1970 yılında Strasbourg'da öğrenciyken, oradan aldığım 6 bin yeni Fransız frangı ilaç gibi gelmişti.Anlatayım... Hukuku bitirmiş, Strasbourg'da iktisat doktorasına sıvanmıştım.Geçiniyorduk ama zorlanarak...Bir gazeteye ve TRT'ye Avrupa Konseyi'nden haberler geçiyordum. Ankara Gazeteciler Kooperatifi'nden aldığım Çankaya'daki dairemi de satmıştım.Eşim Canan da Avrupa Konseyi Kültür Komisyonu'nun yönetiminde ikinci posttaydı. Bütün bunlar bir araya toplandığında teorik olarak durumun hiç de fena olmaması gerekirdi ama evdeki hesap Strasbourg pazarında tutmamıştı. Bir köşesini yatak odası olarak kullandığımız salon, mutfak ve banyolu "stüdyoda" oturduğumuzu Kurtul Ağbi'ye (Altuğ) yazmıştım. Muhabirlik yılları arkadaşım Can Pulak, stüdyo tuttuğumu duyunca, "Eyvah... Güneri Fransa'ya doktora yapmaya gitti. Fotoğrafçılığa başlamış. Bir şeyler yapmalı" diye telaşlanmış. Arkadaşlar arasında para toplamaya bile kalkışmış. Sonra stüdyonun ne olduğunu izah ederek onu yatıştırmıştım.Bu anıyla, hâlâ aramızda gülüşürüz...........................Akşamüstleri Avrupa Konseyi'nin Basınla İlişkiler Bölümü yöneticilerinden İzzet Ağbi'nin (Sedes) odasında toplanırdık.Radyodan, Türkiye haberlerini dinlerdik.İzzet Ağbi, AİHM'nin (o zaman Avrupa İnsan Hakları Divanı'ydı) bazı kararlarının kitap haline getirilmekte olduğunu ve üye ülkelerin dillerine çevrilerek yayımlanacağını söyledi."Türkçe çevirisini sen yapmak ister misin?" diye sordu. "İyi de para veriyorlar. Tam 6 bin frank" diye ilave etti.Strasbourg'daki bütün Türklerin yardımına koşan sevgili dost merhum Hamit Günaltay da kulis yaptı. İş, bende kaldı.Allahım ne zor bir işti. Yarım sayfa, bazen 1 sayfa paragraflar... Sanskritçe gibi geliyordu. Geç saatlere kadar satırlar arasında debelenirdim. ..........................O davalardaki konular nasıl garip görünürdü bana...Sanki bu davalar Merih'te görülüyordu. Benim Türkiye'de yaşadığım ortamla hiç ilgisi yoktu.Biz, gösterilerde polis, copunu oramıza buramıza vurduğu zaman önemsemeyen, o copların bazı kızlara neler yaptığını da bilen nesildik.Oysa tercüme ettiğim dosyalar, şikâyetçinin polis tarafından araca bindirilirken kolunun arkaya burkulup zorlama yapılıp yapılmadığını paragraf boyu irdeliyordu.Deli gömleği giydirilerek sakinleştirilen bir hapishane mahkûmu, devleti dava etmişti ve davayı kazanmıştı.Anlaşılan hiç işkenceden geçmemişti. O günlerde hocam ve büyük dostum Prof. Uğur Alacakaptan'dan mektup almıştım. Mamak Cezaevi'nde Uğur Mumcu'yla beraber yattığını ve dışarıda kendisine kar temizlettirildiğini, buz kırdırıldığını, belinin tutmadığını yazıyordu. İçim parçalanmıştı.En çok dava, Belçika'da, Valonlar ve Flamanlar arasında dil ayrımı nedeniyleydi."Devletin resmi dilini konuşsunlar, problem çözülmüş olmuyor mu?" diye düşünmüştüm. Anadil sorunları Avrupa'da o zamanlar da günceldi...........................Bunları neden yazdım?..Benim 1970'te başlayan 36 yıllık Avrupa Hukuku'nu ve kültürünü içselleştirme sürecimde, bu kitabın tercümesi, bir başlangıçtır. Öğrencilik yıllarımda bir Volkswagen 1300 otomobil fiyatıydı bu. İlaç gibi geldi ama asıl kazancım insan haklarını algılama yolculuğudur.Adalet Bakanı Cemil Çiçek, iyi bir hukukçudur, uygardır. Kelimelerini özenle kullanan politikacıdır. Yeni TMK için, "İnşallah uygulamak zorunda kalmayız" diyecek kadar duyarlılık göstermiştir. O bile, "AİHM neredeyse kansere de çare bulacak" diyerek, mahkemeyi "her şeye burnunu sokmakla" suçlamışsa, o zaman, Elif Şafak, Orhan Pamuk, Hrant Dink, Perihan Mağden'e saldırılar almamız gereken mesafeyi işaretliyor. g.civaoglu@milliyet.com.tr AİHM'nin (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) yaşamımda özel yeri vardır.