BİR kez daha “çözüm sürecinin kopmayacağı” görüldü. Bu önemli bir “artı” olarak kaydedilmeli.
Sürecin devamı için cesaret ve umut vericidir.
Yol arızalarının onarılmaz olmadığı kanıtlanmıştır.
Çözüm “demokratik çizgide yürüyeceğine göre asıl önemlisi toplum psikolojisini de her yeni adıma kazandırmaktır.”
Bunun da yöntemi, öncelikle, kolektif hafızadaki izlerini tespit etmektir.
Şöyle ki...
Türkiye’deki “acaba bölünür müyüz” tedirginliği geçmişte yaşananların “travmasıyla” da yorumlanabilir.
GÖÇ ACILARI
ANADOLU ve Osmanlı Rumeli’sinden arda kalan bir avuç Trakya göçlerin acı selleri halinde aktığı topraklardır.
“Son vatandır...”
Kırım’dan, Kafkasya’dan, Bulgaristan’dan, Yunanistan’dan, Sırbistan’dan, Makedonya’dan, Bosna’dan, Arnavutluk’tan sersefil göçen milyonlar için nihayet -korkusuz- yaşayacakları ve tutkuyla bağlı oldukları son vatandır.
Öyle istemli bir göçle gelmiş değillerdir.
Bulundukları topraklardan işgaller, katliamlar, yağmalar, hatta cinsel tacizlerle kaçırılmışlardır.
Yüzyıllardır yaşadıkları yerlerden koparıldıkları topraklarda Osmanlı ordularının utanç verici yenilgileri beyinlerine ve yüreklerine kazınmıştır.
Nesiller boyu çocuklara, torunlara bu zillet ve eziyet anlatılmıştır.
Özellikle Rumeli’den göç alan topraklarda “senin bu yaptığını Bulgar gavuru bile yapmaz” ya da “senin bu yaptığını Yunan gavuru yapmaz” söylemleri genlerimize kodlanmıştır.
Rus ordularının işgal ettiği Doğu ve Kuzeydoğu’da ise aynı söylem “bu yaptığını Moskof gavuru yapmaz” diye tekrarlanır.
Kırım Türkleri, Tatarları, Gürcistan’dan gelen Müslümanlar, Çerkezler hala bu travmaları taşımaktalar.
Son vatandan da toprak kaybına, bölünme kuşkularına ve kaygılarına olağanın ötesinde duyarlıdırlar.
ÖFKE KRİZLERİM
TAHA Akyol’un Balkan Bozgununun 100’üncü Yılında “RUMELİ’YE ELVEDA” kitabını okurken kahroldum.
Zaman zaman kanım beynime sıçradı öfkeden.
Birkaç örnek vereyim.
Kırım ve Kafkasya’dan Türkiye’ye 1 milyon 800 bin göç alınmış.
Bunun en az yarısı kadarı da yollarda telef olmuş.
Kalanların çoğu Rusya içine ve özellikle Sibirya düzlüklerine dağıtılmış.
Rus Çarı II. Alexandr, 1861 yılında Kafkasya’yı ziyaret ettiğinde kendisiyle görüşen “el konulmuş arazilerin iade edilmesini isteyen” Çerkezlere şu karşılığı vermiş:
“Ya gösterilecek yerlere veya Türkiye’ye göçün.”
.....................
Rumeli’ye bakalım...
Rumeli’nin elden çıkışının başlangıcı “Kumanova” bozgunudur.
Sırpların 100 bin askerinin önüne koca Osmanlı Devleti ordusu sadece 65 bin asker koyabilmiştir.
Sonuç elbette bozgun.
Bunu Kosova, Üsküp, Manastır yenilgileri ve bu toprakların elden çıkışı izlemiştir.
Hele Selanik, Hasan Tahsin Paşa tarafından tek kurşun atmadan Yunan ordusuna teslim edilmiştir.
.....................
Kumanova’daki Osmanlı Ordusu’nun komutanı bakın nasıl yazmış:
23-24 Ekim gecesi Manastır ve Üsküp adlı tümenler düşman karşısında bulundukları hattı terk ederek gecelemek için Kumanova’ya (şehre) çekilmişler.
Tümen kumandanları bu halden ancak sabaha karşı haberdar olabilmişlerdir.
Yağmur altında kalan askerin subayları hattın gerilerinden köylere yerleşip istirahate konulmuşlardır.
Zannedersem o akşam eratın (askerler) tayını da verilmemiştir.
Kumanova’da başlangıçta Türk Ordusu, Sıprları mağlup etmiştir.
Fakat kurnaz Sırplar, Arnavut köylerini ateşe vererek casusları vasıtasıyla askerlere “köyleriniz yanıyor, karılarınız, kızlarınız berbat ediliyor” diye propaganda yaptıklarından Arnavut askerler top arabalarının kayışlarını keserek beygirlere atlayıp köylere koştuğundan orda kazanılan zafer aleyhimize dönmüştür.
.......................
Kumanova’ya vurgu yaptım.
Çünkü...
“O savaş , Osmanlı’nın mağlup edilebilir olduğunun” işareti olmuştur.
Sonrası çorap söküğü gibi gelmiştir.
Düşman orduları ve özellikle Bulgarlar tüm Trakya’yı ele geçirerek bizim hafta sonları yürüyüş yaptığımız Belgrad Ormanları-Çatalca hattına kadar gelmişlerdir.
......................
Fransız gazeteci Stephane Lauzzanne’den satırlarla noktayı koyayım.
Belgrad Ormanı’na geldiğim vakit uzun bir Türk kafilesine rastladım.
Kafile tam anlamıyla “beşeri bir enkazdan” oluşuyordu.
Vücut ve yüzleri ıstırapla kasılıp kalmıştı.
Acınacak bir halde adeta kendilerini sürüklüyorlardı.
Bazıları yük arabalarına uzanmış ölülerle karışık gidiyordu.
Hıçkırık ve hırıltılar feciydi.
.......................
Son vatan için duyarlıklara empati yapmak gerek.
Son vatanın bir kez daha parçalanmaması için üzerinde yaşayan bütün insanların demokrasi içinde, eşit Anayasal vatandaşlıkla, insan hakları ve özgürlükleri paylaşmak demek olan “çözüm sürecini” anlatmalıyız.