Çanakkale savaşları, iyi eğitilmiş, cesur ve vatansever bir ordunun, en modern gemilere ve üstün nitelikli silâh, araç ve gereçlere sahip kuvvetleri yenebileceğini kanıtlayan en parlak zaferlerden biridir. Türk askeri Çanakkale’de kahramanlık destanı yazdı.
Birinci Dünya Savaşı’na Merkezi Devletler safında giren Türkiye’nin Çanakkale savaşlarında yaşadıkları, gösterilen kahramanlıklar ve bu fedakârlıkların ardındaki isimsiz kahramanlar halen tam olarak bilinmiyor. Bu savaş Türkiye için arkada büyük toprak kayıplarının acısının halen çok diri olduğu bir atmosferde girilen bir döneme denk gelmişti. 1877-78’de Ruslara yenilen Osmanlı Devleti Berlin Antlaşması ile Sırbistan’ı, Bulgaristan’ı ve Romanya’yı kaybetmişti. 1911’de İtalyanların Batı Trablus (Libya) ve Oniki Ada’yı işgalinden sonra 1912’de Balkan devletleri ile giriştiği savaş hiç beklenmedik şekilde kaybedilmiş, Ege Adaları ve Batı Trakya Yunanlılara geçmişti. Osmanlı Devleti ve ordusu bu yenilgilerin travmaları içinde Birinci Dünya
Osmanlı Devleti içerisinde kadınlar kendilerini ilk kez basın yoluyla ifade etmiş ve seslerini duyurmuşlardı. Kadın haklarının köklü hale gelmesi ise Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen devrimlerle kalıcı hale geldi.
19.Yüzyıl Avrupa’da Sanayi Devrimi’nin yaşandığı, endüstrileşmeye bağlı olarak büyük kentlerin çeperlerinde işçi sınıflarının belirdiği bir dönüşüm yüzyılıydı. Kuşkusuz bu sosyoekonomik dönüşümler 20.Yüzyıl boyunca da sürdü. Yeni toplumsal sınıfların belirdiği bu dönüşüm çağında kadınların işgücü ve emekçi sınıflara katılımı, eğitim olanaklarından yararlanmasının önünün açılması ve kademeli olarak yönetici sınıflara da katılımı geride bıraktığımız iki yüzyılın temel karakteristiğiydi. Batı dünyasında yaşanan bu dönüşüm ve kadınların toplumsal yaşama giderek artan katılımı Osmanlı Devleti’ne de etkisini gösterdi ve kadın hareketlerinin oluşmasının önünü açtı.
II.Meşrutiyet ve kadın hareketleri
Osmanlı Devleti 19.Yüzyıl
Osmanlı’da her doğan çocuk, yalnızca ailenin değil, topyekûn cemiyetin mutluluğu olarak kabul edilirdi. Mahallenin, şehrin ve hatta devletin omuzladığı bir ‘emanet’ sayılırdı.
Çocuk, masum bir yüz, gelecek umudu, sevinç ve belki de masal dolu bir hayal dünyası… Doğru yetiştirildiğinde gönül ferahlığı, ihmal edildiğinde ise büyük dertlerin kaynağı olan bir sorumluluk. Günümüzün sonu gelmeyen telaşlarında, çoğu zaman gözden kaçırdığımız bu kıymetli hazinenin Osmanlı’da nasıl korunup büyütüldüğünü düşündünüz mü? Osmanlı’da çocuk, yalnızca anne-babasının değil, mahallenin, şehrin ve hatta devletin omuzladığı bir “emanet” sayılırdı. Herkes el birliğiyle o küçücük varlığın yetişmesi için seferber olur, yokluk ya da kimsesizlik hiçbir yavrunun kaderi olmazdı. Belki bugün kulağa masal gibi geliyor ama tarihin ışığında baktığımızda, tam da bu güçlü şefkat ve dayanışma tablosuyla karşılaşıyoruz.
Küçücük
Babası tarafından 12 yaşında keşfedilen Meryem Norouzi, uluslararası hat ve grafik yarışmalarında birçok ödül aldı. Dünyanın en prestijli hat yarışmalarında Türkiye’yi temsil eden Norouzi, hat sanatının kadın sultanı olarak biliniyor
Katar’daki hat yarışmasında Türkiye’yi temsil eden Meryem Norouzi bu eseriyle birincilik ödülüne lâyık görüldü.
Meryem Norouzi 1986 İran Kirmanşah doğumlu. İstanbul Üsküdar’da yaşıyor. Karaj Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik bölümünden mezun olan sanatçı Fransa, İngiltere, Malezya, Suudi Arabistan, Türkiye dahil olmak üzere birçok sergiye katılmış. Norouzi’nin eserleri hızla uluslararası tanınırlığa erişmiş ve halen çeşitli müzelerde sergilenmekte. 2014 yılında hüsn-ü hattın ülkemizdeki en saygın üstatlarından Davut Bektaş hocadan icazet alan Meryem Norouzi Türk vatandaşı olduktan sonra sanatını 10 senedir yaşadığı İstanbul’da sürdürüyor.
Başarılarla Dolu Kariyer
Uluslararası hat ve grafik yarışmalarında birçok ödül alan
Sykes-Picot’un laneti hâlâ Orta Doğu’da hissediliyor. Anlaşma, bölgedeki çatışmaların temel nedenlerinden biri. Uluslararası sorunlara yol açan bir kötülük metni nedeniyle, başta Filistin olmak üzere bölgedeki topraklar peşkeş çekiliyor.
Geride bıraktığımız haftaya damgasını vuran gelişmelerden biri ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze ile ilgili yaptığı açıklamalar oldu. Trump’ın Ürdün kralı II.Abdullah’ın ziyareti esnasında yapmış olduğu “Gazze’yi alma, Gazze halkını Mısır ile Ürdün’e geri dönüş hakkı olmaksızın tehcir etme ve Filistin topraklarını İsrail lehine bir emlak geliştirme projesi çerçevesinde ilhak etme” açıklamaları tüm dünyada infial uyandırdı. Bu açıklamanın hedeflerini Mısır reddederken, Ürdün kralının yaşadığı gerilim kameralara da açık biçimde yansıdı. Öte yandan Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin birçoğu Filistinlilerin topraklarında yaşama hakkının çiğnenemeyeceğini ve hatta bunun sorgulanmasının dahi
4 Türk kız öğrenci, öğretmenlerinin çabasıyla vaftiz edilip, Hristiyan olunca, Bursa Amerikan Kız Koleji 1928 yılında kapatılmıştı. Suçlu bulunan öğretmenlere sembolik cezalar verildi. Peki, bu cezaların temel gerekçesi neydi? Buyrun, sizi 1900’lerin başına götüreyim…
Anadolu’da 19’uncu yüzyılda American Board adlı Hristiyan Protestan misyonerlik örgütünün faaliyetleri kapsamında kurulan Bursa Amerikan Kız Koleji’nde 4 Türk öğrenci öğretmenlerin çabasıyla İslamı terk edip vaftiz edilmiş ve hristiyan olmuşlardı. Muadelet, Kamran, Nemika ve Seniha adlı 4 kız öğrencinin, “kendilerine yapılan telkinlerin tesirinde kalarak, İncil’e ve
Hz. İsa’ya muhabbetle protestanlığı seçtikleri ve okulun misafirhanesinde vaftiz edildikleri” iddiasıyla ortalık karışmış ve 1928 yılında okul kapatılmıştı.
Türk Maarif Cemiyeti
Öğretmenlerinin protestan misyonerliği yaptığı kesinleşince, okul 1928’de, dönemin Bakanlar Kurulu tarafından kapatıldı. Aynı yıl Mustafa Kemal Atatürk’ün himayesinde
4 Baharat Yolu, Güneydoğu Asya’nın tropik ormanlarından ve Hindistan’ın baharat merkezlerinden başlayarak Arap Yarımadası ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya uzanan bir ticaret ağıydı. Temel güzergâh şuydu: Güney Hindistan, Malakka Boğazı, Sri Lanka, Yemen Kızıldeniz, Kahire, Akdeniz, Venedik ve diğer Avrupa limanları. Bir diğer rota ise kara yoluyla İran üzerinden Osmanlı topraklarına ve oradan Avrupa’ya uzanıyordu. Bu yollar sadece baharat taşımadı; kültür, din, teknoloji ve fikirlerin de geçiş noktasıydı.
4 Baharatın ilk izlerini Mezopotamya, Hindistan ve Çin’de görüyoruz. M.Ö. 3000’lerde Sümerler, tıbbi ve dini ritüellerde bazı baharatları kullanıyordu. Eski Mısır’da mumyalama işlemlerinde tarçın ve mür gibi baharatlar yer alıyordu. Hindistan ve Güneydoğu Asya’da ise baharat mutfağın ve tıbbın ayrılmaz bir parçasıydı. Batı’nın baharatla esas tanışması ise Antik Yunan ve Roma ile oldu. Ama unutulmamalı ki, baharat hep Doğu’nun malıydı ve Batı için hep ulaşılması gereken egzotik bir hazineden ibaretti.
İstanbul, taşın ve ahşabın yan yana dizildiği, medeniyetlerin iz bıraktığı bir şehir. Bu şehrin kaderi sadece tarihi olaylarla değil, devasa yangınlarla da şekillendi.
Geride bıraktığımız hafta ne yazık ki ülkece sarsıldığımız bir yangın felâketi yaşadık. Yangında ara yıl tatilini Bolu Kartalkaya’da ailece kar tatili yaparak geçirmek isteyen 36’sı çocuk 78 vatandaşımızı yitirdik. Yaşamını yitiren insanlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve tüm ülkemize sabırlar diliyorum. Yangın felâketi tarih boyunca insanlığın en çekindiği afetlerden oldu.
Antik çağlardan günümüze Roma, Antakya, Londra, Paris gibi şehirler yıkıcı yangınlar geçirdi. İstanbul, taşın ve ahşabın yan yana dizildiği, medeniyetlerin iz bıraktığı bir şehir. Ancak bu şehrin kaderi sadece tarihi olaylarla değil, kuşkusuz devasa yangınlarla da şekillendi ve yangınlardan payına düşen yıkımları yaşadı. Bizans’tan Osmanlı ve Cumhuriyet’e uzanan şehrin ateşle imtihan süreci, yalnızca binaları değil, hafızalarımızı da yaktı geçti.
Ahşap Şehrin Kaderi
Bizans döneminde taş ağırlıklı konutların &cce