İMRALI tutanaklarında yer alan “Abdullah Öcalan’ın, cemaat hedefli bazı söylemleri” de yankı yaptı.
Türkiye’nin tümüyle “çözüm süreci” arkasında bütünleşmesi için cemaatin de -tam olarak- kazanılması gerek.
Yeni Şafak’ta Hilal Kaplan soruna parmak basıyor:
Geldiğimiz noktadaysa, Gülen Cemaati’ne kötücül bir gözle bakan, bir Öcalan var.
Bu tablo karşısında, cemaate yakın kalemler, haklı olarak öfke dozu yüksek yazılar yazdılar.
Ancak aynı zamanda, sürece karşı olumsuz bakışlarına geri döndüklerini de gözlemlemek mümkün.
Bu açıdan, sızdırılan notların toplumsal destek bağlamında özellikle Gülen Cemaati’ni menfi yönde etkilediğini söylesek yeridir.
...........................
Cemaat, kamuoyunun oluşmasında, hatta yönlenmesinde etkin bir “resmi olmayan” kurumdur.
İlginç olanı Abdullah Öcalan’ın da bunu böyle değerlendirirken, 3 BDP’li milletvekiline konuşmasında makas değiştirerek “olumsuza” geçmesidir.
Hilal Kaplan bu “makas değiştirme” olayını da anlatıyor.
Öcalan’ın 2 yıl önce Gülen Cemaati hakkındaki şu sözlerini yansıtıyor:
Biz hiçbir zaman kendilerinin (Gülen Cemaati’nin) varlığını inkar etmedik, onlardan da bizi inkar etmemelerini bekleriz.
Hem kendileri, hem biz, gerek Türkiye’de, gerek Ortadoğu’da önemli aktörleriz.
Kendileri Türkiye’nin hatta Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde rol alabilirler, önemli bir güçleri var.
Ben, kendilerini bir tarikat - cemaat olarak görmüyorum.
Biraz sivil toplum örgütü hatta bir siyasi parti işlevine sahip olduğunu düşünüyorum.
Rolü önemlidir.
Hatta Ortadoğu’nun bir siyasi partisi gibiler. Oldukça dinamik güçleri var, biz de dinamik bir gücüz.
Bu iki dinamik gücün karşılıklı anlayış göstermesi ve dayanışma halinde olması durumunda Türkiye’de birçok temel sorun çözülecektir.
Bu dayanışma sadece Türkiye’yi değil, Ortadoğu’yu da etkileyecektir.
Türkiye’de statükonun aşılması ve demokratikleşme süreci için herkes birlikte çalışabilir.
Ortak zemin demokrasi olmalıdır.
...............................
Gerçekten Abdullah Öcalan’ın cemaat için 2 yıl önceki bu söylemiyle, İmralı -resmi olmayan- tutanakları arasında ciddi bir açı genişlemesi var.
Hilal Kaplan, bu farklılığa dikkat çekiyor ama “sebep” satırları göremedim.
Özellikle Güneydoğu Anadolu’da yakın zamanlara kadar cemaat dershanelerine PKK kaynaklı saldırıların olduğunu, cemaatin Güneydoğu’da alan tutmasına, kökleşmesine olumsuz bakıldığını biliyoruz.
Ama...
O tarihlerde Öcalan’ın cemaate zeytin dalı uzatan sözlerinden sonra, ne değişmiştir de Öcalan İmralı’da 3 BDP’liyle konuşurken olumsuz söyleme geçmiştir.
“İktidar ile cemaat arasında yol ayrılığı” gibi iddialar İmralı’ya da yansıdı mı, Öcalan’ın mercek değişimi bu yüzden mi?
Böyle spekülasyonlara girmiyorum.
Fakat...
Öcalan’ın değil ama “çözüm sürecine omuz verenlerin” bu tür algılamaları düzelten psikolojiyi üretmeleri gerekiyor.
ÇAĞRI
ETKİN bir isim olan Hilal Kaplan’ın çağrısı işlevsel olabilir:
Öcalan, hala bildiğimiz Öcalan.
Onun “megaloman, narsist ve ırkçı” söylemleri olduğu yıllardır yayınlanan avukat görüşme notlarını takip eden herkesin malumu.
Sürece “Öcalan’ın hatırı” için de destek verilmediğine göre, “gavura kızıp oruç bozmak” çelişki değil midir?
Hocaefendi’nin kalpleri yumuşatan o tarihi sözlerini hatırlatarak çekilelim.
“Heyet-i milliye arasında huzur için katlanabilecek her şeye katlanmak lazım.
Sulh hayırdır. Hayır sulhtadır.
Bölünüp parçalanmak istenen insanımız arasında sulh temin etmek için elden gelen her şeyin yapılması, gerekirse kan kusulması ama ‘kızılcık şerbeti içmiştim’ denilmesi gerekir.
Bu kadar varidatı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.”
.............................
Aynı coğrafyanın mahalleleri arasında hepsine saygılı olmak gereken örtüşmeleri, geçirgenlikleri, ayrılıkları, çıkmaz sokakları, ortak görüş trafiğinin aktığı bulvarları bilemem. Ancak...
Çözüm sürecinde tarafların, aktörlerin, çokluğuna ve yolculuğun bu nedenle de zorluğuna işaret etmek istedim.
Kartlar süreç boyunca tekrar tekrar karılacak, tekrar tekrar dağıtılacak, güçlü kartlar, jokerler sık sık el değiştirecek.