Önceki gün "Kim haklı" başlıklı yazımızda Merkez Bankasının faizleri indirmedeki kaygılarını ele aldık. Gerçekten MBnin haklı gerekçeleri vardı. En önemlisi siyasi baskılarla MB görevini yapmamalıydı. Nihayet olan oldu ve MB faizleri 3 puan indirdi."Beklenen" enflasyonun "gerçekleşen" enflasyonun üstünde kalması sıkı para politikası izlendiğini gösterir. Ancak bu, aynı zamanda, MBnin kredibilitesinin yetersiz kaldığını da gösterir. İşte bu durumda MBnin faizi hemen indirmesi aceleci olabilir. Çünkü öncelikle enflasyonun kalıcı biçimde düştüğü görülmelidir.Buna rağmen, 2002 yılı sonunda gerçekleşen enflasyon, beklentilerin çok altına düştüğünde faizler düşürülebilirdi. Teknik olarak, bu gerekiyordu. Ancak MB seçim sonuçlarını ve mevcut politikalarda bir değişiklik olup olmayacağını görmek istedi. Ve faiz indirimini erteledi. Gerçi seçim sonrası bu indirim yine gerçekleşemedi. Çünkü bu kez de ABDnin Irakla savaşı çıktı. Nihayet ortalık durulunca, önceki gün MB gerekeni yaptı. Bu indirim gecikmiş, fakat yerinde bir indirimdir. Ölçüsü de doğrudur.Şu anda "beklenen" enflasyonla, "gerçekleşecek" enflasyon arasındaki fark elbette bilinemiyor. Ancak "hedeflenen" enflasyon ile "beklenen"
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Merkez Bankası uzun süredir faizleri yüksek tuttuğu için eleştiriliyordu. Bu eleştirilere zaman zaman biz de katıldık. Çünkü enflasyon beklenenden düşük gerçekleşince, Merkez Bankası’nın rahatlaması, daha gevşek bir politika izlemesi gerekiyor. Yani enflasyon düştükçe faizler de akabinde düşmeli. Ancak MB ısrarla faiz indirimini erteledi.
Önceki gün "Kim haklı" başlıklı yazımızda Merkez Bankası’nın faizleri indirmedeki kaygılarını ele aldık. Gerçekten MB’nin haklı gerekçeleri vardı. En önemlisi siyasi baskılarla MB görevini yapmamalıydı. Nihayet olan oldu ve MB faizleri 3 puan indirdi.
"Beklenen" enflasyonun "gerçekleşen" enflasyonun üstünde kalması sıkı para politikası izlendiğini gösterir. Ancak bu, aynı zamanda, MB’nin kredibilitesinin yetersiz kaldığını da gösterir. İşte bu durumda MB’nin faizi hemen indirmesi aceleci olabilir. Çünkü öncelikle enflasyonun kalıcı biçimde düştüğü görülmelidir.
Buna rağmen, 2002 yılı sonunda gerçekleşen enflasyon, beklentilerin çok altına düştüğünde faizler düşürülebilirdi. Teknik olarak, bu gerekiyordu. Ancak MB seçim
1990'lı yıllara gelindiğinde mali liberalleşme gerçekleşmiş, artık TL de iyi getiri sağlar olmuştu. İşte tam o sırada 1994 krizi oluşunca, yani yüksek bir devalüasyon oranı yaşanınca, döviz fetişi adeta kronikleşti. Üstüne üstlük 1996 - 1999 döneminde, enflasyon kadar devalüasyon politikası izlenince, döviz oldukça risksiz bir yatırım aracı haline geldi. Ta ki, 2001 Şubat'ına dek!2001 Şubat'ından bu yana dalgalı kur sistemi uygulanıyor. Yani kuru, temel olarak, arz ve talep belirliyor. Ne enflasyon hesaba alınıyor, ne de artık Merkez Bankası devrede. Malum, döviz talebini oluşturan dört etmen var; birincisi, ihracat, turizm ve işçi dövizleri gibi döviz gelirleri. İkincisi, içeriye giren çeşitli sermaye akımları. Üçüncüsü, vatandaşların, kurumların veya yabancıların yurtiçindeki döviz satışları. Ve dördüncüsü, Merkez Bankası'nın tutumu.Döviz talebi de benzer unsurlardan oluşuyor; ithalat gibi döviz giderleri; ikincisi, sermaye çıkışları; üçüncüsü, vatandaşların tutumu ve yine dördüncüsü Merkez Bankası'nın tutumu.İlk üç ayda ülkede döviz gelir - gider hesabının 2.4 milyar dolar açık verdiğini biliyoruz. Tahminimiz, ilk beş ayda 4 milyar dolara yakın bir cari işlemler açığının
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Ülkemizde mevduatların büyük bir kısmı döviz cinsinden. Bunun da birçok nedeni var. Birincisi, 1970'li yıllarda döviz bulmak zorken, döviz istiflenirdi. Yurtdışına giden ya Merkez Bankası'ndan sınırlı döviz hakkını kullanır, ya da karaborsadan döviz alırdı. Daha sonraları, 1980'li yıllarda, döviz bollaştı. Bu da büyük ölçüde hızlandırılmış devalüasyon uygulamasıyla elde edilen ihracattan kaynaklandı. Öte yandan, kur enflasyondan hızlı gidince vatandaşlar da tasarruflarını dövize yönlendirdiler. Döviz mevduatları, DTH'ler, hızla arttı.
1990'lı yıllara gelindiğinde mali liberalleşme gerçekleşmiş, artık TL de iyi getiri sağlar olmuştu. İşte tam o sırada 1994 krizi oluşunca, yani yüksek bir devalüasyon oranı yaşanınca, döviz fetişi adeta kronikleşti. Üstüne üstlük 1996 - 1999 döneminde, enflasyon kadar devalüasyon politikası izlenince, döviz oldukça risksiz bir yatırım aracı haline geldi. Ta ki, 2001 Şubat'ına dek!
2001 Şubat'ından bu yana dalgalı kur sistemi uygulanıyor. Yani kuru, temel olarak, arz ve talep belirliyor. Ne enflasyon hesaba alınıyor, ne de artık Merkez Bankası devrede.
Merkez Bankası'nın (MB) faizleri indirmekte geciktiğini biliyoruz. Gerçi bu gecikmenin kendince haklı nedenleri var. Örneğin enflasyonun inerken, belli bir düzeyden sonra direnç gösterince, faizlerdeki iniş de yavaşlıyor. İkincisi, seçim sonuçlarını görmeden faizi indirmek doğru olamazdı. Kaldı ki, hemen ardından Irak savaşı çıktı. MB de indirimi geciktirdi. Çünkü savaşın sonuçları görülmeden faiz indirilemezdi.Ancak artık MB faizleri indirmeye niyetli. Bunu inkar da etmiyor. Fakat diğer yandan (ekonominin ısındığını gördüğü için) bir süre sonra tekrar çıkarmaktan ürküyor. Çünkü böylesi bir durumda, iç borç dinamiği ağır darbe alabilir. Enflasyonda yeniden tırmanma eğilimi gözlenir, faizler yükselirse, borcun bütçeye olan yükü de artar. Diğer yandan, bu indirimi baskı ile yapmak istemiyor.Gelelim yaygaranın asıl nedenine. İhracat arttığına göre, bu şikayet olsa olsa, döviz tasarrufu olan vatandaşların servetlerinin TL cinsinden azalmasından kaynaklanıyordur. Ama kurun düşüklüğünden şikayet kamuoyunda pek haklılık kazanmaz diye, işi yüksek faize dayıyorlar.Faizler bir miktar daha düşük olsaydı, döviz kuru daha yüksek bir noktada olur muydu? Belki. Ama bunu abartmamalıyız. Çünkü
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Bir süredir Merkez Bankası üzerinde bir baskı uygulanıyor. İlk önceleri döviz kurundan rahatsızlık biçiminde yansıyan bu baskı, daha sonra faiz indirimi yaygarasına dönüştü. İşin üzücü yanı, konunun uzmanı, hatta bir zamanlar yetkilisi bilinenler bile, bu yaygaraya katılmış, marş marş yapıyorlar. Ne yazık!
Merkez Bankası'nın (MB) faizleri indirmekte geciktiğini biliyoruz. Gerçi bu gecikmenin kendince haklı nedenleri var. Örneğin enflasyonun inerken, belli bir düzeyden sonra direnç gösterince, faizlerdeki iniş de yavaşlıyor. İkincisi, seçim sonuçlarını görmeden faizi indirmek doğru olamazdı. Kaldı ki, hemen ardından Irak savaşı çıktı. MB de indirimi geciktirdi. Çünkü savaşın sonuçları görülmeden faiz indirilemezdi.
Ancak artık MB faizleri indirmeye niyetli. Bunu inkar da etmiyor. Fakat diğer yandan (ekonominin ısındığını gördüğü için) bir süre sonra tekrar çıkarmaktan ürküyor. Çünkü böylesi bir durumda, iç borç dinamiği ağır darbe alabilir. Enflasyonda yeniden tırmanma eğilimi gözlenir, faizler yükselirse, borcun bütçeye olan yükü de artar. Diğer yandan, bu indirimi baskı ile yapmak
Tüketimin ölçülmesi elbette birkaç yöntemle mümkün. Örneğin, Maliye'nin KDV tahsilatına bakılabilir. Burada artışlar varsa satışlar da artıyor demektir. Bir diğer yöntem, bazı kritik mallara ya da dükkanlara bakmaktır. Ve nihayet, dünyada en yaygın yöntemi Tüketici Güven anketleridir. Böylece tüketicinin bakışı gözlenir. Ülkemizde iki yıldır CNBC - E bunu ele alıyor. Dün açıklanan rakamlar da, ekonomide canlanmanın başladığını, hatta dikkat edilmezse bir ısınmanın bile yaşanabileceğine işaret etmekte.Yan üstteki grafikte de gözlendiği gibi, Başbakan Ecevit'in hastalanması ile 2002 yılının Mayıs ayında tüketici güveninde ilk iniş yaşanmış, daha sonra AB ve seçim kararlarıyla bir toparlanma oluşmuş, seçim sonuçlarıyla ise tüketici çok önemli bir güven kazanmıştı. Ancak daha sonra hükümetin kararsız tutumu, gergin iç siyasi ortam ve Irak savaşının yaklaşması nedeniyle, tüketici güveni yine rekor düzeyde sarsılmıştı. Son iki aydır, yani savaşın sona ermesiyle beraber, bu sarsılmanın tekrar, hem de önemli boyutlarda, toparlanmaya dönüştüğü anlaşılıyor. Grafik incelendiğinde, olağanüstü gelişmeler oluşmadığı takdirde, bu trendin süreceği de anlaşılıyor.Tüketici güven endeksinin en
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Geçen yıl büyüme ihracat ve stok artışı ile sağlanmıştı. Bu yıl ise büyümenin iç tüketimle sağlanması hesaplanıyordu. Son veriler ise bu öngörüyü destekliyor.
Tüketimin ölçülmesi elbette birkaç yöntemle mümkün. Örneğin, Maliye'nin KDV tahsilatına bakılabilir. Burada artışlar varsa satışlar da artıyor demektir. Bir diğer yöntem, bazı kritik mallara ya da dükkanlara bakmaktır. Ve nihayet, dünyada en yaygın yöntemi Tüketici Güven anketleridir. Böylece tüketicinin bakışı gözlenir. Ülkemizde iki yıldır CNBC - E bunu ele alıyor. Dün açıklanan rakamlar da, ekonomide canlanmanın başladığını, hatta dikkat edilmezse bir ısınmanın bile yaşanabileceğine işaret etmekte.
Yan üstteki grafikte de gözlendiği gibi, Başbakan Ecevit'in hastalanması ile 2002 yılının Mayıs ayında tüketici güveninde ilk iniş yaşanmış, daha sonra AB ve seçim kararlarıyla bir toparlanma oluşmuş, seçim sonuçlarıyla ise tüketici çok önemli bir güven kazanmıştı. Ancak daha sonra hükümetin kararsız tutumu, gergin iç siyasi ortam ve Irak savaşının yaklaşması nedeniyle, tüketici güveni yine rekor düzeyde sarsılmıştı. Son iki aydır,