20. yüzyılın başına gelen en iyi şeylerden biridir Irvin Yalom: Psikiyatr, yazar, bilge. 13 Haziran 1931 yılında Rus göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Washington’da dünyaya geldi. Sadece siyahların yaşadığı bir bölgede, küçük bir dükkânı vardı etraftaki tek beyazlar olan ailenin. Korku duygusuyla, kendini yabancı hissettiği bu mahallede tanıştı Yalom. Korkusunu alt edebilmek için de kitaplara sığındı. Maddi durumları iyi değildi. Haftada iki gün bisikletle gittiği kütüphanede okuyordu çok sevdiği yazarları: Tolstoy, Dostoyevski, Sartre, Camus, Kafka, Cervantes...
Edebiyat felsefe iç içe
Boston Üniversitesi’nde tıp eğitimi aldı. Uzmanlık alanı olarak psikiyatriyi seçti. O yıllarda 50 yıllık kariyeri boyunca yanından ayırmadığı felsefeye ağırlık verdi. 1963’te Stanford Üniversitesi’nde akademik kariyerine başladı. 1971’de ilk mesleki kitabını yazdı. Grup teorisi üzerine bilimsel bir yayındı ama hem profesyoneller hem de sıradan okur kitaptan çok etkilendiler. Buz gibi bir akademik üslupla değil, incelmiş edebiyat zevkinin de katkılarıyla kaleme alınmıştı. İçindeki hikâyeler çok dikkat çekiciydi. Bu ilgiyi takiben edebiyatın felsefeyle harmanlandığı romanları art arda geldi. Başyapıtı kabul edilen ‘Nietzsche Ağladığında’ dünyanın pek çok köşesinde okurla buluştu, çok satanlar listelerinde yer aldı. Bu ülkelerden biri de Türkiye’ydi.
Son kitabının müjdesi Pegasus Yayınları’ndan geldi. Yayınevi ‘Creatures of a Day / Günübirlik Hayatlar’ adını taşıyan kitabı 8 Haziran’da okurlarla buluşturacak.
Terapi öykülerinden oluşuyor kitap. Ama bu kez
81 yaşında bir Yalom var karşımızda. Ölümlü olduğunun ve ölümün öyle çok da uzakta olmadığının altını çiziyor. Hikâyelerini anlattığı hastaların önemli bir bölümü de yaşlılıkla ve ölüm korkusuyla mücadele ediyor. Değersizlik duygusu üzerine yazdığı ilk terapi öyküsü olağanüstü. Bir başka ‘günübirlik’ hayatta ‘sırf gençliğimizin rüya gibi bir döneminin parçası’ olduğundan o günlere özlemle âşık olduğumuzu sandığımız erkekler ve kadınlarla ilgili yazdıkları nefes kesiyor. Yine ölümlülük üzerine anlattığı bir başka hikâyede, hastasına dönüp son söz olarak şunları söylüyor: “Hayattan kopukluk, soyutlanmışlık, hayatının içinde kalamama hali... Bunların her biri, bir can taşımanın getirisi olan acıyı hissetmemek için kendinizi uyuşturmanızı sağlıyor.” Can taşımanın acısı, ölümlü olduğunu bilmenin acısı... Ve bir başka hikâyede ekliyor Yalom: “Hepimizinki günübirlik hayatlar, hatırlayanın hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Bil ki çok geçmeden hiç kimse ve hiçbir yerde olacaksın”.
Peki, niye bu kadar çok ölüm, ölümlülük vurgusu? Kitapla ilgili Independent’a verdiği söyleşide bu soruyu şöyle yanıtlıyor Yalom: “Hastalarımın bana söylediği en önemli şeylerden biri de şuydu: ‘Hayatı nasıl yaşamak gerektiğini öğrenmek için ölümle boğuştuğum şu ana kadar beklemek zorunda olmak ne üzücü’. Ve ben bu cümleyi, insanlara ölümlü olduklarını gösterirseniz yaşam tarzlarını değiştireceklerini ve hayatlarındaki ıvır zıvır şeyleri önemsizleştireceklerini umarak pek çok kez kullandım.”
Bir de arzusu var, kitabın sonunda okurlarla paylaştığı: “Dilerim bu terapi öyküleri, kendi şeytanlarıyla mücadele edenlere cesaret verir”. Dilerim...
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025