Masal güzeli

6 Ekim 2013

Ünlü operet bestecisi Muhlis Sabahattin Ezgi’nin Seniye Hanım’la yaptığı ilk evliliğinden dünyaya gelir Melek; 1915 yılında, İstanbul’da. 1930’da Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği güzellik yarışmasında finale kalır ama dereceye giremez. Bir yıl sonra babasının kurduğu Muhlis Sabahattin’in Çocukları Topluluğu’yla birlikte “Perde Arkası” operetinde ilk sahne deneyimini yaşar. “Büyük üstadın sanatkar kerimesi” olarak sunulur izleyiciye. 1933’te ilk sinema filminde rol alır: “Söz Bir Allah Bir”. Yine o yıl çekilen, müziklerini Muhlis Sabahattin’in yaptığı “Milyon Avcıları”ndaki rol arkadaşlarından biri de dublaj sanatçısı Ferdi Tayfur’dur. Hayatının sonuna dek aşk ve nefret dolu bir tutkuyla seveceği Tayfur ile üç yıl kadar sürecek bir evlilik yapar.
1935’te “Ayşe Opereti”nde görürüz onu. En sevdiği rol de burada oynadığı Ayşe olur. 1936’da Darülbedayi oyuncuları arasına girer Melek. Bir yıl sona 20 Mart 1937’de “Kral Lear”de, kralın ortanca kızı Regan rolünde sahnedeyken ağzından kan gelir. Verem olduğu anlaşılır.
Önce Ezgi, ardından Tayfur olan soyadı artık Kobra’dır. Melek Kobra...
Tedavisine iyi gelir umuduyla Çamlıca’da bir eve taşınır. Kirasını ve masraflarını o

Yazının Devamı

Unutulmaz bir Woody Allen kadını

29 Eylül 2013

Woody Allen’ın son filmi “Blue Jasmine” cuma günü vizyona girdi. Eleştirmenlerin hepsi “Allen’ın son dönemlerdeki en iyi filmi” olduğu konusunda hemfikir. Jasmine karakterini oynayan Cate Blanchett’e şimdiden Oscar heykelciğini verdiler bile. Haksız sayılmazlar. Gerçekten olağanüstü bir performans sergiliyor Blanchett.
Jasmine, çok özel bir Woody Allen karakteri; insanı üzen, içini burkan, acımak ve nefret etmek arasında dolaştıran bir New York nevrotiği. Zaten Allen da, Guardian’a verdiği röportajda Jasmine karakterinin yaşadıklarını anlatırken “Bir kadının içinde bulunabileceği ilginç bir psikolojik durum olduğunu düşündüm,” demiş.
Finans sektöründe çalışan kocası Hal’in sağladığı imkanlarla devasa bir malikanede, gösterişli bir hayat sürüyor Jasmine. Antropoloji son sınıftan terk bir Park Avenue kadını... Bütün o para, pul, şaşaa içinde ne dolandırıcı kocasının çevirdiği dolaplardan ne de defalarca aldatıldığından haberdar gibi görünüyor. Mensubu olduğu üst sınıfın imtiyazlarının tadını çıkartmakla meşgul. Ne var ki, bir gün Hal’in yaptıkları ortaya çıkıyor; o hapse girerken, beş parasız kalan Jasmine, New York’tan San Francisco’ya, bir markette kasiyerlik yapan kız

Yazının Devamı

Gerdanda Anish Kapoor

22 Eylül 2013

Öyle çok da mücevher meraklısı bir kadın olmamama rağmen, bileğime Anish Kapoor imzalı bileziği taktığımda heyecanlandığımı itiraf etmeliyim. Aynı heyecanı Marc Quinn’in tasarladığı orkide yüzükleri denediğimde de hissettim. Hakikaten tuhaf bir duygu... İkisi de dünyanın en önemli sanatçılarından... İkisi de heykelde çığır açmış... Ve siz onların eserlerini üzerinizde taşıyorsunuz. Wearable Art (Giyilebilir Sanat) denen akımın birer örneği her biri. Giyilebilir Sanat’ın mücevherdeki uygulamaları 1930’lara dek uzanıyor. 1960’lardan itibaren de tekstilde kullanılıyor. “Bir sanatçının ürettiği eserlerden yapılmış giysi-mücevher” olarak tanımlanan Giyilebilir Sanat’la ilgili İstanbul’daki ilk sergi 2012’de Portakal’da açılmıştı. 11 Eylül’de başlayan “Wearable Art By Anish Kapoor & Marc Quinn” sergisinin adresi de aynı: Portakal. Zamanlama şahane; zira bildiğiniz gibi Sabancı Müzesi’nde büyük bir Anish Kapoor sergisi var bugünlerde. Müzedeki dev Anish Kapoor heykellerini gördükten sonra, Kapoor formlarından üretilen mücevherlerle karşılaşmak gerçekten tarifsiz bir deneyim.
Portakal, daha önceki sergide olduğu gibi, bu yeni sergide de Louisa Guinness ile beraber çalışmış.

Yazının Devamı

Galata’da eğitim sürüyor

15 Eylül 2013

Karaköy’deki Galata Özel Rum İlköğretim Okulu tam da okulların açıldığı bugünlerde eğitim kurumu işlevini ‘sanat’ üzerinden gerçekleştiriyor. Zira okul dün başlayan 13. İstanbul Bienali’nin mekanlarından biri ve içinde ‘eğitim’ ağırlıklı işler yer alıyor. Neoklasik mimari üslubuyla 19. YY sonlarında inşa edilen okul, öğrenci yetersizliği nedeniyle 2007’de kapatılmıştı. 2012’de İstanbul Tasarım Bienali ve İstanbul Tiyatro Festivali için kapılarını açan okulun binasına ‘çocuklar gibi şen’ tabir edilen bir hava hakim onca yıldan sonra. Bunu, odalar arasında videodan, enstalasyona hayranlıkla gezen yerli yabancı çok sayıda sanatseverin yüzlerinde görmek mümkün.
Binanın girişinde İnci Eviner’in “Ortak Eylem Aygıtı: Bir Etüt” adlı işi yer alıyor. Mekandaki en ilginç iş olduğunu söylemeliyim. “Bir çeşit okul” olarak tanımlıyor Eviner, sanatın varoluş şeklini sorgulayan performatif çalışmasını. Politikayla estetiğin nasıl bir araya geldiğini deneyimlemek için bir alan yaratmış sanatçı. İçinde atölyeler ve sahneler yer alıyor. Canlı bir aygıt gibi çalışıyor Eviner’in yarattığı mekan. Üniversitelerin heykel, dans, mimari, sahne sanatları bölümlerinden gelen öğrenciler, her gün

Yazının Devamı

“Durma göğe bakalım...”

8 Eylül 2013

Bazen sıkılırız ya... Şehir basar hani. Aynılık, sıradanlık, sahtelik, duyarsızlık... Sevgiliyi de alıp, kaçıp gidesi gelir insanın. Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı”ndan binip bir otobüse... “İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım” der Uyar:
“Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar/ Şu aranıp duran korkak ellerimi tut/ Bu evleri atla, bu evleri de, bunları da/ Göğe bakalım”. Ne vardır bu sevgilinin ellerinde, bilmez. Bildiği onları tuttukça güçlendiği, kalabalık olduğudur: “Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin.” Bütün sıkıntı veren şeyleri, evleri, insanları, sokakları bir kenara koyar şair, “Seni aldım bana ayırdım” diye seslenir sevgiliye: “Durma kendini hatırlat / Durma göğe bakalım”.
Edip Cansever de “Saate Bakmak”ta bu şiire atıfta bulunarak sorar: “Bir otobüse biniyoruz, sahiden biniyor muyuz / Söyle, nerde ‘Göğe bakma durakları’, nerde?”
Aslında 25 Haziran’dan beri İstanbul Modern’in bahçesinde “Göğe Bakma Durağı”. İstanbul Modern’in, New York’taki The Museum of Modern Art (MOMA) ve MoMA PS1 işbirliğiyle hayata geçirdiği YAP İstanbul Modern başlıklı Yeni Mimarlık Programı kapsamında, bahçede salınan çelik şemsiyelerin orta yerinde.
Yeni

Yazının Devamı

Fatih ve Harbiye’nin bugününü anlamak

1 Eylül 2013

Doğu’yla Batı arasındaki kültürel çatışmayı en yetkin anlatan romanlardan biri de Peyami Safa’nın “Fatih-Harbiye”si hiç kuşkusuz. 1932 yılında basılan roman Safa’nın olgunluk döneminde kaleme aldığı en önemli eserlerinden. Kesin bir veri olmamakla birlikte olay örgüsünün 1927 yılında geçtiği söylenir. Fatih-Harbiye bir tramvay hattının adıdır aslında. Fatih, Doğu’yu ve geleneksel, muhafazakar yaşam tarzını simgelerken, Harbiye İstanbul’daki Batılılaşmanın, alafranga kültürün temsilcisidir. Yoğun bir kültürel değişimden geçen ülkede, bu değişimin Fatih ile Harbiye üzerindeki etkilerini sosyolojik ve psikolojik açıdan ustalıkla yansıtır Safa. Esasında her iki kültürü de anlatıp, bir seçim yaptırır romanın sonunda. Bu görevi de bir kadın karaktere, Neriman’a verir. Ne var ki, Safa’nın çizdiği tiplemede kadın bu seçimi sağlıklı şekilde yapamayacak kadar ‘gösteriş’e düşkün, iyiyle kötüyü ayırt edemeyecek kadar zayıf yaradılıştadır. Neyse ki (!) onun yardımına koşan makul erkekler vardır, mahalleden sevgilisi Şinasi, babası Faiz Bey gibi... Yine de Safa’nın bu tartışmalı ‘erkek’ bakışı, romanın değerini azaltmaz. Kadın imgesi konusunda onunla hemfikir olmaya gerek yoktur, romanın

Yazının Devamı

Suzan Hoca

25 Ağustos 2013

Bertrand Russell, “En yüksek sanatın gösterebileceği kesin kusursuzluğa muktedir, yüce bir güzellik,” der matematik için. Matematik profesörü Jerry P. King ise “Matematik Sanatı” adlı ünlü kitabında “sanatın değerini anlayan kesim”de, matematiğin anahtarının sıkıcılık ve teknik değil, güzellik ve zarafet olduğunu söyler. Ne var ki onun sanat boyutunu fark etmek ya da sanatın içindeki matematiği keşfetmek için önce matematiği kavramak gerek. Bunu sağlayacak olanlar da hiç kuşkusuz öğretmenler. Zaten King de kitabında “matematiğin öğrencilere hükmetmeye değil de öğretmeye dayanan ve konuyu anlayan bir öğretmen tarafından öğretilmesinin ‘kavrama’ konusundaki önemine” dikkat çeker. Bu, lise öğretmenleri kadar üniversitedeki öğretim üyeleri için de geçerli.
İşte bu matematikçilerden biri, Türkiye’nin ilk matematik profesörlerinden Suzan Kahramaner. Işık Üniversitesi, 26-30 Ağustos tarihleri arasında Prof. Dr. Suzan Kahramaner’in 100. yaş günü anısına, bu yıl 9.’su gerçekleşecek olan uluslararası bir matematik sempozyumuna ev sahipliği yapacak.
21 Mayıs 1913 doğumlu Kahramaner. Notre Dame de Sion’u bitirdikten sonra 1934 yılında İstanbul Üniversitesi Matematik ve Astronomi

Yazının Devamı

Ateş hattında aşk

18 Ağustos 2013

Robert Capa... 20’nci yüzyılın efsanevi savaş fotoğrafçısı... Beş büyük savaşın fotoğraflarını çekti. İspanya İç Savaşı, Çin-Japon Savaşı, II. Dünya Savaşı, Filistin, Fransız-Çinhindi savaşları... Cordoba Cephesi’ndeki “Düşen Asker” fotoğrafıyla dünya basınının dikkatini çektiğinde henüz 23 yaşındaydı. Katıldığı son savaşta öldüğünde ise 41. Onu bulduklarında, cansız bedeni fotoğraf makinesine sımsıkı sarılmış haldeydi.
Gerda Taro... 20’nci yüzyılın savaşta ateş hattında çalışan ilk kadın fotomuhabiri. 27 yaşındayken İspanya İç Savaşı’nda öldü. Tedavisiyle ilgilenen hemşireye sordu: “Fotoğraf makinemi buldular mı?” Hemşire başını iki yana sallayınca “Hay Allah” dedi: “Daha yeniydi.” Son sözleri bu oldu.
Bu iki cesur fotomuhabir 1934’te Paris’te tanıştılar. Antisemist politikalar nedeniyle, Capa Macaristan’dan, Taro Almanya’dan gelmişti. İkisi de mülteciydi. İkisi de Yahudi. İkisi de radikal sol.
Gerda Taro’nun asıl adı Gerta Pohorylle, Robert Capa’nınki ise Andrei Friedmann’dı. Başlangıçta arkadaştılar. Andrei, Gerta’ya fotoğraf çekmeyi öğretti. Güney Fransa’da yaptıkları tatilde aşık oldular birbirlerine. Artan para sıkıntılarıyla başa çıkmaya çalışırken Gerta’nın aklına

Yazının Devamı