Biz bakkalsız yapamayız. Bakkallar köylerde ve kentlerdeki konut düzenimiz ve yaşam biçimimiz olmazsa olmaz müesseselerinden biridir.
Süper market ve market sayısı artacaktır. Süper marketlerin ve marketlerin iş hacimleri artacaktır. Bakkalların bazıları kapanacak, bazıları daha az satış yapacaktır. Ama değişime ayak uyduran mahalle bakkalları yaşayacaktır.
1) Bakkal ile marketlerin fonksiyonları farklıdır. Marketler bakkalların işini yapamaz.
2) Markete otomobille gidilir. Büyük ölçüde alışveriş yapılır. Bakkala yürüyerek gidilir. Küçük alışveriş yapılır.
3) Bizim cebimizdeki paranın miktarı ve de konutlarımız küçüktür. Önceden listeler yaparak haftalık, aylık alışverişler yapamayız. Böyle toplu alışverişleri konutlarımızda saklayacak yerimiz yoktur.
4) Bakkalda müşteri özel, markette geneldir. Bakkal müşterisini, müşterisi bakkalı tanır. Markette ilişkiler “anonim”dir.
5) Bakkal müşterileriyle ekonomik ilişki dışında, kişisel ve sosyal ilişki de kurar. Bakkal müşterisine kredi açar. Türk geleneğinde düşük ve az gelirlilerin “veresiye alışveriş” zorunluluğu vardır.
Markete de bakkala da iş var
Domuz gribi geliyor diyerek halkımızı günlerce korkuttular. Özellikle çocukları olan aileler perişan oldu. Çok kişi gereksiz yere ve riski göze alarak aşılandı. Sonuç:
- Domuz gribi salgını palavra çıktı. Domuz gribinden ölenlerin sayısı normal gripten ölenlerin sayısının çok altında kaldı.
- Satın alınan aşılar kullanılmadı. Aşılara 1 milyar TL’ye yakın para ödendi. Elde kalan aşıların ne yapılacağı bilinemiyor.
Bu komediye bizde kamuoyunun tepkisi yok. Almanya’da ise kıyamet kopuyor.
Alman medyası uzun süredir, Dünya Sağlık Örgütü’nü suçlayan yayınlar yapıyor. Uluslararası dev ilaç firmalarının baskısıyla örgütün domuz gribi tehlikesini abarttığı belirtiliyor. Verilen rakamlar doğru ise, kuş gribi alarmı sağlık sektöründe 2.2 trilyon dolarlık iş hacmi yaratmıştı. Domuz gribi alarmı ise dünya genelinde bu rakamın iki katı bir iş imkânı ortaya çıkarmış. Az sayıda aşı üreticisi firma Dünya Sağlık Örgütü‘nü kullanarak büyük paralar kazanmış.
Şimdilerde Almanya’da elde kalan aşıların üretici firmalara iade edilerek, bütçeden ödenen paraların geri alınıp alınamayacağı tartışılıyor.
ABD Başkanı Obama 27 Ocak’ta Kongre’de bir konuşma yaptı. İki gün sonra 29 Ocak’ta Başbakan Sayın R. T. Erdoğan “Ulusa Seslendi.”
Sayın Erdoğan’ın danışmanları Başkan Obama’nın konuşmasının tercümesini, ulusa seslenmeden önce arz edebilselerdi, sevaba girerlerdi. Sayın Erdoğan mutlaka Başkan Obama’nın söylediklerinden esinlenir, daha farklı bir konuşma yapardı.
Önce bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum. Turgut Özal’dan bu yana bizde başbakanlar “Ulusa Sesleniyor.” ABD’de ise başkanlar “Birliğin Durumu” hakkında bilgi veriyor. İki konuşma arasında büyük fark var. ABD Anayasası’na göre “aslolan” birliktir. “Dirlik” (geçim) sonra gelir. Bakınız, seçildikten bir yıl sonra, Kongre’de yaptığı ilk “Birliğin Durumu” konuşmasında Obama neler söyledi:
Ülkeler için önemli olan birlik
“Amerikan Anayasası başkanın zaman zaman birliğin durumu harkında kongreye bilgi vermesini emreder. 220 yıldır bu ülkenin liderleri hem harp günlerinde, hem ekonominin kötü günlerinde, hem de refah günlerinde bu görevi yerine getirdi. Geriye baktığımızda, ileriye gitmemiz gerektiğini görüyoruz. Amerika her zaman kazanmaya ve başarılı olmaya mahkûmdur. İkinci Dünya Savaşı’nda müttefiklerimizle Avrupa’ya
Günümüz kuşağı ceplerinde “acanda”(ajanda) yerine “blackberry” veya “i-pod” gibi aletler taşıyorlar. Günlük randevularını bu aletlerden izliyor, günlük notlarını bu aletlere yazıyor.
Eskiden babalarımızın cebinde, analarımızın çantalarında küçük cep takvimleri (acandaları) bulunurdu. Acandaların baş ve son bölümlerinde yararlı bilgiler yer alır, orta bölümleri günlük takvimi verirdi. Yararlı bilgiler bölümlerinde dini, milli günler, namaz saatleri, ayın her günü yapılacak işler belirtilirdi.
Rahmetli Vehbi Koç 1975 yılbaşında karıma ve bana birer “Siemens acandası” hediye etti. Bunlar Alman dilinde basılmış ve plastik kapaklı küçük cep defteri boyutunda acandalardı... Karım “Vehbi Bey, biz İngilizce biliriz. Bunların herhalde deri kapaklısı da vardır...” dedi.
Vehbi Bey ölünceye kadar, 20 yıl, bize İngilizce basılmış deri kapaklı “acanda” göndermeyi sürdürdü. Vehbi Bey öldükten sonra, “Bize artık Siemens acandası gönderen olmaz” diye düşünüyorduk. Yanılmışız. O yılbaşı bir zarf geldi. İçinden Vehbi Bey’in damadı Dr. Nusret Arsel’in kartı ile 2 adet Siemens acandası çıktı.
Siemens acandası sıradan cep takvimi... Ama bizim için manevi değeri var. Arkasında Vehbi Koç ile Nusret
Tekel işçilerinin direnişini destekleyenler yanında, destekleyenleri (bu arada, bu köşenin yazarını) eleştirenler de var.
Eleştirenler şunları söylüyor:
- Özel sektörde işyerleri kapananların, işten çıkarılanların bir başka işe alınmaları için işverene direnme imkânları yok. Başvurabilecekleri tek yer iş mahkemeleri. Özel sektörde işsiz kalanlar için gösterilmeyen ilgi, kamu işçisine gösteriliyor.
- Bugüne kadar özellikle Tekel’de işten çıkarmalara tepki göstermeyen Yaprak Tütün İşletmeleri işçileri, kendileri işsiz kalınca direnişe geçti.
- Hükümet işçileri tam olarak aç ve açıkta bırakmıyor. Daha düşük ücretle de olsa, geçici süre için de olsa bir imkân sağlıyor. Bu özel sektör de olmaz.
Bu eleştirileri de dikkate alarak Ankara’daki direnişin özelliğini özetleyeme çalışayım.
Tekel özelleştirilirken sigara, alkol, tuz ve yaprak tütün işletmeleri ayrı paketler haline getirildi. Alkollü içecekler paketi 2003’de 292 milyon dolara Nurol-Limak-Özaltın-Tutsab Ortak Girişim Grubu’na, sigara fabrikaları ve “Tekel” markası 2008’de BAT’a (British American Tobacco) 1 milyar 720 milyon dolara satıldı. Göl tuzları işletmelerini 3 ayrı grup 120 milyon dolara, deniz tuzları
Ankara’da direnişi sürdüren Tekel işçileri azara değil, alkışa layıktır. Hükümetin yanlış kararlarına karşı insanların nasıl direnebileceğini, insanların haklarını nasıl arayabileceklerini gösteriyorlar.
Keşke bu tür direnişler özelleştirme uygulamasının başladığı günlerde sergilenseydi. Hükümet özelleştirmede ve işçi çıkarmada yaptığı büyük yanlışları yapamazdı.
Türkiye özelleştirme programı uygulayan tek ülke değil. Ama özelleştirme adı altında yılların birikimiyle kurulan üretim tesislerinin kapanmasına, çalışanların işsiz kalmasına yol açan tek ülke.
Özelleştirme yapan diğer ülkeler, özelleştirmede kurulu tesislerin yaşatılmasını, verimliliğin artırılmasını, istihdamın korunmasını ilke olarak benimsedi. O ülkelerde özelleştirilen tesisler yaşıyor. Daha verimli olarak üretime devam ediyor. O ülkelerde özelleştirme sonunda sokağa atılan işçi yok.
Üretim tesislerini yok ettik
Bizde ise yılların birikimiyle kurulan, ülkenin temel üretim tesisleri olan ve üretim yanında yöresel istihdama ve yörelerin sosyal ve ekonomik kalkınmasına katkıda bulunan kamu tesisleri yok pahasına satıldı.
Merkez Bankası Başkanı dün Enflasyon Raporu’nu açıkladı. Ayşe Hanım Teyzem açıklamaları TV’den izlemiş. “Başkan uzun uzun konuştu. Benim durumum ne olacak, ben anlayamadım” dedi. Ayşe Hanım Teyzeme anlatmaya çalıştım.
- Merkez Bankası Başkanı’nın açıklamalarına göre, gıda fiyatları, petrol fiyatları ve de emtia adı verilen dünyada en fazla işlem gören malların fiyatları beklenenin üzerinde artacak. Hükümetin vergiye yaptığı zam da tüketici fiyatlarının yükselmesine yol açacak.
İşte bunun için Merkez Bankası 2010 yılındaki enflasyon tahminini yükseltiyor.
Enflasyon 2010 yılında yüzde 5.50 ile yüzde 8.00 bandı arasında bir yerlere oturacak.
- Başkan, Merkez Bankası’nın hedefinin fiyat istikrarı olduğunu tekrarlıyor. Fiyat istikrarı (enflasyonu aşağıda tutmak) için de sıkı para politikası uygulayacaklarını, bunun yeterli olmadığını, Maliye’nin de sıkı maliye politikası uygulaması gerektiğini söylüyor.
Üretimi artırmalıyız
Sabah kalkıyoruz, akşam yatıyoruz, kulaklarımız ABD’den gelecek haberlerde. Kamuoyu o kadar “şartlandı“ ki, ABD’de işler düzelir ise bizde de düzelecek. Özellikle finans sistemimiz ABD’den gelen olumlu veya olumsuz habere göre dalgalanır oldu. İşsizlik rakamları, siparişler, kalkınma göstergeleri, kredi kartı kullanımı, tüketimle ilgili haberler olumsuzsa bizde de dolar fiyatı artıyor, borsa endeksi düşüyor, faizler değişiyor.
ABD’de ise ekonomi genelde bir türlü düzelemiyor. Obama’nın başı dertte. Obama bir yıllık iktidarında umulan ölçüde başarılı olamadı. Bakınız şu günlerde ABD’nin “ekonomi kazanında” neler kaynıyor:
- Obama finans sistemine daha farklı gözle bakmaya başladı
Obama krizden çıkış politikalarını, krize yol açan politikaların mimarlarından (Clinton zamanında bankaların denetimini gevşeten) Baş Danışmanı Larry Summers ve (Bush zamanında ve de kriz döneminde New York Federal Reserve’in başında olan) Hazine Bakanı Tim Geithner’e emanet etti. Bu ikili bankalara oluk oluk para akıttı. Bankalar paraları kasaya koydu. Halka kredi vermiyor. Eskisi gibi paradan para kazanma arayışını sürdürüyor. Yöneticilerine de bolca prim dağıtıyor. Ama ekonomide hareket yok. İşsizlik