak istiyor ama babası karşı çıkıyor. Oğlunun da kendi işini yapmasına çoktan karar vermiş. Merhametsiz, zorba, kaba, hiçbir insani değere sahip olmayan bir babanın ağırlığı altında ezilip duruyor Gazâ. Koruyabildiği kadar koruyor masumiyetini. Depodaki mültecilere aklının ermeye başladığı günden itibaren kayıtsızlıktan şefkate uzanan karışık duygularla yaklaşıyor. Arapça konuşan, bildikleri tek Türkçe kelime ‘daha’ olan insanlar; daha su, daha hava, daha yemek...

Bir erkek çocuğun önündeki tek rol modeli, kötülükle beslenen, kötülüğün gücüne inanan bir babaysa...

Yazının Devamı

Zühal’in mektubu

21 Ocak 2018

Zühal... Annesinin ölümünün başını bekleyen genç bir kadın. Bir Ege sahil kasabasında... Elinde kalemi, bu bekleyişin aralarında kocasına mektup yazıyor. Aslında tam olarak o mektubu yazmak için yerleşiyor annesinin yanına. Öyle bildiğimiz mektuplardan değil bu. “Acımı çektim, mayalandırdım, şimdi sıra beyaz kâğıda saçarak aşındırmakta...” diyor. Kocasına ihanet etmiş bir kadın olarak hayatıyla hesaplaşıyor. Zor şey bu. Ve böyle durumlarda mektup iyi bir müsekkindir.

Mektupta kendisinden otuz yaş büyük kocası Selim’e vaktiyle onu çeken şeyin ‘kutsanmış bir bilgelik’ olduğunu söylüyor Zühal. Bu kadar değerli biriyle olmanın benliğine kattığını düşündüğü değer dışında bir anlam yükleyememiş kimliğine. Işığını yakamamış, ateşini tutuşturamamış. Tutkusunu yitirmiş bir ilişki, ‘dost’ bir adam... Koca bir hüzün. Mide bulantısı şeklinde tezahür eden. On yıllık evliliklerinde bütün yaptığı ‘yaşamadan’ o sürece tanıklık etmek, güvendiği erkeğin onu koruyan gölgesinin altında yürümek... Bunu fark edişi, bir çığlıkla yapıyor itirafını, bir gece, yatakta, kocasının orgazmdan zannettiği bir özgürlük çığlığıyla... Ki o çığlık, varoluşunu yapılandırmadan geçen onca senenin korkaklığından

Yazının Devamı

Seni seviyorum Mr. Yalom!

7 Ocak 2018

Bazen kalan ömrümü Irvin Yalom’un kitaplarını okuyarak geçirebileceğimi düşünürüm. Hayattaki üç önemli referansım; edebiyat, psikoloji ve felsefe... Üçü de var onun yazdıklarında. Ama kitapların şehveti malum... Okumanın tek eşli bir ilişki olması mümkün değil. Yine de her fırsatta kütüphanemden çıkarıp, altını çizdiğim satırlara göz atarak hasret giderir, bilgi tazelerim. Zira Yalom’un kitapları tekrar tekrar okudukça zenginleştirir okurunu.

Bu ruh halindeki biri için, 85 yaşındaki yazarının anıları yayımlanırsa ne olur? Benim ayaklarım yerden kesildi, bildiğiniz uçtum, geçen yılın son haftası Yalom’un “Bir Psikiyatristin Anıları”, Pegasus Yayınları’ndan çıkınca... 400 sayfayı, nefesimi tutarak, hayranlıkla, merakla, o çok özel kitabi iştahla okudum.

Bir kere, tüm kitaplarının ortaya çıkış ve yazılış öykülerini öğrenmek o kadar heyecan verici bir deneyim ki kelimelerle izahı zor. Bir insanın hikâyesini dinlediğinizde, ona bakışınız farklılaşır ya, bir kitabın hikâyesini bilmek de öyle. Kitaplarına olan sevgim, saygım bir kat daha arttı.

Sadece kitapları değil, Yalom’un kendi hikâyesi de büyüleyici. Psikiyatriyle, okuyarak ve yazarak geçmiş bir ömrün anıları... 85 yaşın

Yazının Devamı