Hat sanatı, yalnızca kağıt ve levhalarda değil, mimari yapılarda da kullanılarak ve estetik bir etki oluşturdu. Mimari yapılarda hat yazılarının kullanımı, özellikle İslamiyet’in yayılmasıyla başladı.
İstanbul’un tarihi yapıları, sadece mimarisiyle değil, aynı zamanda ince ince işlenmiş hat sanatıyla da ziyaretçilerini büyülüyor. Osmanlı’dan miras kalan bu zarif yazı sanatı, camilerden medreselere, çeşmelerden türbelere kadar şehrin dört bir yanında karşımıza çıkarak, taş duvarların üzerine işlenmiş, zamana meydan okuyor.
‘‘Tarihi evraklarımız olmasa bile kitabeler ve mezar taşlarından yeni bir Osmanlı tarihi yazılabilir.’’ denir. Osmanlı İstanbul’u başlı başına bir kütüphanedir. Camileri, türbeleri, çeşmeleri, medrese ve mezar taşlarına kazınmış yazıları hat sanatı meraklıları için birer hazine olmaya devam ediyor. Tarihi yarımada da girdiğimiz her sokakta tarihi bir kitabeye rastlamak mümkündür.
Kelam Güzeli
İslam sanatının en önemli dallarından biri olan hat sanatı Kur’an-ı Kerim’in yazılması ile ortaya
İstanbul sevgisi şehirden hiç ayrılmayacak kadar gerçek ve derindi. Hayranlığı tablolarında hayat buldu. Oryantalist akımın en güçlü temsilcilerinden olan de Mango, bir Türkiye ve doğu sevdalısı olarak hayata veda etti.
Leonardo de Mango için resim kelimenin tam anlamıyla doğuştan gelen bir tutkuydu. Bisceglie’de 1843 yılında bir İtalyan olarak hayata merhaba diyen de Mango’nun 87 yıl süren yaşamı İstanbul’da bir Türkiye ve doğu sevdalısı olarak sona erdi.
Çocukluğunun erken yaşlarında resim yapmaya başlayan sanatçı 20 yaşına kadar herhangi bir eğitim almadan resim yaptı. De Mango’nun resim kariyeri 1862 yılında katıldığı bir desen yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmesiyle beraber değişti ve 8 yıl sürecek olan eğitimi için Napoli Akademisi’ne girdi. De Mango bu akademide döneminin oldukça önemli hocalarıyla bir araya gelme şansı yakaladı. 1867’de ikinci kez desen dalında büyük ödül kazanan sanatçı bu başarısını kendi yeteneği kadar, akademideki Mancinelli ve Dominico Morelli gibi etkilendiği
Kudüs’te, 5 İslami dönem yaşandı: 1. Sahabe ve Emeviler Dönemi 2. Abbasi ve Fatimiler Dönemi 3. Eyyubi Dönemi 4. Memlûk Dönemi ve son olarak 5. Osmanlı Dönemi. Bugün tarihi yapıların çoğu Osmanlı izleri taşıyor.
Eyyubilerin Kudüs’ü Haçlılardan almalarının ardından sonra kısa bir süre Selçuklular, sonrasında Memlûk Devleti Kudüs’e hâkim oldu. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi ile Kudüs 1518’de Osmanlı hâkimiyetine girdi. 1518-1918 Osmanlı dönemi ve 20.yy’da Kudüs’e devam edelim. Kudüs’te, 5 İslami dönem yaşandı: 1. Sahabe ve Emeviler Dönemi 2. Abbasi ve Fatimiler Dönemi 3. Eyyubi Dönemi 4. Memlûk Dönemi ve son olarak 5. Osmanlı Dönemi. Bugün tarihi yapıların çoğu Osmanlı izleri taşıyor.
Osmanlı izleri
Şehrin surlarını tamir ettiren Kanuni Sultan Süleyman Eski Kudüs’ün El Halil Kapısı’nın alınlığına “La ilahe illallah İbrahim Halilullah” yazdırdı. Buradaki naiflik, Ehl-i Kitabın şehre olan aidiyetine hürmet
Kudüs’ü paylaşılamaz kılan nedir? 3 bin yıldır uğruna yüzbinlerce insanın öldüğü, bu şehrin sırrı ne? Peki adının anlamı ‘Barış’ olan ama uğruna bitmeyen savaşlar verilen Kudüs kimin?
Yeruşalem / Dar’üs-Selam / Jerusalem... Kudüs’ün Hz.Davud ile başlayan kadim tarihi aynı zamanda insanlık tarihinin de en önemli olaylarını içinde barındıran ve günümüzde de devam edegelen bir mücadeleyi anlatır. Soru daima şudur: Kudüs kimin?..
Üç Bin Yıllık Kavga
Müslümanlar için ilk kıble, gökyüzüne açılan kapı, etrafı mübarek kılınan Mescid-i Aksa’nın ve Mirac’ın şehri. Mekke ve Medine’den sonra üçüncü harem. Mescid-i Aksa altın kubbeli Kubbet’üs Sahra ile karıştırılır çoğu zaman. Yerini doğru tanımlamakta fayda var. Her karışı bir kutsal bir mekânla, önemli bir tarihi olayın hatırasıyla dolu olan Kudüs’ü paylaşılamaz kılan nedir? 3.000 yıldır uğruna yüzbinlerce insanın öldüğü, öldürdüğü bu şehrin sırrı ne?
Çin Seddinden sonra dünyanın en uzun, en geniş ve sağlam surlarından biri olan Diyarbakır surları şehrin kendi doğal taşı olan bazalt taşı kullanılarak inşa edilmiş. Kuşatmalarda gördüğü tahripler, depremler ve zorlu iklim koşullarına direnerek bugüne ulaşan Diyarbakır surlarını kimin, hangi dönem yaptığı bilinmiyor
Yazının başlığı Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde akademisyen olan kıymetli hocamız, araştırma görevlisi sayın Hüseyin Karaçam’ın kitabından alınma. Kitabın tam adı: Türkmenlerin Taşlara Yazdığı Tarih Diyarbakır ve Çevresindeki Artuklu Kitabeleri. Eser alanında şimdiye değin yapılmış en kapsamlı ve nitelikli çalışmalardan birisi ve bir başvuru kaynağı. Elinize bu güzel eseri alıp Diyarbakır, Mardin ve Hasankeyf’te tarihe doğru bir zaman yolculuğuna çıkabilirsiniz.
Bir insanlık mirası: Diyarbakır surları
Çin Seddinden sonra dünyanın en uzun, en geniş ve sağlam surlarından biri olan Diyarbakır surları şehrin kendi doğal taşı olan bazalt taşı kullanılarak inşa edilmiş. Surların geçmişi MÖ 2000’li yıllarda bölgede yaşayan
Tuna Nehri’nde yitik bir Türk toprağı olan Adakale’nin hikâyesi oldukça ilginç. 93 Harbi sonrası Adakale sessiz sakin Osmanlı idaresinde kalmayı sürdürmüş. Ancak 1923’teki Lozan Anlaşması ile ada Rumenlere bırakılmış.
Geçenlerde bit pazarında görür görmez çok heyecan duyduğum bir objeye rastladım. 1967 yılında yapılan Demirkapı Barajı ile sular altında kalan Adakale’de yapılan ve çok nadir olan teneke tütün kutusuydu bu. Kutuyu satan esnaf Romanyalıydı ve istediği fiyat da çok uygundu. O nedenle hemen aldım. Tuna Nehri’nde yitik bir Türk toprağı olan Adakale’nin hikâyesi oldukça ilginç. Adakale Osmanlılar tarafından fethedilmeden önce bir korsan adasıymış. Adaya Türkler, Sırplar ve Bulgarlar Adakale, Macarlar Ujorsova, Rumenler Urşova demiş. En eski adı ise Caroline Adası’ymış. 1878 Berlin Antlaşması’na kadar Türkler Tuna Nehri üzerindeki ticareti bu ada üzerinden kontrol etmiş. Ada Berlin Antlaşması ile elimizden çıkmış.
Antlaşmaya yazılması unutulmuş
Fakat ilginç bir şekilde,
Birinci Dünya Savaşı sonrasında emperyalistlerin sınırlarını cetvelle çizdiği Ortadoğu coğrafyasının yapay sınırlar kadar büyük ve derin etkileri olan bir diğer temel sorunu da mezheplerin belirleyiciliği. Mezhep çatışmalarının yıllar süren bir iç savaşa yol açtığı Arap ülkelerinden birisi de kuşkusuz Lübnan.
Ortadoğu adıyla tanımladığımız coğrafyanın bu ismi dahi batı bakış açısıyla ortaya çıkmış olan bir tanımlama. Kadim İslam coğrafyasının kalbini oluşturan bu toprakların kaderi 1. Dünya Savaşı sonrasında emperyalist güçler tarafından masa üzerinde cetvelle çizilen sınırlarla belirlendi. Örneğin ünlü İngiliz arkeolog ve casusu Gertrude Bell Bağdat’tan Londra’da yaşayan bir dostuna yazdığı mektupta “Yazım ve ifadelerim biraz bozuk olabilir. Tüm geceyi Irak’ın yeni sınırlarını çizmekle geçirdim, o nedenle anlayışına sığınıyorum” der. Ürdün-Suudi Arabistan sınırındaki Churcill Hıçkırığı adlı sınır çizgisi de ibret verici bir hikâyeye sahip.
Churcill Hıçkırığı
Ü
Toplumun sahip olduğu kültürü bir ağaca benzeten Mavi Anadolu, Anadolu’yu var eden tüm kültürleri sahiplenir. Batıyı aydınlatan, Rönösans’ı ortaya çıkaran tüm değerlerin öz vatanının bu topraklar olduğunu, dolayısıyla ne arıyorsak Anadolu’da aramamız gerektiğini, batının kuyruğu olmaktan vaz geçmemizi söyler.
İlyada’nın kendi dili dışında başka bir dile duygusu ve ihtişamı ile aktarıldığı bir dil varsa o dil Türkçedir ve bu başarı Azra Erhat’a aittir. Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol’un rüyasıydı Mavi Anadolu.
Anadolu’yu yüceltmek
Azra Erhat ve arkadaşları ile Ege kıyılarını gezebilmeyi çok isterdim. Onların Mavi Anadolu düşüncesi 200 yıldır süregiden ve bitmek bilmeyen Batı öykünmeciliğimize bir başkaldırıdır. Batıya giden tüm medeniyetin vatanı Anadolu’dur ve Anadolu sadece Helen değildir derler.
Mavi Anadoluculuk düşüncesinin temeli Halikarnas Balıkçısı olarak da bildiğimiz Cevat Şakir Kabaağaçlı tarafından atıldı. B