“Bize iki
çay söyle” ne güzel bir davettir ve ne içten aslında...
O çaylar gelir masaya, bazen
biri demli, öteki açık, şekerli, şekersiz ve sohbeti başlatır ilk yudumlar. Elif Key’in İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı ‘Bize İki Çay Söyle’ için de geçerli bunlar. Mis gibi bir çay kokusuna, lezzeti tarifsiz bir sohbet eşlik ediyor.
Çocukluğumuzun lunaparkları olan anneannelerimizden başlıyor sohbete Elif Key... O anlattıkça biz kendi dekorumuzu yeniden kuruyoruz, yeniden çocuk olup, mutlu olup, üç sayfa sonra anneannenin ölümüyle yaralanıyor, aynı anda da büyüyoruz. Öyle yaraya merhem sürer gibi, öyle usul usul anlatıyor ki Key, kullandığı kelimeler şifa oluyor. Sonra abla-kardeş olmaktan açıyor lafı... Büyüme evresindeki tüm didişmelerini tatlı tatlı anlatıp, yaptıkları dev kavgaları hatırlatmayı
“Berkin uyanmadı, ekmekler taş oldu”
Bir başka yazıda annelere soruyor: “Arkadaşlarımızın da gördüğü sayfalarımıza ‘Yavrum annen sana kurban olsun’ yazarken hiç mi vicdanınız sızlamıyor”. Ve onları Facebook ebeveyni olmanın incelikleriyle tanıştırıyor. Çocuk yaşta sokakların hepimiz için ne büyük mutluluk olduğunu, 3 kg’lık arap sabununu eve götüremeden döktüğü bir hikâyesinde anlatıyor. Sonra Berkin’i anıyor, ‘bütün ekmeklerin yere düştüğü’ 16 Haziran günü ekmek almaya giderken aklından geçenleri düşünüyor Berkin’in... “Berkin uyanmadı, bütün ekmekler taş oldu” diyor. İlkokul 1’de okuma bayramında Nâzım Hikmet’in ‘Sevdalı Bulut’una
‘sakıncalı’ diyerek itiraz eden öğretmenine karşı babasıyla birlikte verdikleri şahane mücadeleyi aktarıyor daha sonra...
İkinci bardak çayı da koyarak masaya, memleketin ahvaline gönderme yapan bölümler okuyoruz. Uludere’yi, İHD’nin toplu mezar haritasını, Soma’daki maden faciasını, hep bir parça canımız yanarak, ama birkaç sayfa sonra başka bir konuda koca bir kahkaha patlatarak. Sonra yeniden çocukluğuna dönüyor. Anne babanın aldığı kasetler üzerinden kardeşiyle birlikte niyet okudukları günlere... Derken bugünlere uğruyor. Hayatlarımızın ‘vasat’ ile kurduğu ilişkiyi analiz ediyor... Arada tutup gülle gibi çarpan sorular soruyor: “Hayatının ilk 11’ini yazsan, kalede misin, defansta mı? Yoksa şutlarınla mı meşhursun?” Yaşı büyüyüp, küçülürken yazılar arasında, zorlu hesaplaşmalara da düşürüyor yolunu. “Gitgide bazı şehirlerin bazı samimiyetsiz muhitlerine benzeyen” arkadaşlarımızı anıyor misal, kimse fark etmeden yavaş yavaş deliriyor oluşumuza dikkat çekiyor, yaşayanları değil, ölüleri seven yanımıza dokunduruyor, “Kendini tamir edeceksen gidip şiir kitapları al önce” diye tembih ediyor.
O kadar kaptırdım ki okurken, buz gibi oldu çayım, ikimiz için de tazeledim, kaldığım yerden devam ettim, Türkçenin daha bir güzelleştiği bu yazılara... Öyle dokunaklıydılar ki gözlerim doldu sık sık... Ve öyle komikti ki kimisi, bu defa da gülmekten yaşardılar. Her iki grup yazının da ortak noktası, samimiyetleriydi; ağlatan da o, güldüren de... Bir de yazarın sağlam kişiliği, satır aralarında sezilen... Harbi oluşu, eyvallahsız, gözü kara. İyi bir insan oluşu...
Diyeceğim o ki, alın Elif Key’i karşınıza, iki de çay söyleyin, değmeyin keyfinize...
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025