Marmara Denizi Restorasyon Yol Haritası başlıklı rapor atık suların sadece yüzde 4.9’unun ileri ve biyolojik arıtma işleminden geçtikten sonra Marmara’ya deşarj edildiğini gösteriyor
Marmara Denizi adım adım yok oluşa doğru sürükleniyor. Kirli su deşarjı nedeniyle oksijenini yitiren Marmara’da, müsilaj hâlâ etkisini sürdürüyor. Son olarak dünya serbest dalış rekortmeni Şahika Ercümen’in Erdek’te yaptığı dalış, müsilajın Marmara’nın derinlerinde yaşamın üzerini âdeta bir kefen gibi örttüğünü gösterdi. Müsilajın dibe çöküşü, deniz ekosistemi için daha büyük bir felaket anlamına geliyor. Çünkü dibe çöken müsilaj, deniz tabanında oksijen üreten canlı yaşamını sona erdiriyor. Derinlerde büyük bir çevre felaketi yaşanıyor, ancak biz Marmara’nın çığlığını, ancak müsilaj görünür olduğunda duyabiliyoruz. Gerçi duysak da Marmara’yı kirletmeye devam ettiğimiz aşikâr.
İşte, Marmara Denizi Restorasyon
Türkiye su stresi yaşayan ülkeler arasında yer alıyor. Su kaynaklarımızın da sınırı var. Susuzluk yaşamamak için bu kaynakları verimli kullanmalıyız. Üretimimizi su varlığına göre planlamalıyız. Bunun için de ‘sanal su’ ve ‘su ayak izi’ kavramları öne çıkıyor
Bu yaz, su sorunu konusunu daha sık konuşacağız. Çünkü meteorolojik ölçümlere göre, neredeyse tüm Anadolu’da olağanüstü bir kuraklık hâkim bulunuyor. Türkiye geneli su yağışlarında, son 11 yılın en düşük seviyesiyle karşı karşıya. 14 ilde durum, tam anlamıyla afete işaret ediyor. Son 65 yılın en kurak döneminin yaşanmasından ötürü bitkilerde su stresi gözlenmeye başladı. Hububat deposu olarak bilinen illerin beşinde, kuraklık yönetiminin verim kaybı riskinin arttığını ortaya koyan raporlar dikkati çekiyor.
Sonuçta gıda üretiminin devamlılığına bağımlıdır. Su olmazsa gıda da olmaz. Ve maalesef suyumuz her geçen gün azalıyor. Falkenmark İndeksi’ne göre, Türkiye su stresi yaşayan ülkeler arasında
Balkon ve teraslar hatta cam kenarları, biraz bilgi ve çabayla minik bostanlara dönüşebilir.
Gıda söz konusu olduğunda, tarım kimyasalları yani pestisitler, artık en büyük endişelerimizden biri hâline geldi. “Tam çilek mevsimi” diye sevinirken, bir anda sosyal medya ‘zehirli çilek’ uyarılarıyla dolup taşıyor. Pestisitten kaçınmanın nihai yolu ya doğrudan temiz üretim yapan üreticiden meyve sebze satın almak ya da imkânımız oranında kendi yetiştirdiğimizi tüketmek. Aslında birçok sebzeyi, şehirlerde dahi üretebiliriz. Balkon ve teraslar hatta cam kenarları, biraz bilgi ve çabayla minik bostanlara dönüşebilir. Bu konuda bilgisi ve deneyimine güvendiğim bir isim var: Ziraat Mühendisi Gökhan Sivaslı. Balkon bahçeciliği eğitimleri veren Sivaslı’nın, evlerde bu dönem hangi ürünlerin nasıl yetiştirileceğinin inceliklerine ve dikkat edilmesi gerekenlere ilişkin verdiği bilgi şöyle:
Domates
Işık: Günde 6-8 saat direkt güneş ışığı
Saksı: 30 cm ya da daha derin, drenaj delikli
Toprak: Yüzde 40 torf,
Dünyada yok olma riski altındaki 16 kuş türünden 5’i Türkiye’de. İşte bu tehlikeye dikkat çekmek amacıyla nesli tehlike altındaki kuşların sesleri bir albüme dönüştürüldü: Adı da “Miras.” Bize düşense bu mirasa kulak tıkamamak!
Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırladığı Küresel Riskler Raporu’na göre, gelecek 10 yılın risk sıralamasının en üst basamaklarında, “Biyolojik çeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü” yer alıyor. Bilimsel tahminlere göre, önlem alınmaması hâlinde yakın gelecekte bir milyon tür yok olacak. En hızlı çöküş ise sucul ekosistemlerde yaşanıyor. Zira son 50 yılda, küresel ölçekte en büyük tür kaybı, yüzde 83 ile tatlı su habitatlarında gözlendi. Kuraklığa bağlı olarak, yer üstü ve yer altı su kaynaklarında yaşanan dramatik değişimler ve habitat kayıpları, yaşamları suya bağlı olan canlıları bir bir yaşam zincirinden koparıyor.
Kuş sesleri soluyor
Tabii yok olan ya da yok olmaya yüz tutan türlerin başında da kuşlar
Tarımın en büyük sorunlarından biri gıdamızı üreten çiftçilerin yaş ortalamasının 59’a dayanması. Bu durum, tarımın sürdürülebilirliği ve gıda arzı açısından büyük bir tehlike oluşturuyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin son verilerine göre, tarımda kayıtlı genç çiftçi oranı yüzde 5’in altına gerilemiş durumda. Bu gidişat, çok da uzak olmayan bir gelecekte, toprağın sahipsiz kalabileceğine işaret ediyor.
Bu nedenle gençleri mutlaka yeniden tarımsal üretimle barıştırmamız gerekiyor. Elbette tarım, kolay bir iş kolu değil. Emek yoğun bir süreç. İklim değişikliğine bağlı verim kaybı, kuraklık, olağan dışı hava koşulları gibi etmenler, tarımsal üretimi riskli kılıyor. Ancak teknolojinin sağladığı gelişmeler de özellikle eğitimli ve bilinçli gençler için, çiftçiliği cazip kılacak imkânlar tanıyor. Ülkemizde bunun çok güzel örnekleri de var. Mesela dikey tarım. Birçok girişimci genç, teknoloji tabanlı uygulamalarla dikey tarımla üretim yapmaya
Sağlıklı ve ilaçsız gıdaya erişim zorlaştıkça gıda güvenliğine dair endişeleri besleyen dedikodular daha hızlı yayılıyor. Peki, yiyip içtikleri konusunda kendisini diken üstünde hissedenler neler yapmalı? Bu gibi hurafelerden nasıl korunacağımızı Gıda mühendisi Ebru Akdağ anlatıyor.
Sosyal medyadaki bilgi kirliliği en çok da gıda güvenliğini zedeliyor. Birisi çıkıp ufak bir ölçüm cihazıyla hangi meyve sebzede pestisit olduğunun tespit edilebildiğini öne sürüyor bir başkası ise tavuk etinin hormonlu olduğunu savunup tavuk yiyen erkeklerin kadınsılaştığını iddia ediyor. Üstelik bu tip hurafeler, gerçeklere oranla çok daha hızlı yayılıyor. Tabii paylaşana da hızla popülerlik kazandırıyor. Bu, acımasız denklem nedeniyle günümüzde hemen herkes, yiyip içtikleri konusunda kendisini âdeta diken üstünde hissediyor. Bu gidişatı önleyebilmenin tek yolu halkın gıda okuryazarlığını artırabilmekten geçiyor. İşte tam da bu nedenle Avrupa Birliği Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA), 5 yıl önce gıda güvenilirliği konusunda
Tarımsal üretimde kullanılan pestisitler, günümüzün en büyük endişesi. Çünkü sebze ve meyvelerden, bulaşık yoluyla soframıza kadar ulaşabilen pestisitlerin kanser, kalp hastalıkları, solunum problemleri ve alerjik problemler gibi çeşitli kronik rahatsızlığa neden olabildiğini ortaya koyan birçok bilimsel çalışma var. Dolayısıyla yediklerimizin hangi oranda pestisit birikimini barındırdığı, herkesin merak ettiği bir konu. Buna dair önemli bir güncel çalışma yayınlandı. Greenpeace Türkiye, İstanbul’daki pazaryerlerinde satılan 155 sebze ve meyve örneğini, akredite bir laboratuvarda analiz ettirerek, sonuçlarını kamuoyuna açıkladı. Maalesef analiz sonuçları, hiç de iç açıcı değil! Her 3 sebze meyveden 1’indeki tarım zehri oranı, Türk Gıda Kodeksi’nde kaydedilen maksimum limiti aşıyor.
Salamura yaprak ve üzüm
Daha önce bu köşede potansiyel tehdit birkaç kez vurguladığımız salamura yaprak, “en kirli” gıda sıralamasının en üst basamağında yer almıştı. Analiz edilen 10 salamura
Kültür balıkçılığının yem ihtiyacı, balık stoklarının azalmasında ciddi bir paya sahip. 5 milyon ton balık unu için 20 milyon ton balık avlanması gerekiyor. Balık yemlerinde denenen bitkisel protein kaynaklarından biri de yosunlar.
Günümüzde tüketilen her iki balıktan biri yetiştiricilik metoduyla soframıza geliyor. Denizlerde ve iç sularda kurulan balık çiftliklerinde yapılan üretim, dünya genelinde sağlıklı beslenme için gerekli proteinin karşılanması açısından çok önemli. Avcılık yoluyla elde edilen balık miktarı neredeyse son 40 yıldır aynı seviyede kalırken, balık çiftliklerindeki üretim ise her geçen yıl artıyor.
Tabii çiftliklerdeki üretimde de balık yemi olarak, yine denizlerden avlanan küçük balıklar kullanılıyor. Bu nedenle kültür balıkçılığının artan yem ihtiyacı, dünya genelinde balık stoklarının azalmasında ciddi bir paya sahip. FAO’ya göre, mevcut arz seviyesini korumak için 2030 yılına kadar 27 milyon ton ilave deniz mahsulü üretilmesi gerekiyor. Bu seviyede üretim artışı