“Ben onu çok sevdim!”

23 Haziran 2013

O utanç verici “Bebek Davası”nın tanığı, Adnan Menderes’in sevgilisi olarak bilinen Ayhan Aydan, opera sanatçısıydı. 1943-44 öğretim yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Opera bölümünü bitirdi. Yeteneği, Hitler’in uygulamaları nedeniyle ülkesini terk edip Türkiye’ye kaçan hocası Carl Ebert’in dikkatini çekince, “Figaro’nun Düğünü”nde Susanna rolünü aldı. Gelecek vaat ediyordu. Daha sonra Smetana’nın “Satılmış Nişanlı” operasındaki Marjenka oldu, Puccini’nin “La Boheme”indeki Mimi... Türk operasının ilk yıldız sopranolarından biriydi. Prof. Filiz Ali’ye göre “Dünya çapında olabilecek” bir sanatçıydı. Olamadı.
19 yaşında Türk Beşleri’nden Hasan Ferit Alnar’la evlendi Ayhan Aydan. Ne var ki kısa zamanda bunun doğru bir evlilik olmadığını fark etti. Hayat bu ya, evliliğinden iyiden iyiye umudunu kestiği günlerde aşık oldu. Ama ne aşk... O, 27’sinde mutsuz bir kadın... Erkek ise kendisini ‘şefkatle’ seven, dönemin Başbakan’ı 51’indeki Adnan Menderes... İkisi de evliydi. Aydan’ın bir oğlu, Menderes’in üç oğlu vardı tanıştıklarında. Beş yıl sürdü ilişkileri. Aydan’ın Menderes’ten olan bebeğini 8 aylık hamileyken, erken doğum sonucu kaybettiği güne kadar... Sonrası da, hiç ‘yüz yüze

Yazının Devamı

İnsan olmak

16 Haziran 2013

Geçtiğimiz hafta psikolog Mine Özgüzel’in “Özgür Cinsiyet: Simone de Beauvoir” adlı seminerine katıldım. İstanbul Kız Lisesi’nde okumuş Mine Özgüzel. Okulda, bir yanda ince, güzel kızlar, ders çıkışı İstanbul Erkek Lisesi öğrencileriyle buluşan, diğer tarafta ise eve ders çalışmaya koşan “5 alma” derdindekiler varmış. Henüz lise 1 öğrencisiyken iki tarafa da ait olmadığını fark etmiş Özgüzel. İlk o günlerde sormuş “Ben ne ifade ediyorum?” sorusunu. Eve döndüğünde “Eyvah, yemek yok, kocam da gelir şimdi” paniğindeki komşu kadınlarla karşılaşırmış. Onların, annesi de dahil, kafalarını kaldırıp kendisine cevap vermelerinin imkansız olduğunu görünce bir rehber aramaya başlamış. Önce Dostoyevski, ardından Sartre ve derken Simone de Beauvoir çıkmış karşısına.
Uzun yıllar Simone de Beauvoir üzerine çalışan Özgüzel, kendisine seçtiği bu çok özel rehberi ‘toplumsal cinsiyet’ üzerinden anlattı o gün:
Beauvoir’ın hayat hikayesi babasının bir cümlesiyle başlar Mine Özgüzel’e göre: “Ah, erkek çocuk beklerken kız çocuğum oldu. Ne büyük talihsizlik!” Babanın bu algısı karşısında ne yapacağını düşünen Simone de Beauvoir’ın ‘zeka’sı çıkar ortaya kısa süre sonra. Zekasının keskinliği

Yazının Devamı

Gezi Kütüphanesi

9 Haziran 2013

Geçtiğimiz hafta boyunca Gezi Parkı bir festival havasındaydı: Gaz maskesi takmış sokak çalgıcılarının verdiği konserler, üzerlerine türlü çeşit sloganların yazıldığı rengarenk kartonlardan yapılan yerleştirmeler, sprey boyalarla çizilen resimler...
Ağaçlar arasına gerili dövizlerde ise “Ben bir ceviz ağacıyım” diyerek Nazım gülümsüyordu... Parktaki insan manzaraları da bu havanın ruh halini yansıtır nitelikteydi. Kimi gazetesini okuyor, kimi çadırına sırtını vermiş, elindeki Tezer Özlü kitabının sayfalarında geziniyor kimi Dan Brown’ın “Cehennem”ine dalmış; bu arada film gösterileri yapılıyor, tiyatro oyunları sahneleniyor, devrim şarkıları söyleniyordu...
Gezi Parkı’nda bir de kütüphane kuruldu geçen hafta: Gezi Kütüphanesi, diğer adıyla Çapulcu Kütüphanesi. Parkın Divan Oteli girişinin yaklaşık 100-150 metre ilerisinde, bütün hafta boyunca analiz etmeye çalıştığımız o neşeli ‘90 kuşağı gençlerinden biri olan 22 yaşındaki Gıda Mühendisliği öğrencisi Ilgın’ın girişimiyle kuruldu Gezi Kütüphanesi.
Ilgın’la kuruluşunun ertesi gününde, kütüphanenin önünde sohbet ettik. Müthiş bir hareketlilik vardı arkamızda. İnsanlar, park inşaatı için getirilmiş briketlerden gençlerin

Yazının Devamı

Hediye gibi bir sergi

2 Haziran 2013

Yaza girerken, hediye gibi bir sergiyle karşımıza çıktı İstanbul Modern: “Erol Akyavaş / Retrospektif”... Tam 290 eserin görülebildiği sergide, sanatçının 50 yıllık sanat yaşamının izini sürüyoruz. Ama ne iz sürme... O kadar ustaca bir küratöryal yaklaşımla hazırlanmış ki sergi, adımlarımız bir keşif heyecanıyla ilerliyor. Sürprizli bir sergileme eşliğinde, geniş salonlardan, küçük odalara girip Akyavaş’ın o müthiş görsel dünyasını keşfe çıkıyoruz. Öyle, bir günde gezilip bitirilebilecek bir sergi değil. Birkaç kez gidilip görülmeyi hak ediyor. Zira her bir eser, önünde mıhlanıp kalmanıza neden oluyor. Zamanın nasıl akıp gittiğini anlamıyorsunuz. Bir diğer esere geçtiğinizde, önceki sizi çağırmaya devam ediyor. Her yeni bakışta, görünenin ardındaki sır, görmeye meylinizle doğru orantılı aralanıyor. Bu, heyecan verici sahiden de. Akyavaş’ın varoluşsal kaygılarının peşine düşüp, yeni sorular ve cevaplarla baş başa kalma fırsatı bulmak da cabası.
Aslında bu nefes kesen sergi sırasında, bir sergiden çok bir insanın zihninde geziyoruz. O zihin ki doğu sanatıyla batı sanatı arasında dokuduğu kendine has üslubuyla kimselere benzemeyen, hayli cesur bir zihin. Vaktiyle sanatın

Yazının Devamı

Rollo May’in Gatsby yorumu

26 Mayıs 2013

Bu hafta herkes, vizyona yeni giren Baz Luhrmann imzalı “Muhteşem Gatsby”yi konuştu. Geçen hafta Cannes Film Festivali’nin açılışını da yapan, F. Scott Fitzgerald’ın aynı adlı romanının beşinci sinema uyarlaması olan bu film, öncekilerle kıyaslandı. En muhteşem Gatsby’nin hangisi olduğu tartışıldı.
Üç boyutlu izlediğimiz film, görsel açıdan mükemmeldi gerçekten. Roman esas alındığında Leonardo DiCaprio da gerçek bir ‘Muhteşem Gatsby’ydi bana kalırsa.
1920’li yıllarda, Wall Street’in yükselişte olduğu, hisselerin tavan yaptığı, Fitzgerald’ın deyişiyle Caz Çağı’nda geçer hikaye. Esasında ciddi bir Amerikan Rüyası eleştirisi olmakla birlikte, hüzünlü bir aşk hikayesidir bu. Hikayenin anlatıcısı Nick’in gizemli komşusu Gatsby’nin, Nick’in kuzeni Daisy’ye olan büyük aşkı hakimdir romana. Gatsby’nin malikanesinde düzenlenen partilerde içki su gibi akar, kadınlar takıp takıştırıp yeni stillerle gelir bu dillere destan partilere, sabahlara kadar eğlenilir. İnsanların birbirleriyle gerçek anlamda ilişki kurmadığı, iki yüzlülüğün gırla gittiği, sahicilikten yoksun bütün o şaşaa, sadece günün birinde, Gatsby’nin eski sevgilisi Daisy’nin bu partilerin birine gelmesi içindir. Beş yıl

Yazının Devamı

Yaşar Kemal’in hediyesi

19 Mayıs 2013

Turkcell, bundan bir yıl önce Young Guru Academy (YGA) ile Hayal Ortağım Servisi projesini başlattı. Hedefini “Görme engellilerin hayallerine ortak olmak” şeklinde açıkladı. Proje kapsamında Turkcell abonesi görme engellilere güncel haberleri, köşe yazarlarını ve Milli Kütüphane arşivinden yüzlerce kitabı telefonlarından dinleyebilme imkanı sağlandı. Türkiye’de nüfusun yüzde 1.4’ünün görme engelli olduğu düşünülürse, fırsat eşitliği açısından son derece önemli bir proje. Projeye, Yapı Kredi Yayınları da dahil oldu bu yıl. Ve bu işbirliğinin ilk adımı, Yaşar Kemal’in Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Bir Ada Hikayesi dörtlemesinin son kitabı olan “Çıplak Deniz Çıplak Ada”nın Turkcell Hayal Ortağım Servisi’ne dahil edilmesiyle atıldı. Bu adım sayesinde, yerlerinden yurtlarından edilen insanların Ege’de bir adada yaşamlarını kurma mücadelelerini, tiyatro sanatçısı Yetkin Dikinciler’in sesiyle, o adanın içindeymişçesine yaşayabilecek, görme engelli okurlar. Kitap, onlar için bir telefon mesafesi uzaklıkta artık. Hem de ücretsiz.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın Genel Müdürü Tülay Güngen, projenin ayrıntılarının anlatıldığı toplantıda, bu işbirliğinin tüm bireylerin eşit

Yazının Devamı

İyi ki doğdun ‘45’lik

12 Mayıs 2013

Kapılarını 1995’te Beyoğlu’nda açtı 45’lik bar. 2008’de Çağan Irmak’ın “Issız Adam”ında adı geçince, haklı ünü daha da arttı. Filmle birlikte ‘eski şarkı’ları meğer ne çok sevdiğimizi fark ettik. Onları ne çok özlediğimizi... İşte bu özlemi giderebildiğimiz yegane mekan oldu 45’lik. O günden beri haftanın yedi günü ‘60’, ‘70’ ve ‘80’li yılların plaklarda kalmış Türkçe şarkıları çalınıyor 45’likte. Perşembe akşamı, 18. yaşını kutladı 45’lik. En yakın, en eski arkadaşımla, Gamze’yle birlikte gittik partiye. İki ay arayla, ‘71’ doğumluyuz ikimiz de... Bizim için, aslında galiba, çocukluğu, ilk gençliği 70’lerde, ‘80’lerde geçmiş olanlar için, o yıllara, o yaşlara dönme lüksü oldu ‘45’lik.’ O gece yaşıttık ‘45’likle. Zira DJ kabininin yanındaki siyah beyaz bir TV’nin içinde Dallas, Pembe Panter, Perihan Abla, Sahil Güvenlik, Uzay Yolu, Aşk Gemisi, Cici Kızlar, Charlie’nin Melekleri, Küçük Ev, Köle Isaura, Muppet Show, Heidi, Adile Naşit görüntüleri dönerken; Yavuz Hakan Tok’un seçtiği “Hava Ayaz mı Ayaz”, “Onda Bunda Şundadır”, “Bim Bam Bom”, “Sen Gidince Bak Neler Oldu”, “Boşvermişim Dünyaya” şarkıları art arda gelirken; Belkıs Özener, Füsun Önal, Mine Koşan, Ümit Besen ve Seçil

Yazının Devamı

Dildilian Ailesi’nin ‘yitik’ geçmişi

5 Mayıs 2013

Dildilianlar, Osmanlı Türkiye’sinde yaşamış bir Ermeni aile. Ailenin üyelerinden Krikor Dildilian, Yozgat’ın en ünlü kunduracısı. Yangın ve kıtlık yüzünden Sivas’a göç eder abisiyle. Atölyesinin pencerelerindeki sardunyalar nedeniyle Çiçekli Kunduracı diye tanınır. Yıl 1872. Krikor Dildilian’ın oğlu Tsolag Dildilian, baba mesleğini sürdürmek istemez zira onun hayali ‘fotoğrafçılık’tır. Babasının aldığı 5X7 inç kamerasıyla, kardeşi Aram’ın fotoğraflarını çekerek başlar işe. Anadolu’da stüdyolar yok o dönemlerde. Seyyar fotoğrafçılar, birkaç günlüğüne uğradıkları şehirlerden fotoğrafları çekip baskıyı yaptıktan sonra ayrılır. İşte böyle bir dönemde deneyimli bir ortakla birlikte çarşı içinde bir fotoğraf stüdyosu açar Tsolag Didilian. Merzifon’a kadar alır yürür ünü. Orada Amerikalılar tarafından açılan Anadolu Koleji, Dildilian’ı okulun resmi fotoğrafçısı olarak işe alır. Tam da o sıralarda, babası ve annesi 5 ay içinde art arda ölünce, dört kardeşiyle Merzifon’a taşınır Tsolag. Henüz 22 yaşındadır. Kolejin mezuniyet fotoğraflarını çeker; bununla da yetinmez şehri, insanları fotoğraflamaya başlar. 27’sinde evlenir. 6 çocuk dünyaya getirir. Aile de, yaptıkları fotoğrafçılık işi

Yazının Devamı