Colin, Chloe ve çiçekler

16 Ağustos 2015

Boris Vian’ın çağdaş Fransız klasikleri arasında yer alan romanı ‘Günlerin Köpüğü’nün sinema uyarlaması 24 Mayıs 2013’te vizyona girdi. İlk hafta sonu 2 bin 150 seyirci izledi filmi, 14 hafta sonunda ise 8 bin 304. Epey az... Ben de o dönem kaçırmıştım. Geçen hafta yeni çıkan DVD’lerde rastlayınca alıp izlemeye karar verdim.

Her bir peni çiçeklere

Filmin yönetmeni çoğumuzun 2006 yapımı ‘Eternal Sunshine of the Spotless Mind / Sil Baştan’ ile tanıyıp sevdiği Michel Gondry. Romanın ana karakterleri olan Colin ve Chloe rollerinde ise Romain Duris ve Audrey Tautou’yu izliyoruz.

Kitabı okuyanlar konuyu biliyordur ama bilmeyenler için kısa bir özet geçelim. Yardımcısı ve aşçısı Nicolas ile yaşayan Colin, en yakın arkadaşı Chick’in Alise ile olan beraberliğinden sonra, hayatının aşkını bulma konusunda iyiden iyiye sabırsızlanır. Kendisine tanıştırılan Chloe’ye görür görmez âşık olur. Evlenmeye karar verirler. Bu arada Jean Soul Partre (Vian bu kelime oyunuyla Jean Paul Sartre’a gönderme yapar) hayranı olan ve bütün parasını kitaplarına harcayan Chick’in de evlenmesi gündeme gelir. Ne var ki parası yoktur. Colin arkadaşına yardımcı olmak üzere servetinin dörtte birini ona bağışlar. Ve bir

Yazının Devamı

Kızlar arasındaki gizli gerilim

9 Ağustos 2015

Lenu ve Lina... Onlar 1950’ler Napoli’sinin kenar mahallelerinden birinde yaşayan iki arkadaş. Lenu, bir belediyede odacılık yapan baba ve ev hanımı annenin dört çocuğundan ilki. Lina kunduracı Fernando Cerullo ile Nunzia Cerullo’nun kızları. Hayli şenlikli ama şiddet dolu bir çevrede yaşıyorlar: Komşuları marangoz Alfredo Peluso, şarküteri sahibi Don Achille, deli dul kadın Melina Capuccio, demiryolu kontrolörü şair Donato Sarratore, manav Nicola Scanno, pastaneci Silvia Solara... Ve onların çocukları, çocuklarının öğretmenleri, eczacının oğlu Gino... Velhasıl, Everest Yayınları’ndan çıkan, Elena Ferrante’nin yazdığı ‘Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım’ adlı kitap oya gibi işlenmiş bu karakterlerden oluşan zengin bir edebiyat galerisi.

İyi bir ‘bildungsroman’

Almanların ‘bildungsroman’ dedikleri, karakterlerin çocukluktan yetişkinliğe kadarki süreçte yaşadıkları oluşumu ve gelişimi anlatan türün son zamanlarda okuduğum en başarılı örneklerinden biri. Aynı zamanda, kimliğini gizli tutan yazarın ‘Napoli Romanları’ dörtlemesinin ilk kitabı. Lenu ve Lina’yla birlikte yakın arkadaş çevresinin çocukluk ve ergenlik hikâyelerinin anlatıldığı bu romanda esas olarak ‘kız arkadaşlık’

Yazının Devamı

Aslında aşk ne ola ki?

26 Temmuz 2015

1845 kışında New York... Tüm Amerika’nın dilinde Edgar Allan Poe adı. Yazdığı kısa hikâyelerle tanınıyor. Edebiyatçıları yerden yere vuran eleştirileriyle... Ve şiirleriyle. Ünlü şiiri “The Raven”i yazmış (Kuzgun). Karşısına çıkan hemen herkes bu şiiri okuması, hiç olmazsa son dizedeki “Hiçbir zaman” sözünü söylemesi için ölüyor; onun tepkisi ise: “Bir kişi daha bunu isterse gırtlaklayacağım.”

Şöhretten bunalmış halde ama onu seviyor da... Bu arada kuzeni Virginia ile evli. 13 yaşındayken Poe ile evlenen Virginia verem hastası. Çok da mutlu oldukları söylenemez.

Aşk üçgeni

Şehirde düzenlenen edebiyat toplantılarının birinde, kocası tarafından iki çocuğuyla birlikte terk edilmiş, bir arkadaşının evinde yaşayan şair Frances Osgood ile tanışıyor

Poe. Birbirlerinden çok etkileniyorlar. Zorlu bir aşk üçgeninin köşelerine yerleşiveriyorlar daha o andan; Frances, Edgar, Virginia.

Yazdığı yazılarda, şiirlerde Poe’nun karanlık edebiyatının izlerini isteyen yayıncılara iş beğendiremeyen, evli bir adama âşık evli bir kadın olarak köşeye sıkışıyor Frances; madden, manen. Dahası Virginia kendisiyle arkadaş olmak istiyor. Frances ve Edgar uzaklaşmaya çalışıyorlar ama nafile. Aralarında öyle tutkulu

Yazının Devamı

Anka, Simurg, Phoenix...

19 Temmuz 2015

Anka kuşu yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar, ünlü efsaneye göre. Bir başka rivayette Simurg olarak anılır. Bu hikâyede, kuşların hükümdarı olan Simurg’u bulup ondan yardım istemek için dünyanın tüm kuşları toplanır. Kaf Dağı’nın tepesinde olduğu söylenen Simurg’u bulma yolculuğunda, kuşların büyük bir bölümü yolu tamamlayamaz yahut vazgeçer. Geriye kalan 30 kuş aradıkları yuvaya ulaştıklarında öğrenirler ki Simurg ’30 kuş’ demekmiş. Aradıkları meğerse kendileriymiş. Simurg, Kerkes, Anka Kuşu ya da İngilizcedeki karşılığıyla Phoenix... Adını bu çok özel kuştan alan bir film girdi vizyona geçen hafta. Almanya’nın son dönemlerdeki en parlak yönetmeni Christian Petzold’un yazıp yönettiği “Phoenix”.

Petzold, Milliyet gazetesi sinema yazarı Nil Kural’a verdiği söyleşide şöyle diyordu: “Beni şaşırtan, Naziler hakkında birçok film olmasına rağmen hayatta kalanlar hakkında film çekilmemesiydi. Bütün hikâyeler eve dönüş yolculuğuyla ilgili. Ulysess’in hikâyesi eve dönmekle ilgili. Savaşta hayatta kalanların hikâyesi de eve dönmekle ilgili. ABD’lilerin Vietnam’dan eve dönenlerle ilgili filmleri vardır ama Almanların savaştan eve dönenlerle ilgili filmleri yoktur. Nedeni de suçlu

Yazının Devamı

Tepeden tırnağa iyilik

12 Temmuz 2015

Hopa’nın Pançol köyünde dünyaya geldi Kazım Koyuncu. Altı kardeşin beşincisiydi. Zekiydi, meraklıydı, espriliydi, Karadenizli bir hırçınlığı vardı. Arhavili kemençe ustası Yaşar Turna, onu müzikle tanıştırdı. Önce mandolinle sonra gitarla hemhal oldu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi ama bir iki yıla kalmadan bıraktı okulu. O sadece müzik yapmak istiyordu.

İstanbul’daki ilk yıllarında içinden geldiği Laz kültürüne, diline olan ilgisi büyümeye başladı. Arkadaşlarıyla Dinmeyen adlı bir grup kurdu. Grubun gitaristiydi. Dinmeyen dağılınca, 1992’de bir başka arkadaşıyla birlikte dünyanın ilk ve tek Lazca rock yapan grubu Zuğaşi Berepe’yi kurdular. Lazcanın yok oluşunun önüne müzik yardımıyla geçmek gibi bir hedefi vardı Koyuncu’nun. Ki bu hedef kendi varoluş nedeniydi aynı zamanda. Zuğaşi Berepe, Lazların da kimliklerine sahip çıkmasının fitilini ateşledi. O güne dek küçük gördükleri için konuşmadıkları dillerine...

Herşeyden önce devrimciydi

Bu grupla birlikte iki albüm yaptılar. Grup dağıldıktan sonra solo kariyeri başladı Koyuncu’nun. 2001’de ilk solo albümü ‘Viya’ geldi. Lazca, Gürcüce, Hemşince seslendirdiği, kemençenin, tulumun kullanıldığı bir pop-rock

Yazının Devamı

Şahane bir dayanışma hikâyesi

5 Temmuz 2015

Geçen pazar günü 13. İstanbul LGBTİ Onur Yürüyüşü’ne katılmak üzere Taksim’de toplananlara polis izin vermedi, hatırlarsınız. Yürüyüş gerçekleşmediği gibi, yürümek için ısrar edenlere TOMA’lardan sıkılan tazyikli su ve biber gazıyla müdahale edildi. Ara sokaklara kaçarak dağıldı LGBTİ’liler; kimi de göz altına alındı. Bunlar olurken, iki gün önce sessiz sakin vizyona giren ‘Pride / Onur’, Beyoğlu’nda da izleyiciyle buluştu. Geylerle maden işçileri arasındaki dayanışmayı konu alan film, “kendini iyi hisset” grubu filmlerden. 1984 yılında Londra’da geçiyor. Demir Lady Margaret Thatcher dönemi... Hükümet, 20 madenin kapanması sonucu 20 bin işçiyi işsiz bırakacak tasarıyı sunmayı planlıyor. Bu nedenle maden işçilerinin başlattığı grev dördüncü ayında. Her şeylerini kaybetmiş geriye sadece ‘onur’ları kalmış işçiler...

‘Cehennemde yanın’

Aynı günlerde 1984 Gey Onur Yürüyüşü gerçekleşiyor. Ve bu ‘onur’ mücadelesi veren iki grubun yolu kesişiyor. Zira yürüyüş sırasında madencilere arka çıkmak için kovalara vuruyor bir grup eşcinsel. Değil mi ki aynı yerden, aynı baskıyı görmüşler, hırpalanmışlar. Adlarını da LGSM koyuyorlar, Lezbiyenler ve Geyler Madencileri Destekliyor. O günden sonra

Yazının Devamı

Sinemacılar için bir gül

28 Haziran 2015

Biri kâğıtla kalemi çekip alsa elimden... Bir daha asla yazmayacaksın dese. Yasakladık, kelimelerden uzak dur... Ne roman, ne köşe, ne şu, ne bu... Tam 20 yıl hiçbir şey yazmak yok! Ölürüm gibi geliyor. Ama o ölmedi. Vazgeçmedi de... Kendini ifade ettiği, en iyi yaptığı işten men edilen dünyanın saygın yönetmenlerinden İranlı Cafer Panahi!

2010’da İran’da ‘yönetime karşı çıkma’ suçlamasıyla 20 yıl sinema yasağı cezası verdiler. Film yönetme, senaryo yazma, yapımcılık yapma... Hepsi yasaklandı Panahi’ye. Yurtdışına çıkmak da dahil. Ama o yılmadı. Öldür(e)meyen düşman sayesinde güçlendi. Bir yolunu bulup filmlerini de çekti, onları festivallere de gönderdi. Son filmi, gizlice çektiği “Taxi Tahran” ile Şubat 2015’te düzenlenen 65. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’nın sahibi oldu.

“Taxi Tahran” bu hafta vizyona girdi. Öyle uluorta film çekemeyeceği için sarı bir taksiyi film stüdyosuna dönüştüren Panahi, direksiyona da kendi geçiyor. Arabaya yerleştirdiği video kamera, Panahi Tahran sokaklarını dolaşıp, müşterilerle sohbet ederken sürekli kayıtta kalıyor.

Taksiye bir kadınla bir erkek biniyorlar önce. Hırsızlık olayları üzerine bir sohbet başlıyor aralarında. Adam “Sallandıracaksın

Yazının Devamı

Ah o kuzuyu bir alabilseler...

21 Haziran 2015

Hayatta en büyük arzusu oğlu Mert’e bir sünnet düğünü yapmak olan Medine... Mezbahada çalışan, varlığıyla yokluğu bir kocası İsmail... Annesinin Mert’e olan ilgisini kıskanan Vicdan... Ablası Vicdan tarafından sünnet düğünü için bir kuzu alamazlarsa kendisinin kesileceğine inandırılan Mert... Önceliklerimizi, beklentilerimizi, hayallerimizi kişilik özelliklerimiz kadar içinde bulunduğumuz çevre de belirler. Zaman zaman, o çevrede kök salmış gelenek ve görenekler... Erzincan’da bir köyde yaşayan bu ailenin de olmazsa olmazı o sünnet düğünü işte. Ama gel gör ki para yok; düğünde konu komşuya verilecek ziyafet için harcanacak para. Çok bir şey değil aslında; bulgur pilavı, yoğurt, kuzu... Ah o kuzuyu bir alabilseler...

Erkek gibi hissettiği için

Köydeki çocukların üçü beşi bir araya getirilip, muhtarın da katkılarıyla sünnet ettiriliyor, sarhoş sünnetçiye. Sıra, daha çok geliyor düğüne... Kuzunun şenlendireceği... Medine kocasına her türlü baskıyı yapıyor, o kuzu için. Diğer yandan sırf kurban edilmesin diye Mert de bir kuzu bulmanın yollarını arıyor. Çobana gidip sürüsünden kendisine bir tane vermesini istiyor misal ama reddediliyor. Ya babası gerçekten keserse Mert’in boğazını? Çakır

Yazının Devamı