Ali’nin adalet mücadelesi

4 Aralık 2016

Çocuklar için zordur yetişkinlerin dünyasını anlamak. Onların nahif bakışları, sert bir dünyada var olmaya çalışan büyüklerinin tavırlarını çözmeye yetmez. İki tarafın da hak hukuk kavramları, adalet anlayışları birbirine benzemez. Bu zıtlığın sinemadaki en yeni örneklerinden biri ‘Mavi Bisiklet’ bu hafta gösterime girdi. Ümit Köreken’in yönetip, senaryosunu Nursen Çetin Köreken’le birlikte kaleme aldığı film, bu yıl Antalya Film Festivali’nden üç ödülle döndü: En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Film.

Filmde, 13 yaşındaki Ali’nin (Selim Kaya) gözünden bakıyoruz yetişkin dünyaya. Ali annesi ve kız kardeşiyle birlikte yaşıyor. Babasını demiryolunda ölü buluyorlar. O günden sonra ailenin yükü annesi kadar Ali’nin de omuzlarında. Anne makine örgüsü kazak, atkı, bere yaparken, Ali de bir tamircide çırak olarak çalışıyor. En büyük hayali ise, kasabadaki bir dükkânın vitrininde gördüğü mavi bisiklete sahip olmak. Vitrinin önünde durup kimi günler, o bisiklete biner gibi, onu sürer gibi yapıyor. Ah o cam olmasa... Bu arada tamirhanede adam etmeye çalıştığı bir külüstür bisiklet var ama o gıcır gıcır mavi bisikletin yerini tutar mı? Aldığı bahşişleri biriktiriyor bir köşede. Belki bir

Yazının Devamı

Mutlu eden sergi

27 Kasım 2016

Bazı sergiler vardır, onları gezdikten sonra sadece estetik bir haz duygusu almakla, sorular sormakla, yeni pencereler açmakla kalmaz bir de fazladan mutlu olursunuz. Anlattığı hikâye, sizi mutlu eden kaynaklara dokunmuştur çünkü. İşte bu sergilerden biri de Kibele Sanat Galerisi’nde açıldı: ‘60 Yılın Sergisi’. Türkiye İş Bankası Yayınları’nın 60 yıllık hikâyesini anlatıyor. Mutluluğu kitaplarda bulan insanlar için büyük bir şölen bu sergi.

Aslında her şey, İş Bankası’nın Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinin 500. yıldönümü için hazırladığı bir hatıra kitabıyla başlıyor. Kitap çıkıyor ama dağıtımda sorun yaşanıyor. Böyle olunca kurulduğu günden itibaren kültür ve sanata katkılarını sürdüren banka kendi yayınevini kurmaya karar veriyor. Bankanın üst düzey yöneticilerinden Ahmet Dallı ve Ferit Basmacı, yayınevinin başına geçmesi için Hasan Ali Yücel’i davet ediyorlar. İş Kültür Yayınları’nın temeli 250 bin TL’lik bir sermayeyle atılıyor. İlk kitap da ‘Zabit ve Kumandan ile Hasbihal’, Mustafa Kemal’in kitabı. Sergideki bir vitrinde bu sürecin yazışmalarını, yayınevinin karar defterini, bilgi ve belgeleri, çoğu ilk kez ortaya çıkan fotoğraflarla birlikte görüyoruz. Bu dönemde

Yazının Devamı

Sözün sultanı

20 Kasım 2016

15 yaşımda annemle ettiğim kavgalardan birinde ona “Sezen Aksu’yu senden çok seviyorum” demiştim. Annem de beni cezalandırmak için biriktirdiğim ne kadar poster, fotoğraf, gazete haberi varsa Sezen Aksu’yla ilgili, sobada cayır cayır yakmıştı. İkimiz de göründüğümüz kadar acımasız değildik aslında. Birimiz mutsuz bir ergen, diğerimiz erken anne olmakla başa çıkmaya çalışan genç bir kadın... Yıllar sonra ayrı odalarda Sezen Aksu dinleyen...

Hayatı sökmeye, okuyup yazmaya çalışırken geçirdiğim bu kazaya, yıllar içinde niceleri eklendi. Yanlış yaptığım, haksızlığa uğradığım, terk ettiğim, her şeyi berbat ettiğim, terk edildiğim, aldatıldığım, kırılıp döküldüğüm, artık iflah olmam dediğim... Bütün o günlerde, sol yanımda o iki kadın vardı. Biri şefkatiyle, diğeri sesiyle, sözleriyle, müziğiyle... Artık sevgilerini birbirine karıştırmadığım.

Yıllar geçip giderken birer ikişer, Sezen Aksu’yla kurduğum ilişki, bir hayran-sanatçı ilişkisinden çıktı. O bilge bir kadındı benim için. Hiç görüşmesek de ‘en yakın’ olduğunu bildiğim arkadaşım. Hâlâ pembe pamuk şekere sevindiğim çocukluğum. Gençliğimin keder savarı. Aşktan anladığım. Altını çize çize okuduğum şiirim. Şairim.

Bundan 10 yıl önce,

Yazının Devamı

Feridun’la tokalaştınız mı?

13 Kasım 2016

Uzun süreli ilişkisi biteli, terk edileli 18 gün olmuş Ersan’ın. Hani insanın içine kurşun erir gibi olur ya, öyle hal-i pürmelali. Ne yerde ne gökte, o hiç çıkmak istemediği yatağında ateşten bir nevresim. Öyle çok yanıyor ki canı, sokakta hevesle devam eden hayata karışmak da zor geliyor. İyi ama bir şey yapmalı. En iyisi Erdek’e gitmek diye düşünüyor. Gidiyor da... Meydandaki çay bahçesinde otururken televizyondaki filme takılıyor gözü. Türkan Şoray ile Kadir İnanır’ın karşılıklı oynadıkları bir düğün sahnesine... O vakit karar veriyor, kalkıp bir düğüne katılacak. Ya geçmeyen sıkıntısıyla boğulmaya devam edecek ya da bir düğünde gürültülü, neşeli bir topluluğun içinde sıkıntısına konfetiler serpiştirecek. Derken bir otelin havuz başındaki düğünde buluyor kendini. Bar sandalyelerden birine oturup, ılık birasını yudumlayarak etrafı izliyor. Tam o sırada beyaz saçlı bir adam, sırtına dokunup, soran gözlerle “Feridun sen misin?” diyor. Değilim diyecek vakit olmuyor, zira adam 15 yıldır küs olduğu, görüşmediği kardeşinin oğlu Feridun sandığı Ersan’ı kolundan tuttuğu gibi diğer akrabalarla tanıştırıyor. Ersan bütün gece düğünde Feridun’u oynuyor, ona anılar uyduruyor, akrabalarıyla

Yazının Devamı

Kendine yalandan bir tarih yazmak

6 Kasım 2016

Henüz vizyon yüzü görmeden sinema dünyasının en çok konuşulan, tartışılan filmlerinden biri oldu Mehmet Can Mertoğlu’nun yönettiği ‘Albüm’. Zira 69. Cannes Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası bölümünde Yılın En Yenilikçi Yönetmeni ödülünü kazandı. Bununla da kalmadı, bu yılki Adana Film Festivali’nden de En İyi Senaryo ve En İyi Yönetmen dalında ödüllerle döndü. Bu hafta vizyona giren film, önümüzdeki günlerde de gündemi meşgul edeceğe benzer.

Kara komedi türündeki film, orta sınıf Türk ailesinde çocuk sahibi olmanın önemine odaklanıyor. Aile birliğinin çocuk olmadan sağlanamadığı illüzyonuna, toplumun bu konuda aileye yaptığı baskıya...

Filmde Bahar (Şebnem Bozoklu) ve Cüneyt (Murat Kılıç) adlı 10 yıllık evli bir çiftle karşılaşıyoruz. Bahar Antalya’da vergi dairesinde çalışıyor, Cüneyt bir lisede tarih öğretmeni. En büyük arzuları çocuk sahibi olmak ama olmamış işte. Sonunda evlat edinmeye karar veriyorlar. Ama bunu herkesle paylaşıp, bekleme sürecini bir şölene çevirmek yerine, büyük bir suç işliyorlarmışçasına derin bir sessizlik ve gizlilik içinde hayata geçiriyorlar.

Çocuk sıralarının gelmesini beklerken boş durmuyorlar. Kendilerine görsel bir hamilelik tarihi yazmaya

Yazının Devamı

“Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır”

30 Ekim 2016

Çocukluğumun en güzel zamanları babamın toprak saha maçlarını seyretmeye gittiğimiz akşamlardı. Ben ve kız kardeşlerim, tribünde boncuk gibi dizilir, orta sahada top koşturan Lefter lakaplı babam gol attıkça sevinçten havalara uçardık. Çok yakışıklıydı babam, simsiyah saçlar, yeşil hareli ela gözler, insana yaşama sevinci veren kocaman bir kahkaha... Onu hiç ağır aksak görmedim. Koşar gibi yürürdü, yerinde duramazdı.

1999 yılına kadar. O yıl geçirdiği beyin kanamasıyla sağ tarafına felç geldi. Doktorlar, fizik tedavi derken yarı yarıya iyileşti sağ yanı. Ama bir daha meşin yuvarlağa değmedi ayağı. Benim sol yanım hiç iyileşmedi.

Aradan yıllar geçti. Her geçen yılla birlikte biraz daha ağırlaştı hareketleri. Saçları ağardı, gözleri sarardı. Kanama konuşma loblarını da etkilediğinden kelimeleri bulmakta zorlanmaya başladı.

Yine yıllar geçti. Artık siyah bir bastonu vardı. Lefter bastonla yürür müydü ki?
Bugün 75’inde, yavaş hareket eden, yavaş konuşan, kaçınılmaz olarak her geçen gün biraz daha yaşlanan bir adam o. Benim babam. Hâlâ rüyalarımda golü 90’a attığı günlerdeki gibi gördüğüm. Hayatta en çok babasını sevmiş çocukların en büyük korkusudur, onu kaybetmek. Benim de ödüm

Yazının Devamı

Çiçek’in şarkısı

23 Ekim 2016

Dokunaklı bir yanı vardır öğretmen öğrenci aşkının. İmkânsız aşk sınıfının en talihsizleridir onlar. Genelde öğretmen terk eder sınıfı ilk, öğrencisini korumak için en çok. En çok da öğrencinin canı yanar. Ayrıca yaşadığı aşk mıdır, hayranlık mı, o da bilinmez ya. Genç kalbi başka türlü atmaya başlamıştır sadece, yüzü kızarır yüzüne baktığında. Onun dersine hiçbir derse çalışmadığı kadar çok çalışır.

Bu öğrencilerden biri de Çiçek. Ona bu hafta Umut Turagay’ın yönettiği, ‘İkimizin Yerine’de rastladım, Serenay Sarıkaya canlandırıyordu. Güzel, neşeli, cıvıl cıvıl bir genç kız karakteri yazmış senarist Pınar Bulut. Üniversiteye hazırlık kursuna gidiyor. Niyeti doktor olmak ya da annesinin (Zerrin Tekindor) niyeti diyelim... Annesi seviyor Çiçek’i ama sevgisinde bir huzursuzluk var. Gencecik kızcağızı, kendi gençliğinde giydiği elbiselerle donatıyor. Nitekim Çiçek’in 18. yaş doğum günü hediyesi de yine annenin gençliğinden kalma bir toka olarak takılıyor kızın sarı saçlarına.

Hayat bütün tekdüzeliğiyle devam ederken sınıfa yeni bir edebiyat öğretmeni giriyor. Yakışıklı, karizmatik, sisteme meydan okuyan türden, kendi müfredatını kendi oluşturan... Adı Doğan. Ona da Nejat İşler

Yazının Devamı

Neden ambulans çağırmadın?

16 Ekim 2016

Evinizde verdiğiniz bir partide son kalan konuk -ki kim olduğunu bilmiyorsunuz- fenalaşırsa, en yakın hastaneye mi koşarsınız, ambulans mı çağırırsınız? Biz bu soruyu 2011’de Defne Joy Foster’ın ölümü sırasında çok tartıştık. Şimdi de sinema eğiliyor konuya, Aslı Özge’nin bu hafta gösterime giren filmi “Ansızın”da, iyilik ve kötülük karşıtlığı üzerinden.

Film, Karsten’ın evindeki bir parti sahnesiyle açılıyor. Arkadaşlarından birinin arkadaşı olduğunu sandığı Anna, bütün davetliler gittiği halde evden ayrılmıyor. Karşılıklı içilen sigaralar, biraz sohbet derken yakınlaşıyorlar Karsten ve Anna. Ve kamera birdenbire karanlık sokakta koşan Karsten’a çevriliyor. Soluk soluğa vardığı kliniğin kapalı olduğunu görünce gerisin geri dönüyor ama çok geç. Anna ölmüş. Ambulans, polis, herkesi çağırmak zorunda kalıyor bu defa. Ayrıca öğreniyoruz ki Anna evli, beş yaşında da bir kızı var.

İlk sorgusunda o soru karşısına çıkıyor Karsten’ın: “Neden ambulans çağırmadınız?” Gerçekten üzgün hatta biraz ezik bir hali var: “Aklıma ilk gelen, kliniğe gitmek oldu. İki adımlık yer... İçkiliydim, neyi neden yaptığımı bilmiyorum.” Bundan sonrası için avukatı direktif veriyor: “Kimseyle konuşma,

Yazının Devamı