Dikkat buyurunuz. Son aylarda PKK sivil hedeflere yönelik eylemlerini durdurdu. Kolluk kuvvetlerine, askere ve polise karşı eylem yapıyor.
Askeri birliklere karşı eylemlerin boyutunun büyümesinin ardında çok önemli bir bekleyiş var. Uluslararası anlaşmalara göre, eylemler sadece kolluk kuvvetlerine yönelik ise “terör” tanımı dışında kalabiliyor. Ve de bu tür eylemleri sürdürenler amaçlarını olumlu değerlendirebilen ülkelerin desteğini alabiliyor.
Bizde her gün içimizi yakan şehit haberleri, çıplak gerçeği görmemizi güçleştiriyor. Hükümet kendi sorumluluğunu unutarak, sorunun sadece kolluk kuvvetlerinin daha etkin hareket etmesi ile, daha çok uçak, helikopter, top, tüfek ile çözülebileceğini söylüyor.
Çıplak gerçek görülemediği, kabul edilemediği için de “analar ağlamasın” diye başlatılan açılım, giderek daha çok ananın ağlamasına neden oluyor.
Ekonomi sayfasında, ekonomi konusunda yazı yazan birinin bu konuya değinmesi yadırganabilir ama, bu ülkede yaşayan sade bir vatandaş olarak hergün giderek daha fazla ananın babanın ağlamasına ilgisiz kalmak imkânsız. Siyasilerin “sahte gözyaşlarını ve boş nutuklarını dinlemek” ise insanı çıldırtıyor.
Tekrarda yarar var. PKK doğru politikalar belirliyor. Eylemini doğru politikalara dayandırıyor. Ve de kendi hedefi doğrultusunda yol alıyor. Askeri birliklere, karakollara sadece taciz ateşi açılmıyor. Hücum ediliyor. Askerlerimiz kaza kurşunu ile ölmüyor. Öldürülüyor. Bunları görelim. Bilelim.
Tekstil fabrikaları Çin rekabetinden değil, ucuz dövizden kapanıyor
“Doğu’da yatırım yapılsın denildi. Adıyaman’da 2 tekstil fabrikasının kuruluşunu gerçekleştirdik. İstanbul’da daha önce faaliyette bulunan
2 tesisimiz vardı. İhraç etmek için giyim eşyası üretiyorduk. Ayda ortalama 1 milyon 800 bin parça giysi ihracatımız vardı. Yaklaşık
5 bin kişiye doğrudan iş imkânı sağlıyorduk. Buna dolaylı olarak bizim için iş yapanları da ekleyiniz... En aşağı 15 bin kişi bu işten ekmek yiyordu.
Ama dayanamadık. Bu fiyatlarla ihracat yapmamızın, ayakta kalmamızın mümkün olamadığını gördük. Üretimi durdurduk.”
Uzun yıllardır tekstil sektöründe olan girişimci bunları anlatınca, dayanamayıp sözünü kestim.” Çin rekabetinden mi?” diye sordum. “Hayır” dedi. “Bizi yıkan Çin rekabeti değil, ucuz döviz politikası. Çin zaten vardı. Var olmaya devam edecek. Ama bu ucuz döviz politikası ile Türkiye’de üreticinin yaşaması, hele hele ihracat yaparak yaşaması mümkün değil.”
Ve de anlatmaya devam etti.
“Adıyaman’daki tesisleri mahalli girişimcilere devrettik. İstanbul’daki tesisleri kapattık. Makinelerini sattık. Bundan sonra üretim yok. Halbuki biz sadece giysi üretmiyorduk. Üretim için pamuk alıyor, iplik yaptırıyor, kumaş dokutuyor, boyacıya, apreciye iş veriyorduk. Türkiye’de Avrupa’nın en iyi ve en büyük boya-apre tesisleri, iplik, dokuma tesisleri var.
Bunlar kullanılamıyor. Tasarımcılarımız, pazarlamacılarımız, işçilerimiz işsiz. Ankara ucuz dövizin üretimi nasıl çökerttiğinin farkında değil.”
Girişimciyi dinlerken içim bayıldı, kafam karıştı. Sadece “Geçmiş olsun” diyebildim.