Şu günlerde Türkiyede uygulanan ekonomi politikasının tek hedefi, iç ve dış borçların döndürülmesidir. İki seçenek var: (1) "Alarak vermek". Halka vereceksiniz ama, sermayeyi ve burjuvaziyi vergileyerek vereceksiniz. Bu, "sosyal demokrasi"nin, refah devleti çözümüdür. (2) "Almamak ve vermemek". Sermayeden, burjuvaziden almayacaksınız. Halka da vermeyeceksiniz. Bu da "neoliberal" diye adlandırılan politikaların özetidir. Türkiyede program adı altında "dıştan empoze edilerek uygulanan politikaların tümü" yukarıda özetlenen "neoliberal modele" (sermayeden almayacaksın - halka da vermeyeceksin modeline) dayanmaktadır. 1998-2004 arasında gayri safi yurt içi hasılanın yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 2.6dır.Son 6 yılda kişi başı reel gelir artışı yüzde 1dir. Geçen yıl özel sektörün sabit sermaye yatırımına yönelttiği imkanlar, milli gelirin yüzde 14.5iydi. Buna sevindik. Halbuki 1998de oran 18.5di.Sonuç: Uygulanan neoklasik ekonomi politikaları fakirlik ve işsizlik doğuruyor. 1998den bu yana istihdamda artış sağlanamıyor.Merkez Bankası içeride bağımsız ama dışarıda uluslararası sermayeye bağımlı hale getirildi. Banka, sadece enflasyon hedeflenmesine kilitlendi. İstihdamın geliştirilmesi ve sıcak paranın önlenmesi konularına ilgi duymuyor.Merkez Bankası yüksek faizle ülkeye sıcak para akımının sürmesini sağlıyor. Sıcak paranın (arbitraj kazançlarının) yıllık getirisi yüzde 30 dolayında. Gelen döviz aş ve iş yaratmıyor ama gelen dövizin yüksek reel faizini bu fakir ve işsiz halk ödüyor.Neticede işsiz ve aç, ama iç ve dış borcunu tıkır tıkır ödeyen, gırtlağına kadar döviz bolluğu içinde bir ülke ortaya çıktı.Bu tablo uzun süre sürdürülemez. Zaman verilemez ama, bir "kırılma" olması kaçınılmazdır. Tüm bunlar "bir günde ortaya çıkmadı"... Önce altyapı değişikliği gerçekleştirildi. Devletin "gücü" yok edildi. "Güçlü devlet"ten, "yeni devlet"e geçiş sağlandı.Güçlü devlet "tüüü... kaka" edildi. Bürokratik yapısıyla hantal, yolsuzluk ve rüşvete bulanmış, verimsiz KİTler ile ekonomiye ağırlığını koymuş, yüksek ücret talep eden sendikalara müsamaha göstermiş, özelleştirmeye karşı bir devlet imajı yaratıldı.Buna karşı reformcu, yeniden yapılandırmaya açık, denetlenebilir, karar alma ve hareket gücü Anayasa ile sınırlandırılan, karar ve uygulama yetki ve sorumluluğunu küresel kurallara tabi bağımsız kurullara devreden, emekçi halkı siyasetten uzaklaştırarak meydanı küresel sermaye ve yerli uzantılarına terk eden bir "yeni devlet" oluşumuna kapı açıldı.Devletin elini çektiği anda ekonomide kaynak tahsisinin ve bölüşümünün piyasaya teslim edildiği unutuldu. Piyasanın demokratik olmadığı, bölüşüm sürecinin ekonomik güce teslimi halinde halkın çaresiz kalacağı bunun ekonomik çalkantıdan sonra sosyal çalkantıya yol açacağı dikkate alınmadı.Sayın okuyucularım... Bu yazdıklarıma ben de imza atacağım ama, bunları ben yazmadım. Bunları yazanlar kendilerini "Bağımsız Sosyal Bilimciler (BSB)" olarak adlandırılan iktisatçı arkadaşlarım. Bunlar Prof. Dr. Korkut Boratav, Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Prof. Dr. Erinç Yeldan, Prof. Dr. Oktar Türel, Doç. Dr. Haşim Köse gibi, akademik deneyimleri yanında Devlet Planlama Teşkilatı ve Merkez Bankası deneyimleri de olan, olanı biteni yıllardır izleyen uzmanlar. Fakirlik artıyor Geçen hafta "2005 başında Türkiyenin ekonomik ve sosyal yaşamı üzerine değerlemeler" başlığını taşıyan bir araştırma yayımladılar. (Araştırmanın tamamına www.sosyalbilimciler.org sitesinden erişilebilir.) Milliyet Businessın dünkü sayısında iki tam sayfa, rapor üzerine söyleşi yayımlandı. Mutlaka okuyunuz.BSB olarak halkın geçmiş edinimlerini savunmayacak, giderek genişlemesine çalışmayacak ve uygulanan yanlış politikaları seçeneksizlik olarak savunanlara karşı gelmeyeceksek biz ne yapacağız diye soruyorlar.Ve uyarıyorlar: Türkiye ekonomisinin kısa dönemli geleceği uluslararası finans kapitale teslim edilmiştir. Bu durum, ekonomiyi sistematik olarak kırılganlaştırmış, potansiyel krizlere yatkın hale getirmiştir. Krizin çıkmasını bekleyerek "Söylememiş miydik, kriz çıktı işte" demek yerine, piyasa aktörlerini krize karşı uyarmak bağımsız sosyal bilimcilerin görevi ve sorumluluğudur diyerek, çok kimsenin hoşuna gitmeyecek, genel kabul görmüş söylemlere ters şeyler söylüyorlar, yazıyorlar... Ben de söylediklerini ve yazdıklarını naklederek altına imzamı atıyorum. Ne demiş büyüklerimiz? "Anlayana sivrisinek saz... Anlamayana davul zurna az..." guras@milliyet.com.tr Yanlışı görme