Bugüne kadar, aylık 5 milyar dolar dolayındaki bir cari açığa (döviz açığına) göre oluşmuş arz ve talep dengesinde dolar 1.80 TL dolayına oturmuş görünürken, ne oldu da birden 1.97 TL’ye doğru sıçradı?
Daha düne kadar Merkez Bankası, dolar 1.80 TL’den daha da aşağıya inmesin diyerek, piyasadan döviz topluyor, bankaların elindeki dövizleri alarak rezerve istif ediyordu.
Halbuki şimdilerde tersine bir durum var. Merkez Bankası 11 Haziran’dan bu yana 4 milyar 900 milyon dolarlık “Döviz Tanzim Satışı” yaptığı halde, talebin ateşini söndüremedi.
Pazartesi günü 2 milyar 250 milyon dolar tutarında dövizi piyasaya sürdü. Dolarlar kapışıldı. Doların fiyatı ancak 2 kuruşcuk ucuzladı.
Dolar satmak bu işin raconu
Çok kişi merak ediyor. Merkez Bankası’nın sattığı dövizleri kimler satın alıyor?
Ramazan Müslümanlar için önemli bir aydır. (1) Önce ramazanın ne olduğunu, ne için oruç tuttuğumuzu bileceğiz. (2) Sonra bu ayın ve orucun gereğini yerine getireceğiz.
Sevap da, günah da kişiye özeldir. Oruçlu olanlara olmayanların, oruçlu olmayanlara oruçluların saygı göstermesi esastır. Müslümanlık ve oruç “inanç” işidir. “Formalite” değildir. Müslümanların ve oruçluların dinin emrettiği formalitelere uyarken, manevi olarak da dinin emirlerini yerine getirmeleri beklenir.
Müslümanlık sevgidir, saygıdır. İyi ve gerçek bir Müslüman, Kuanı Kerim’e inanan bir Müslüman, Müslüman olanlar ile olmayanlar arasında veya Kur’anı Kerim’e tam olarak uyanlar ile uyamayanlar arasında ayırım yapmaz. Kendini kin, hırs, düşmanlık duygularından arındırır.
Kur’an-ı Kerim ne diyor?
Ramazan, Kuran’da adı geçen tek aydır. Ramazan orucunun farz olması buyrulan ayette (Bakara Suresi 185) şöyle denilmektedir:
“Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kuran’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden, ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin.
Ülke parasının değer kaybetmesi (genel kabul gören ekonomi kuralına göre) ihracatta rekabet gücünü artırır. Bizde (genel kabul gören söylemlere bakılır ise) döviz fiyatının Merkez Bankası tarafından baskı altında tutulması ihracatımızın coşmasını, koşmasını frenliyor.
Bu “genel kabul gören ekonomi kuralları ve söylemler” (genelde) doğrudur. Ne var ki, biz üretim yapısını çarpıttığımız, üretimi ucuz döviz afyonu ile, ithalata bağımlı hale getirdiğimizden, doların fiyatının artması doğrudan fiyat rekabeti sağlamıyor. Çünkü doların fiyatı artınca içerideki üretimin ithal girdi maliyeti de artıyor.
Bizim başlıca ihraç ürünlerimiz, otomotiv, demir çelik, kimyasal, plastik, madeni eşya... Bunlarda ithal girdi yüzde 65 - 75.
Buraya kadar anlatılanlar “hikâye”... Gelelim rakamlara. Piyasa uzmanı Zeynel Balcı’nın hazırladığı tabloyu ve çizimi sizlere aktaracağım. Kısa dönemin özeti:
Ocak - Mayıs döneminde, 2012’de ortalama dolar fiyatı 1.86 iken dış ticaret açığımız (ithalat ile ihracat arasındaki fark) 35 milyar dolar iken 2013’ün aynı döneminde ortalama dolar fiyatı 1.87 olunca açık 41 milyar dolara yükseldi.
Dolar fiyatı durup dururken neden tırmanışa geçti?
1) “Genel Tablo “şudur: Dünya piyasaları bir aydır çalkalanıyor. Bu çalkantıda bizde de sihir ve de sinir bozuldu. Dolar fiyatı tırmanışa geçti.
- Dünya piyasalarında dalgalanma başlayınca Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalara para gönderenler, paralarını bu ülkelerden çekerek başka ülkelere aktarıyorlar.
Bunu sadece ülke riskinden korktukları için değil, başka ülkelerdeki yatırımları daha kârlı gördükleri için yapıyorlar.
- Türkiye gibi ülkelerde döviz kurunun istikrarı önemlidir. Yabancı dolarını ülkeye girerken 1.75 TL bozdurup borsaya, bonoya yatırdıkdan sonra, ülkeden çıkarken doları 1.95 TL’den satın alacağını görür ise, o ülkeden fırsatını yakalayarak çıkmanın yolunu arar.
- Türkiye benzeri ülkelerde de piyasalar dalgalanıyor. Ama o ülkelerde merkez bankaları kur ve faiz araçlarını birlikte kullanarak döviz kurunda dengeyi sağlamaya çalışıyor.
Yabancılar gördüler, öğrendiler ki Türkiye’de Başbakan faiz aracının kullanılmasına karşı olduğu için Merkez Bankası’nın eli kolu (şimdilik) bağlı.
Geçtiğimiz günlerde gazetelerde tam sayfa Denizbank ilanları yayınlandı. 1997 yılında devlet tarafından satışa çıkarılan banka, 3 şubesi ve sıfır varlığı ile bir tabela bankası olarak 70 milyon dolara Zorlu grubu tarafından satın alınmıştı.
Gazete ilanında bankanın 16 yılda 13 iştiraki, 7 milyon müşterisi, 700 şubesi ile Türkiye’nin 5’inci büyük özel bankası haline geldiği belirtiliyordu.
DenizBank’ın ilginç bir hikayesi vardır. Sayın okuyucularıma özetleyerek aktaracağım.
Cumhuriyet hükümetleri, sektörlerde özel girişimciliği ve yatırımları teşvik amacıyla “ihtisas bankaları” oluşturdu. Sümerbank, Etibank, Emlak Bankası, Ziraat Bankası, Halk Bankası, Denizcilik Bankası Mustafa Kemal döneminde kurulan bankalardır.
Denizcilik Bankası, Türk denizcilik sektörünün gelişmesine finansman sağlamak sorumluluğunu taşıyordu.
Denizcilik Bankası o dönemde kurulan kamu bankaları arasında en başarısız olanı, en çok para batıranıdır. 1992 yılında, bir başka başarısız kamu bankası olan Emlak Bankası ile birleştirildi. Sonunda iki banka da battı.
Haziran ayında ülke genelinde tüketici fiyatları ortalama yüzde 0.76 oranında arttı.
Tüketici Fiyatları Endeksi’ndeki (TÜFE) yıllık ortalama artış oranı (ki biz buna enflasyon oranı diyoruz) yüzde 8.30 oldu.
Bu enflasyon oranı geçen yılın aynı ayında 8.87 olan enflasyon oranının altında ama geçen yılın ekim ayından bu yana gerçekleşen en yüksek enflasyon oranı.
Türkiye İstatistik Enstitüsü TÜFE‘deki değişimi ülkenin her köşesinde, değişik mal ve hizmet fiyatlarındaki değişime göre belirliyor. Bu enflasyon rakamı çok kimsede tereddüt yaratıyor. Harcama miktarı ve konuları sınırlı olanlar, kendi tüketim maddelerinin fiyatına bakarak farklı değerlemeler yapıyor.
Yaz geldi, fiyatlar gevşemeli...
Örneğin Ayşe Hanım Teyzem için önemli olan gıda ve alkolsüz içkiler için yaptığı harcamalardır. Bir yılda gıda ve alkolsüz içki fiyatları endeksi yüzde 12.88 arttı.
Kahramanmaraş
Kahramanmaraş’ta sanayicilerle konuştum. “Anadolu’nun gündeminin ve gerçeğinin, İstanbul’dakinden farklı olduğunu bir defa daha gördüm, anladım.
Burada sıralayacağım bilgilerin kaynağı başta Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı, sanayici Kemal Karaküçük olmak üzere Kahramanmaraş’taki sanayicilerdir.
Soru 1: Hükümet cari açığı küçültmek için talebi sınırladı. Büyüme yavaşladı. Derken Gezi Parkı gerçeği yaşandı. Bütün bunların üzerine Bernanke konuşunca küresel piyasalar dalgalandı. Bu 3 olumsuz gelişme Kahramanmaraş’a nasıl yansıdı? Üretim yavaşladı mı?
Cevap 1: Biz sanayiciler olarak işimize bakarız. Üretimde, iç ve dış satışlarda bütün bunlardan etkilenmedik.
Soru 2: Döviz fiyatları durup dururken tırmanışa geçti. Bu sizi nasıl etkiliyor?
Cevap 2: İhracatçı döviz fiyatının 2 TL’ye doğru yavaş yavaş hazmedilebilir şekilde artmasını ister. Bu defa sıçramalı bir tırmanış oldu. Sanayici inişte de çıkışta da sıçramadan hoşlanmaz. Fakat genelde döviz fiyatı artışı ihracatçı sanayiciyi etkilemez. Genelde sanayici alımında da satımında da döviz fiyatını birbirine bağlamış durumda.
Biz Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda ilk imzayı 1963 yılında attık. “Oldu, olmadı” derken aradan yıllar geçti.
2005 yılında Hırvatistan’ın peşine Türkiye’yi de kattılar. “İki ülke için tam üyelik müzakeresi birlikte başlayacak. İki ülke birlikte tam üye olacak” dediler.
Hırvatistan ile müzakereler tamamlandı. Hırvatistan tam üye oldu. Biz müzakerelerin hâlâ başındayız. Bu durumda suç kimde? Yüzde elli-Yüzde elli... AB ülkeleri de suçlu, bizi de suçluyor. İki taraf da kıvırttı, kıvırtıyor. İki taraf birbirini suçlayarak gelişmenin önünü kapatıyor.
1958 yılında, Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya arasındaki “Avrupa Topluluğu” anlaşması yürürlüğe girdi. 1959 yılında Türkiye ve Yunanistan üyelik başvurusu yaptı. Başvuru kabul edildi. 1963 yılında Ankara Anlaşması ile Türkiye topluluğa bağlandı. Geçiş dönemi tamamlanınca tam üyelik gerçekleşecekti. 1976 yılında Ecevit tek yanlı olarak ilişkileri dondurdu. 1979 yılında ilişkiler tekrar başladı. 1980 yılında ordu müdahalesi ile ilişkiler askıya alındı.
1981 yılında Yunanistan tam üyeliğe kabul edildi.
Dur kalk perişan olduk