‘Mutlu olmak için mücadele gerekir’

11 Ağustos 2013

Yeni kitabı “Bir Tatlı Telaş” için “‘Belki bu kitabın takma adı olabilirdi” diyor Psikiyatr Yankı Yazgan. Belki... Ama aslında “Sorular... Sorular” da olabilirdi, yahut “Hayat”. Hoş, Psikiyatr Engin Geçtan’ın da bu adı taşıyan bir kitabı var ama Yazgan’ın kitabına o takma adı ben koyacak olsaydım yine de “Hayat” derdim. Zira kitabında hayatı anlatıyor Yazgan, bütün o tatlı telaşıyla. Öyle bilimsel, üst perdeden bir üslupla da değil, ilginç ayrıntılarla, eğlenceli karikatürleri eşliğinde, sanki az sorumuz varmış gibi, yeni sorular da takarak peşimize... Bu süreçte kendinizle de yüzleşiyorsunuz kaçınılmaz olarak ki bu da kitabın hediyelerinden biri.
Kitap, Türk Kahvesi, Mutluluk, Başkaları, Aşk, Zemin ve Zaman, Sınırlılıklar olmak üzere altı temel bölümde toplanıyor. Her birinin içinde, farklı başlıklar altında kısa kısa denemeleri yer alıyor Yazgan’ın. Ali Nesin’in dediği gibi matematik doğru soruyu sorma sanatıdır ve “Bir Tatlı Telaş” da sorduğu sorular üzerinden bakarsak sağlam bir matematiğe sahip. Zaman zaman insanın içine kurt düşüren, zaman zaman kafasında şimşekler çaktıran, gülümseten, şaşırtan, yol aldıran sorular soruyor Yazgan. “Gündelik hayatımızın telaşını tatlı

Yazının Devamı

Kültür ve istihdam

4 Ağustos 2013

Kuştepeli 20 kadın, Ocak 2013’te Roma Market Projesi kapsamında bir araya geldi. Şule Ateş’in koordinatörlüğünü yaptığı projenin amacı “Roman kültürünü yaratıcı sektörlere yeniden yorumlatmak, Romanlara ve Roman kadınlara yeni istihdam alanları açmak”.
Sıfır Ayrımcılık Derneği’nin liderliğinde yürütülen proje için bir tasarımcı ekip oluşturuldu. Emine Tusavul, Leyla Okan, Erdem Akan, Batuhan Yüce ve Çağla Köseoğulları’ndan oluşan ekip, bu 20 kadına Roman kültürünü yansıtan ürünler tasarlamaları konusunda yol gösterdi. Ve ortaya birbirinden şık, ‘farklı’ ürünler çıktı. Renkli telefon kabloları kullanılarak yapılmış çantalar, abajurlar, kağıttan gelincikler, dekoratif amaçlı kaseler... Bu ürünlerin marka adı: Atölye Buki. Buki, Rom’cada ‘iş, güç, uğraş’ anlamlarına geliyor. Henüz yolun çok başındalar ve yapacak çok işleri var. Hevesleri de...

Romanların renkleri
Yerel kültürden marka yaratan ve o kültüre mensup kadınlara iş imkanı sağlayan projede Romanların sanata olan yatkınlığından hareket edilmiş. Kadınların yaptıkları işlere bakınca, bu yatkınlığın şahane sonuçlar verdiği görülüyor. Her biri ‘tarz’ denebilecek çok usta işi çalışmalar... Roman kültürünün çiçekle

Yazının Devamı

Kendisi olamamak

28 Temmuz 2013

Kardeşi Paul’e bütün hayatını etkileyecek sırrını açtığında 13 yaşındaydı Camille Claudel: “Heykeltıraş olmak istiyorum”. Babasının onayını da alınca, heykeltıraş Alfred Boucher ile çalışmaya başladı. 18’inde dönemin en ünlü heykeltıraşlarından Rodin’in öğrencisi oldu. Rodin, Camille’in yeteneğini ilk görüşte fark etti. Ne var ki yıl 1882’ydi, sanatçılık ne haddine, kadın evinde oturup koca beklemeliydi. Hele heykel, tamamen erkek işiydi. Aykırılığının bedelini yalnız kalarak ödedi Camille Claudel; sanat çevresi onu, yeteneğini görmezden gelerek cezalandırdı.

Kaçtı ama kurtulamadı
Evli olan Rodin, fena halde aşıktı Camille’e. Hemen her heykelinde Camille vardı; öğrencisi, sevgilisi, ilham perisiydi Camille. Onu kaybetmekten ödü kopuyordu. Ama yıllarca her türlü kahrını çekmiş karısı Rose’u bırakmaya da niyeti yoktu. Ne kadar aşık olursa olsun “ikinci kadın” olmak ağır geldi Camille’e. Yaptığı işler de “Rodin’in sevgilisi” oluşunun önüne geçemiyordu. Gerçek bu değildi oysa. Rodin “Ona nerede altın bulacağını gösterdim belki ama bulduğu altın kendi içinde” demişti ya, ne fayda...
26 yaşına geldiğinde her şeyden bıkmıştı Camille. İnsanların nefreti, kıskançlıkları, sanat

Yazının Devamı

O masal çok eskimedi mi?

21 Temmuz 2013

İnsanın var oluşuna inanma ihtiyacı, kendini beğenmekle başlıyor. Psikolojide doğal narsisizm deniyor buna. İnsan kendini beğenmezse ölür sözü boşuna değil yani. Her birimiz yüzümüze ve içimize tuttuğumuz aynalarda gördüğümüzden hoşnut olmak istiyoruz. Bunun için ne gerekirse yapıyoruz. İyi insan olmak için. Güzel görünmek için. Özellikle bu ikincisi, güzel görünmek, sıkıntılı bir konu. Ölçünün kaçmaya çok müsait olduğu... Kaçtığı vakit, mesele patoloji sınırlarına giriyor. Son yıllarda kutsallaştırılan ‘genç ve güzel olma’ haliyle bu sınırlar giderek daha da zorlanıyor. Silikon marifetiyle şişirilmiş dudaklar, botoksla gerilmiş, ifadesi yok edilmiş yüzler, kalkık burunlar, cerrahi operasyonlardan geçen göğüsler, karınlar... Bir tür yaşına, yüzüne, bedenine sığamama... Tuhaf bir şekilde aynı yaklaşım kentler için de geçerli. Eskiye, yaşlanmışa tahammülsüzlük... Dönüştürülürken orijinal dokusundan çıkarılıp başka manzaralara yerleştirilen kentsel alanlar... Güzelleşme, modernleşme derken başlayan bir imar ve inşa çılgınlığı... Bedenlerde ve kentlerde.
İşte tüm bunları tartışan bir sergi var Galatasaray’daki Pi Artworks’te. Nancy Atakan’ın “Ayna Ayna Söyle Bana” adlı sergisi...

Yazının Devamı

Anish Kapoor’un atölyesi

14 Temmuz 2013

Bu eylülü iple çekiyor sanat dünyası. Bir yanda 13.’sü düzenlenecek İstanbul Bienali, bir yanda Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılacak Anish Kapoor sergisi... Bienal heyecanım saklı kalmak üzere söylemeliyim; gerçekten çok önemli bir sergi bekliyor bizi. Zira kuşağının en etkili ve saygın heykeltıraşlarından biri Anish Kapoor.
Geçtiğimiz pazartesi günü, sanatçının Londra’nın güneyinde yer alan Camberwell’deki atölyesine düzenlenen basın gezisine katıldım. Laboratuvar görünümünde altı odalı bir atölye burası. Her bir odada hem bitmiş hem de yapımı süren heykeller var. Kapoor’un 30 kişilik ekibinden sanatçılar, farklı materyallerle hazırlanan işlere kapanmış keyifle çalışıyor. Kimi aynalı bir işle meşgul, kimi çimentoları yığıyor bir başka işte, kimi de yığılmış malzemeyi eksiltiyor diğerinde. Yüzlerinde maskeler, toz duman içinde, kullandıkları makinelerden yükselen seslere aldırış etmeden... Üretim aşamasında olan çalışmalar ve tamamlanmış eserler arasında Kapoor’un verdiği bilgilerle ilerliyoruz.
Atölye gezisi sırasında Kapoor’a eşlik eden serginin küratörü Norman Rosenthal’ın bir sözü takılıyor aklıma: “Anish gibi bazı sanatçıların kendi varoluşumuzla ilgili sorular

Yazının Devamı

İstanbul Anish Kapoor’u bekliyor!

13 Temmuz 2013

Kapoor, Güney Londra’daki atölyesinin kapılarını Türk gazetecilere açtı.

İstanbul, eylül ayında ‘ağır’ bir misafire ev sahipliği yapacak. Ağır, çünkü gelecek olan dünyanın yaşayan en önemli heykel sanatçılarından biri: Anish Kapoor. Sanatçının eserleri, 65. yılını kutlayan Akbank’ın sponsorluğunda, Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) ve Akbank Sanat’ta sergilenecek. Kapoor’u İstanbul’a getirme fikri, Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer’e ait. Bankanın yenilikçi ve çağdaş sanata önem veren yüzüne denk düştüğü için modern heykelin sınırlarını değiştiren bu ismi tercih etmiş Dinçer. Projeyi hayata geçiren isim ise, ‘imkânsız’ları gerçekleştirmeyi seven, önceki gün LÈgion d’Honneur nişanını alan SSM Müdürü Nazan Ölçer.
Geçen pazartesi günü, İstanbul’da bienalle eş zamanlı açılacak sergi hakkında bilgi almak, sanatçıyı yakından tanımak için Anish Kapoor’un Londra’daki stüdyosuna bir basın gezisi düzenlendi. Altı odadan oluşan stüdyosunu İstanbul’dan gelen gazetecilere açan Kapoor, henüz üretim aşamasında olan işleriyle ilgili detaylı bilgi verdi. Doğuyla batı arasındaki kültürlerarası atmosferi, modern yorumlamalarla heykellerine işleyen nev’i şahsına münhasır sanatçı,

Yazının Devamı

Bir mühendisin gözünden İstanbul

7 Temmuz 2013

Bugünlerde Beyoğlu, hazırlanış aşaması bir tür dedektiflik hikayesini andıran bir İstanbul sergisine ev sahipliği yapıyor. Aslında her şey, serginin küratörü Günder Varinlioğlu’nun 2011 yılında Washington D.C’de, Harvard Üniversitesi’ne bağlı araştırma kurumu Dumbarton Oaks Resarch Library and Collection’ın arşivinde bulduğu iki eski püskü klasörde karşısına çıkan fotoğraflarla başlıyor. Sayıları 500 civarında ve ağırlıklı olarak İstanbul’daki Bizans kültür mirasına odaklanmış fotoğraflar bunlar. Hemen hepsi 1935-45 yıllarına tarihlenmiş. Fotoğraf imzasında ise “Artamonoff” adı görülüyor. Meçhul bir isim. Bir zaman sonra, bu defa Smithsonian Enstitüsü’ne bağlı Freer / Sackler’da yaklaşık 500 kadar daha fotoğrafını buluyor Artamonoff’un. “Kim bu Artamonoff?” sorusunun peşine düşüyor iyiden iyiye. Adı geçen kurumlardan doğum tarihine (1908) ve 1947’de İstanbul’dan Amerika’ya göç ettiği bilgisine ulaşıyor. Elindeki bağlantıları değerlendirip Robert Kolej’de okumuş olma ihtimalini sorguluyor. Bir umut, koleji arayıp soruyor ve tam isabet! 1922’de Robert Kolej kayıtlarında adına rastlıyor: Nicholas Victor Artamonoff. Bu noktadan sonra biyografisi netleşmeye başlıyor Artamonoff’un.

Yazının Devamı

Nâzım’ın hatırasını özgürleştiren oyun

30 Haziran 2013

Eminönü Küçükpazar’daki tam üç yüz yıllık Ali Paşa Hanı’nın avlusundayız. Dostlar Tiyatrosu’nun yeni mekanı burası. Genco Erkal’ın sahneye koyduğu “Yaşamaya Dair - Bursa Cezaevi’nden Mektuplar” adlı oyun başlayacak az sonra. Güzel bir yaz akşamı. 150 kişi, avludaki setlere dizili sandalyelere oturmuş bekliyoruz. Hanın çatısı açık, hani uzansak yıldızları toplayabilecekmişiz gibi, üçer beşer. Işıklar sönüyor, derken Genco Erkal beliriyor avluda. Erkal, Nâzım’ın ta kendisi! Oynamıyor, Nâzım olmuş karşımızda duruyor. Ve Nâzım Hikmet, Bursa Cezaevi’ndeki günlerini anlatmaya başlıyor bize. Piraye’ye olan büyük aşkını, oğluna, memleketine hasretini, kavgasını, umudunu, umutsuzluklarını... Hepsini ezbere bildiğimiz şiirleriyle... Okumaya doyamadığımız mektuplarıyla... Sahnede bir köşe tasarlamış Erkal onun için. Nâzım’ın cezaevindeki köşesi bu. Yanı başında sardunyalar var, hafiften esen rüzgarla kokusu hanın içine dolan fesleğenler...
Mekan Bursa Cezaevi ise Nâzım Piraye’siz olur mu? Olmaz. O da orada. İkinci katta asmaların arasında görünüyor ilkin. Bir buçuk saat boyunca, sesiyle ve oyunuyla izleyiciyi büyüleyen Tülay Günal canlandırıyor Piraye’yi. Günal aynı zamanda, piyano ve

Yazının Devamı