Daktilo sesleri

14 Haziran 2015

Başkadır daktilonun sesi... Mürekkepli şeride değdikçe harfler, heyecanlandırır yazıyla çiziyle ilgisi olanı. Tık’lardan mütevellit o çok özel müzik eşliğinde... Aziz Nesin’in ölümünün 100. yılı etkinlikleri çerçevesinde açılan ‘Ömrüne Sığmayan Adam: Aziz Nesin 1915 - 1995’ sergisi için Tophane’deki Tütün Deposu’nun merdivenlerini çıkarken daha, işitiliyor Nesin’in daktilosunun sesi. Romantikliğimden demiyorum bunu; sergi kapsamında bir ses düzeneği kurmuşlar, durmaksızın yazan bir daktilo sesi gelenleri karşılıyor.

İlk katta sağdaki bölme, Nesin’in çalışma odası şeklinde düzenlenmiş. Duvarda fotoğraflar, geniş masanın üstünde, sesini duyduğumuz daktilosu, şaryosuna beyaz kâğıt geçirilmiş, yarısına kadar yazılmış. Masa lambası aydınlatıyor masadaki gözlüğü, kâğıtları, saati, cüzdanı, kalemi...

Yedi ya da sekiz yaşlarında ilk oyununu, 12 yaşında bir ortaokul öğrencisiyken ilk romanını yazan, yarım asırdan çok daha uzun bir süre yazmaya hiç ara vermeyen büyük bir yazarın yazılı ve görsel arşivi, Işıl Önol’un yaptığı son derece başarılı küratöryal düzenlemeyle karşımızda. Sergide usta yazarı yakından tanıma fırsatı buluyoruz. Edebiyatını, mizahla ilişkisini, politik duruşunu, yaşadığı

Yazının Devamı

Kendi şeytanlarıyla mücadele edenler

7 Haziran 2015

20. yüzyılın başına gelen en iyi şeylerden biridir Irvin Yalom: Psikiyatr, yazar, bilge. 13 Haziran 1931 yılında Rus göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Washington’da dünyaya geldi. Sadece siyahların yaşadığı bir bölgede, küçük bir dükkânı vardı etraftaki tek beyazlar olan ailenin. Korku duygusuyla, kendini yabancı hissettiği bu mahallede tanıştı Yalom. Korkusunu alt edebilmek için de kitaplara sığındı. Maddi durumları iyi değildi. Haftada iki gün bisikletle gittiği kütüphanede okuyordu çok sevdiği yazarları: Tolstoy, Dostoyevski, Sartre, Camus, Kafka, Cervantes...

Edebiyat felsefe iç içe

Boston Üniversitesi’nde tıp eğitimi aldı. Uzmanlık alanı olarak psikiyatriyi seçti. O yıllarda 50 yıllık kariyeri boyunca yanından ayırmadığı felsefeye ağırlık verdi. 1963’te Stanford Üniversitesi’nde akademik kariyerine başladı. 1971’de ilk mesleki kitabını yazdı. Grup teorisi üzerine bilimsel bir yayındı ama hem profesyoneller hem de sıradan okur kitaptan çok etkilendiler. Buz gibi bir akademik üslupla değil, incelmiş edebiyat zevkinin de katkılarıyla kaleme alınmıştı. İçindeki hikâyeler çok dikkat çekiciydi. Bu ilgiyi takiben edebiyatın felsefeyle harmanlandığı romanları art arda geldi. Başyapıtı

Yazının Devamı

Matematik insanı mutlu eder

31 Mayıs 2015

Ünlü İngiliz matematikçisi G. H. Hardy, ‘Bir Matematikçinin Savunması’ adlı kitabında matematiği ‘yaratıcı bir sanat dalı’ olarak tarif eder ve şöyle der: “Matematik de müzik veya şiir gibi, estetik güzelliğe duyarlı bir kafa alışkanlığını geliştirip sürdürebilir, böylece de matematikçilerin, hatta diğer insanların mutluluğunu artırabilir”.

Bu durumda hayatımın en mutlu dönemlerinden birinin de üniversitede yüksek matematik eğitimi aldığım o dört yıl olması şaşırtıcı değil. Daha sonra müzikle, şiirle ve diğer sanat dallarıyla ilgili bambaşka (!) bir iş yaparken yaşadığım mutluluk da o dönemdekilerin aynısıdır. Velhasıl, Hardy çok haklıdır, matematik insanı mutlu eder.

Ne var ki hâlâ öğrencilerin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Öğrencilikten çıkmış, iş hayatına başlamış pek çok yetişkin için de bu böyle... Bunun altında yatanın matematiğe takılan ‘anlaşılmazlık’ yaftası olduğu sır değil. Bu yaftanın nedenleri başka bir yazının konusu. Sadece söyleyebileceğim, matematik için de “Tanısanız seversiniz” cümlesinin kurulabileceği... Matematik zevklidir. Matematik heyecan verir. Matematik eğlendirir. Matematik dinlendirir. Hardy’nin dediği gibi estetiktir, sanattır...

Bütün bu tezleri

Yazının Devamı

Bir çift koruyucu kanat

25 Mayıs 2015

Demirören Holding Yönetim Kurulu üyesi Meltem Demirören Oktay ve Yelda Demirören, açılışta çocuklara oyuncak hediye ettiler.

‘Çocuklukta babanın koruyucu kanatları altında olmaktan daha güçlü bir gereksinim düşünemiyorum’ der Freud. Dağ gibi arkamızda durur babamız, korur kollar, sahip çıkar. Büyük ihtiyaçtır bunlar. Bazen de o güçlü gereksinim hiçbir akrabalık bağımızın olmadığı bir başka babanın koruyucu kanatlarında giderilir. Misal, okuduğumuz okulu yaptıran bir hayırseverin...
Önceki gün Soma’daki Cenkyeri’nde açılan Erdoğan Demirören Maden Şehitleri İlkokulu’nda ve Tülin Demirören Maden Şehitleri Anaokulu’nda okuyan çocuklar, koridorlarında neşeyle koşup oynadıkları okullarında, onları yaptıran babanın koruyucu kanatlarının verdiği güveni hep hissedecek. İlkokul çağındakiler, düne kadar bulundukları çevredeki tek okulun kapasitesi yetmediğinden yaşadıkları yer olan Cenkyeri’nden çok uzağa taşınırken yaz kış, artık evlerinin yakınında bir okulda, Erdoğan Demirören Maden Şehitleri İlkokulu’nda okuyacaklar. Çocuklarını ‘uzaktaki’ okula gönderdikten sonra kalpleri korkuyla atan anneleri de derin bir nefes alacak. Hayatta olan, olmayan babaları sevinecek.
301

Yazının Devamı

Murathan Mungan ve yazı

24 Mayıs 2015

Murathan Mungan’ın yazıyla kurduğu ilişkiyi hep imrenerek takip ettim. Tutkulu, renkli, çeşitli, özenli... O ilişki içinde kimi sözlerini şiirlerle giydirdi, kimine öykünün kısa ama yoğun tadını kattı. Bazen roman oldular, bazen tiyatro oyunu; kimi deneme kimi de senaryo olarak çıktı gün yüzüne... Kendi verimleriyle de yetinmedi, çok sayıda öykü seçkisi de hazırladı. Velhasıl, deneme, öykü, şiir, roman, senaryo ve dahası; Türk edebiyatının başına gelebilecek en iyi şeylerin önemli bir bölümü Murathan Mungan’ın kaleminden çıktı.

‘O gün söylenmeli!’

Bu hafta onların sonuncusu kitap vitrinlerindeki yerini aldı: ‘Güne Söylediklerim’. Kitap, iki bölümden oluşuyor: İstediler Yazdım ve Güne Söylediklerim. “İşlerin ve günlerin akışında ansızın çıkageldiğini” söylüyor bu kitabın Mungan. İlk bölümü ise şöyle özetliyor: “Bazen bir kitaba, bir fotoğraf albümüne, bir sergi kataloğuna önsöz niyetine, bazen de bir derginin, gazetenin isteğiyle günün anlamına, hazırladıkları dosya konusuna uygun olarak kaleme alınmış, ‘elimdeki iş’ diye nitelendirdiğim yazılardır bunlar”. İkinci bölüm olan Güne Söylediklerim’i ise şu cümlelerle açıklıyor: “Kitabın ‘Güne Söylediklerim’ başlıklı ikinci bölümü bazı

Yazının Devamı

Beaton’a bakan gözler

17 Mayıs 2015

Pera Müzesi, 10. yılında Sir Cecil Beaton’ı ağırlıyor. Bu, fotoğraf sanatının en usta sanatçılarından biri olan Britanya doğumlu Beaton’ın portrelerini ilk görüşümüz İstanbul’da.
1904 yılında dünyaya gelen Cecil Beaton çocuk yaşta merak saldı portre fotoğrafçılığına. İlk çektikleri annesi ve kız kardeşleri oldu. Daha sonra 20. yüzyılın en önemli isimleri makinesinin karşısına geçtiler.
Cambridge’de sanat, tarih ve mimarlık eğitimi aldı Cecil Beaton. İlk imzalı fotoğrafı Vogue’da basıldı. 1923’de Londra’da duyulmaya başlayan adı, her geçen gün biraz daha parladı. Daha sonra Amerika’da şansını denedi. Vanity Fair için Alice White ve Gary Cooper’ın fotoğraflarını çekti. Bu isimlere sonradan Marlene Dietrich ve Greta Garbo da eklenecekti. Ressam Marie Laurencin ve yazar Collette’in ilk fotoğraflarını çeken isim oldu. Bu süreçte Picasso’yla tanıştı; onu fotoğrafladığında yıl 1932’ydi. Britanya Kraliyet ailesi de fotoğrafladıkları arasına girdi. Churchill de... Sırada Truman Capote vardı. ‘50’li yıllarda Elizabeth Taylor, Grace Kelly, Christian Dior, Givenchy, Marilyn Monroe, Andre Malraux, Lucian Freud fotoğrafına imza attıklarından sadece bazılarıydı. ‘60’lı yıllarda fotoğraf

Yazının Devamı

Bir erkek, yedi kadın

10 Mayıs 2015

Aziz Nesin’in, 1992 tarihli oyunu ‘Başarımı Karılarıma Borçluyum’, Damla Cercisoğlu’nun yönetmenliğinde Tiyatro Kedi tarafından sahneye kondu. Evlilik kurumuna ve kadın erkek ilişkilerine eleştirel gözle bakan yapım, Nesin’in deyişiyle ‘çalgılı, şarkılı’ bir oyun. Hikâye, yaşlı dedeler maratonunu kazanan 74 buçuk yaşındaki topal Ziya Akman’ın (Hakan Altıner) başarısı üzerine kurulu. Maraton bitiminde kendisine bu müthiş başarının sırrını soruyorlar. O da cevaben “Başarımı karılarıma borçluyum” diyor. Ne demek istediğini anlayalım diye hemen o an, yaptığı evlilikleri, evlendiği kadınları anlatmaya başlıyor. Tam yedi evlilik, yedi kadın... Aydan Şener’in canlandırdığı bu kadınların her biri hayatı zindana çevirebilecek kudrette. Onları tek tek tanıyoruz, Ziya Bey’in mizahi üslubuyla.
Veralan köyünde yaşayan Ziya Bey, köyün yerel gazetesi Ayna’nın evlenmek isteyenler için hazırlanan köşesinde ‘Manolya’ rumuzlu Gülten’e bir yazı yazıyor. Gülten de ona... Karşılıklı olarak gerçekleri çarpıttıkları bu mektuplardan sonra yüz yüze geldiklerinde durumu kabullenip evleniyorlar ama bu evlilik çok sürmüyor. İkinci evliliğini Durdu Kadın’la yapıyor Ziya Bey. Aslında bu kararının

Yazının Devamı

Kendini acıyla tarif etmek

3 Mayıs 2015

Sinema yazarları başrolünde Jennifer Aniston’ın olduğu ‘Cake’i pek sevmedi. Bu filmdeki rolüyle Altın Küre’ye aday olan, Oscar adaylığını ise son dakikada kaçıran Aniston’ın hakkını verdiler öte yandan. Sulu komedilerle tanıdığımız oyuncunun ‘Cake’teki rolüyle büyük bir performans gösterdiğini söylediler. Ama yönetmen Daniel Bartz ve senaryo tüm eleştiri oklarını üzerine çekti. Yine de sözü olan, önemli bir film ‘Cake’. İnsanın kendisini acıları üzerinden tarif etmesine odaklanıyor ve bu konuyu ustalıkla tahlil ediyor.
Claire (Jennifer Aniston), geçirdiği ağır bir trafik kazasının ardından, ağrılarıyla ve bozuk psikolojisiyle yaşayan 40’lı yaşlarında bir avukat. Ama Jennifer Aniston oynuyor diye güzelliğiyle öne çıkan bir karakter beklemeyin. Aniston ilk kez, yüzü yara izleriyle dolu, güzel diye tarif edilemeyecek bir rolde. Bu da onun meydan okuması sinema sektörünün dayatmalarına... Kazanın ardından kronik ağrılar çeken bir destek grubuna katılan Claire’in grupla fazla bir iletişimi olduğu söylenemez. Ancak grup üyelerinden Nina’nın intiharı onu fazlasıyla etkiliyor. Seansların birinde “Ağrılarınız olmasaydı ne yapardınız?” sorusuna “Oğluma kek yapardım” diye cevap veren

Yazının Devamı