Hükümet, memur sayısını artırarak işsizliğe çare bulamaz. Gereksiz yere memur sayısının artması, hükümetin halkın kesesinden “Hamil-i kart yakinimdir” alışkanlığını sürdürdüğünü gösterir.
70.5 milyon olarak hesaplanan kurumsal olmayan nüfusumuz içinde işgücünün (çalışmak isteyen nüfusun) sayısı 25.4 milyondur.
Temmuz ayı tespitlerine göre, bunların 22.2’si çalışıyor. 3.2 milyonu işsiz.
Toplam 22.2 milyon çalışanın 2.9 milyonu kamu çalışanı. (2 milyonu kadrolu memur. 236 Bini sözleşmeli memur. 404 bini sürekli, 79 bini geçici kamu işçisi. 18 bini geçici, 110 bini diğer personel.)
Demek ki, toplam istihdamda kamunun çalıştırdığı personelin payı yüzde 13. Demek ki 100 çalışanın 87’si devlet kapısı dışında ekmek parası elde ediyor.
Devlette çalışanların toplam istihdamda ağırlıkları yüzde 13 ama toplam “ücretli istihdamı”nda payı yüzde 22’dir. (Nerede ise toplam ücretli çalışanların dörtte biri kamudan para alıyor.) Toplam 22.2 milyon istihdamda ücretliler 13.1 kişi, işverenler 1.2 kişi, kendi hesabına çalışanlar 4.4 milyon kişi, ücretsiz aile işçileri 3.4 milyon kişi.
GDO (Geni Değiştirilmiş Organizmalar) tartışması halkımızı korkuttu. Halkımız sebze ve meyve yiyemez oldu. Bizim meyve ve sebzelerimizde (henüz) GDO sorunu yok.
Halkımızı korkutan ürünler, ithal edilen mısır, soya, kolza gibi ürünler ile bunlar kullanılarak içeride üretilen yemler, gıda maddeleri, mamalar, yağlar ve şeker şurubu.
Halkımıza neyin ne olduğunu anlatabilmek için bu konuları bilenlerden öğrendiklerimi özetleyeyim:
Bakınız, halkımızın çarşıdan, pazardan satın aldığı ürünler nasıl gruplandırılıyor?
1) Doğal ürünler
Bunlar tamamen doğal şartlarda üretilen ürünler. Kimyasal gübre girmemiş toprakta, ilaç kullanılmadan, doğal tohumlarla üretilen ürünler. Bugün bunları bulmak çok zor. Üretici ne kadar özense, çevre kirliği, su kirliliği doğal şartları bozuyor.
2) Organik Ürünler
GDO (Geni Değiştirilmiş Organizmalar) henüz yeterince denenemedi. ABD’de 1996’dan sonra yoğun olarak GDO’lu mısır, soya, kolza, pamuk üretiliyor. GDO’lu üretimin toprağı nasıl etkilediği, hayvan ve insan sağlığını nasıl etkilediği henüz bilinemiyor.
Bunların tespiti için ciddi araştırmalara ve zamana ihtiyaç var.
GDO’ya benzer şekilde bir DDT macerası yaşadık. Çok kişi bu DDT macerasını unuttu. Kısaca hatırlatayım.
İsviçreli bilim adamı Paul Hermann Müller, 1939 yılında DDT isimli ilacın zararlı böceklere karşı kullanılmasının yolunu açtı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında hem gıda hem de sağlık sorunları öne çıkmıştı. DDT’nin tarımda kullanılması, üretimi sınırlayan zararlı böceklerle mücadeleyi sağlıyordu. DDT’nin insan
yaşamında kullanılması, o yılların en büyük belası olan sıtma sineğini yok ediyordu.
Bir zamanlar kraldı
Ayvalık’ta Derman Zeytinyağları’nı üreten dostum İsmet Önder, “Hocam” dedi, “Bu yılın zeytinyağları nefis olacak.”
Sonra anlattı: Zeytinyağının nefaseti hava şartlarına, doğaya bağlıdır. Zeytin ağacı çiçek açarken yağmur yağar, güneş açar, çiçek kavrulur. Bu yıl böyle bir şey olmadı. Üstelik bu yıl poyraz esti. Zeytinin belası zeytin sineğidir. Lodos esince zeytin sineği coşar. Bu yıl bolca poyraz esti. Poyrazda hem zeytin sineği taneleri yiyemedi hem de poyrazın soğuğu zeytinin yağının asidinin yükselmesini engelledi.
Zeytin hasadı başladı. Başka ülkelerde zeytin ağaçlarını kökten sallayarak olmuş zeytinleri ağacın dibine yayılan bezlere (dut ağacı silkeler gibi) döken özel makineler kullanılıyor. Bizde yaşlı zeytin ağaçlarında bu tür makineler kullanılması imkânsız. Şimdi zeytin toplamada tarak (saç tarağının telden üretilmiş dev boyutlu ve saplısı) kullanılıyor. Ama tarak zeytini zedeliyor. Zedelenmiş zeytin yağ olur ise asidi yükseliyor, salamuraya gitmiyor. O nedenle gene de en makbul toplama usulü el ile toplama.
Bu yıl zeytin toplamada erkek yevmiyesi 30, kadın yevmiyesi 20 TL. Normal olarak bir işçinin günde bir çuval (100 kg) zeytin toplaması bekleniyor ama, bu yıl
Dünyada altın piyasalarında gene hareket başladı. Acaba Kapalıçarşı’da durum nedir diyerek Kapalıçarşı’da altın piyasasını yakından izleyen Mehmet Yıldırımtürk’ü aradım. “Hocam, Kapalıçarşı’da da hareket var ama talep yok” dedi.
Sonra anlattı: ”Hareket, dünyadaki altın fiyatına ve de bizdeki dolar fiyatına bağlı olarak altın fiyatlarının artışıdır. Maalesef bizde altına talep gene yerlerde sürünüyor”.
Dünyada durum
Dünyada altının onsu (31.1035 g) 1980’lerde 614 dolardan satılırken önceki gün 1.096 dolara yükseldi. Dün bu yazıyı hazırlarken 1.092 dolardı.
Dünyada 50 ülkede her yıl yaklaşık 2.500 ton altın üretiliyor. Piyasaya çıkan altının yaklaşık yüzde 80’i mücevherat için kullanılıyor.
Altın alınıp satılmadan en fazla spekülasyona konu olan (kıymetli maden) “emtia”. Fiyatını arz ve talebin ötesinde, spekülatif hareketler belirliyor.
Kriz sonrası piyasaya bolca para pompalandı. Özellikle ABD Hazinesi bolca dolar bastı. Faizler düşük. Borsalar cansız ve riskli. İşte bu nedenle piyasadaki paranın büyük bölümü altına yöneldi.
GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) sorunu 13 yıllık bir sorun. ABD’de 1996’dan bu yana GDO tohumdan ağırlıklı olarak, mısır, soya, pamuk üretiliyor.
GDO’lu ürünlerin geçmişi kısa olduğu için insan sağlığı üzerindeki etkileri bilinemiyor. Bunun için sıkı bir denetim uygulanıyor. Değişik ülkelerde GDO’lu ürünlerle beslenen deney farelerinde olumsuz bulgular ortaya çıktı. GDO’lu ürünün canlının büyümesine engel olduğu, belli organlarda kansere yol açtığı konusunda değişik bulgular var. Onun için her ülke GDO’lu ürünler için denetim getiriyor.
GDO’lu ürün kullanımı genellenemiyor. İnsanların tercihine bırakılıyor. Ürünler devamlı tahlilden geçiriliyor. Kullanıcı için yazılı uyarılar şart koşuluyor. GDO’lu tohum ile mısır, pamuk, soya (ve şimdilerde pirinç) üreten ABD bu ürünleri ihraç ediyor. Bu ürünler ABD’nin en büyük ihraç ürünleri.
Türkiye de ABD’den mısır, soya ve pamuk ithal ediyor. Hükümet bugüne kadar GDO’ya göz yummuş. Uzun süredir uzmanlar uyarı yapıyordu: “Hükümet bunları denetlemeden yurda sokuyor. Halkımız GDO’lu ürün yiyor” diyordu. AKP hükümetlerinin Tarım Bakanları ise, GDO’lu ürün ithal etmediğimizi söylüyordu”.
Şimdi ise, GDO’ya kapıyı açan yönetmeliği
Ekim ayında tüketici fiyatlarının yüzde 2.41, üretici fiyatlarının yüzde 0.28 arttığı açıklandı. Önemli olan aylık artışın ötesinde, son 12 ayda ortalama olarak fiyatların ne kadar arttığıdır. Ekimden geriye 12 ayda, ortalama olarak tüketici fiyatlarının yüzde 6.95, üretici fiyatlarının yüzde 2.20 arttığı anlaşılıyor.
İyi de bu rakamlar acaba üretici ve tüketici için ne ölçüde önem taşıyor?
- Ayşe Hanım Teyzem artık TÜFE ile hiç ilgilenmiyor. Çünkü onun cebinden çıkan para ile devletin açıkladığı enflasyon rakamları birbirine uymuyor.
Son günlerde et fiyatları arttı. Kış geliyor. Kömür, odun, mazot, gaz fiyatları arttı, artıyor. Buna karşılık gelirinde bir değişiklik yok.
- Enflasyon oranlarının düşük çıkması Merkez Bankası’nın faiz indirimini teşvik ediyor. Merkez faizleri indirince, bankalar da mevduat faizini indiriyor. Mevduat faizinin inmesiyle tasarruflarını mevduatta değerlendirenlerin faiz gelirleri azalıyor.
- Merkez faizi indirdiği için tüm banka kredilerinde maliyetler ucuzlamıyor ama, konut kredileri faizleri göreceli olarak cazip hale geliyor.
- TÜFE maaş ve ücret belirlemelerinde etkili oluyor. Bu nedenle maaş ve ücret artışı bekleyenler yıllık artışa
ABD’de bazı şirketler var. Bu şirketlerde dünyanın en cin uzmanları çalışıyor. Bu uzmanların “cinliği” canlının hücre yapısıyla oynayarak “pireyi deve yapmak”. Örneğin, tavuk yumurtadan çıkar. İnek doğum yaparak ürer. Onlar farelerin hücre yapısıyla oynuyor, fareden tavuk yapıyor. Kargaların hücre yapısıyla oynuyor, kargalar inek oluyor.
İnsanlar tavuk yerine fare, inek eti yerine karga eti yiyor.
İyi de bunları yapan şirketlerin, bunları yapmaktan yararı ne? Yararı: Para... Çünkü insanlar buna alışırsa, bundan sonra tavuk yumurtadan çıkmıyor. İnekler doğum yapmıyor. Tabiatın doğal üretim sistemi çöküyor. Tavuk yetiştirecekler her seferinde o şirketin fareden üretilmiş civcivini, inek yetiştirecekler kargadan üretilmiş buzağıyı satın almak zorunda oluyor.
Canlıların hücre yapısıyla oynanması ve doğal yapının değiştirilmesi sonunda elde edilen ürünlere “genetiği değiştirilmiş organizmalar“ (Kısaca: GDO) deniliyor.
Sağlık ve doğa tehlike altında
Şimdilerde mısır, soya ve pamuk üretiminde giderek daha fazla GDO esaslı tohum kullanılıyor. GDO esaslı tohum kullandığımızda iki sorun var: (1) Bu tohumla tarım yapılırsa, tarladan 5-10 km çevreye yayılan polenler o alandaki her