Medya sektörü dünyada da, ülkemizde de çok eleştirilen bir sektör. Çok da haklılık taşıyor. Çünkü kamuoyunu belirleyen bu sektörün tamamıyla denetimsiz kalması hoş görülemez.Medyanın denetimi pek kolay değildir. Bunlardan biri devlet denetimidir. Bu en kötüsüdür. Bir diğeri bağımsız kurulların denetimidir. Bunlar da genellikle etkili olamamıştır. Bize kalırsa iki etkili denetim mercii vardır. Biri okuyucu. Diğeri de medyanın çok ortaklı hale gelmesi.Okuyucuna sürekli yanlı, gerçek - dışı veya düzeysiz haber ya da bilgi veren medya kuruluşu, zamanla hem itibar yitirir, hem okuyucusunu. Öte yandan, halka açılma son derece önemli olsa da, bu birdenbire sıkı bir denetim sağlamaz. Öncelikle, ne düzeyde veya oranda halka açıldığı önemlidir. Kaldı ki, yönetim biçim ve üslubu itibariyle de kurum kültürünün bu kuruluşlarda yerleşmesi gerekir.Bununla beraber, ülkemizde şirketlerin halka açılmaları iki bakımdan sorun taşımaktadır. Birincisi, patronlar gücü paylaşmaya yanaşmamaktadır. Kaldı ki, şirket halka açıldığında tüm mali enformasyon şeffaflaştığından bu patronun işine gelmemektedir. İkincisi, sermaye piyasaları yeterince gelişmediğinden sık sık hisse senedi piyasaları çalkalanmakta,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Koteder; Borsaya Kote Ortaklık Yöneticileri Derneği. 26 Mayıs 2003 tarihinde "Globalleşen Piyasalarda Halka Açık Kuruluşların Rolü ve Önemi" konulu bir toplantı düzenlemiş. Bu toplantının daveti önümüze geldiğinde Doğan Yayın Holding'in borsada hisse senedi fiyatı destekleme açıklaması yapıldı. Konu önemli.
Medya sektörü dünyada da, ülkemizde de çok eleştirilen bir sektör. Çok da haklılık taşıyor. Çünkü kamuoyunu belirleyen bu sektörün tamamıyla denetimsiz kalması hoş görülemez.
Medyanın denetimi pek kolay değildir. Bunlardan biri devlet denetimidir. Bu en kötüsüdür. Bir diğeri bağımsız kurulların denetimidir. Bunlar da genellikle etkili olamamıştır. Bize kalırsa iki etkili denetim mercii vardır. Biri okuyucu. Diğeri de medyanın çok ortaklı hale gelmesi.
Okuyucuna sürekli yanlı, gerçek - dışı veya düzeysiz haber ya da bilgi veren medya kuruluşu, zamanla hem itibar yitirir, hem okuyucusunu. Öte yandan, halka açılma son derece önemli olsa da, bu birdenbire sıkı bir denetim sağlamaz. Öncelikle, ne düzeyde veya oranda halka açıldığı önemlidir. Kaldı ki,
Sonunda stratejistlerin tahmini tuttu ve euro yükselmeye başladı. Şimdi euro bir rekordan bir başka rekora koşuyor. Dört yıl önce tedavüle çıktığı pariteyi bile yakalamış durumda. Hatta bunu da aşacağı, 1.20 dolar düzeyine çıkacağı tahmin ediliyor. Euronun bu maratonu tam 14 ay sürdü. Ve belki daha da sürecek.Euronun yükselmesinin dünya ekonomisi açısından büyük önemi var. Tabii Türkiye açısından da. Dünya ekonomisi açısından ABD'nin ihracatının artması veya giderek Avrupa'nın daha fazla ithalat yapması demek. Malum ABD dış ticaret açığı veren bir ekonomi. Giderek değer kaybeden dolar elbette ABD'nin dış ticaret açığının kapanmasını sağlayabilir.Türkiye açısından da euronun değer kazanması olumlu etkiler bırakıyor. Çünkü ihracatımız euro ağırlıklı, ithalatımız ise dolar ağırlıklı. Dolayısıyla bu gelişmeden dış ticaret dengesi olumlu yönde etkileniyor. İşçi dövizleri ve turizm gelirlerimiz euro ağırlıklı olduğuna göre, euronun yükselmesiyle hem kazançlarımız artıyor, hem de giderlerimiz düşüyor.Son bir yılda TL dolara karşı yüzde 30 değer kazandı. Bundan şikayetçi olan tasarrufçu çok. Ama ihracat yapanlar daha az şikayetçi. Nedeni de euronun değer kazanması. Çünkü euro bu süreçte
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Herhalde bu yılın en önemli ekonomik gelişmelerinden biri euronun inanılmaz yükselişiydi. Aslında birçok finans piyasası uzmanı bir yıldan bu yana euronun ciddi biçimde değer kazanacağını söylüyordu. Ama bu denli değer yitirmiş bir para biriminin bu denli toparlanmasını pek olası görmeyenler de az değildi.
Sonunda stratejistlerin tahmini tuttu ve euro yükselmeye başladı. Şimdi euro bir rekordan bir başka rekora koşuyor. Dört yıl önce tedavüle çıktığı pariteyi bile yakalamış durumda. Hatta bunu da aşacağı, 1.20 dolar düzeyine çıkacağı tahmin ediliyor. Euronun bu maratonu tam 14 ay sürdü. Ve belki daha da sürecek.
Euronun yükselmesinin dünya ekonomisi açısından büyük önemi var. Tabii Türkiye açısından da. Dünya ekonomisi açısından ABD'nin ihracatının artması veya giderek Avrupa'nın daha fazla ithalat yapması demek. Malum ABD dış ticaret açığı veren bir ekonomi. Giderek değer kaybeden dolar elbette ABD'nin dış ticaret açığının kapanmasını sağlayabilir.
Türkiye açısından da euronun değer kazanması olumlu etkiler bırakıyor. Çünkü ihracatımız euro ağırlıklı,
Öncelikle CHP'nin yeterince oy alamamasını doğru saptamak, çarpıtmamak gerekiyor. CHP 1977'de yüzde 42 oy aldığında siyasetin merkezinde değil, solundaydı. Ancak bir fark vardı; CHP liderliği onun oy oranına bir engel oluşturmuyor, aksine geniş halk yığınları o genç umudun (Ecevit) peşine düşüyordu. Çünkü halkın sorunlarını, özlemlerini CHP dile getiriyordu. Dün Hürriyet gazetesinde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la yapılmış bir sohbet vardı. Baykal bir yanılmayı önlemeye çalışıyordu: CHP siyasetin merkezine kaymayacak, sosyal demokrasi siyasetin merkezine oturacaktı. Böylece kendini merkezde tanımlayan geniş seçmen kitlesi de rahatlıkla CHP'ye oy verebilecekti. Ancak Baykal'ın bu yaklaşımını ne gerçekçi nitelemek mümkün, ne de mantıklı. Diyelim ki, sosyal demokrasi siyasetin merkezine oturdu. O zaman siyasetin sağına ve soluna ne oturacak ki? Kaldı ki, asıl sorun CHP'nin giderek sol çizgiden kopması değil mi? Geçimden çok rejimle ilgili CHP uzun süredir, geçimden çok rejimle ilgilenen bir parti görünümü veriyor. Oysa siyasette oy alma basit bir kavramda saklı; geçim! Laiklik ve demokrasi gibi rejimin önemli kurum ve kavramlarıyla uğraşan CHP ise yoksul kesimin özlemlerinden
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Dün Hürriyet gazetesinde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la yapılmış bir sohbet vardı. Baykal bir yanılmayı önlemeye çalışıyordu: CHP siyasetin merkezine kaymayacak, sosyal demokrasi siyasetin merkezine oturacaktı. Böylece kendini merkezde tanımlayan geniş seçmen kitlesi de rahatlıkla CHP'ye oy verebilecekti. Ancak Baykal'ın bu yaklaşımını ne gerçekçi nitelemek mümkün, ne de mantıklı. Diyelim ki, sosyal demokrasi siyasetin merkezine oturdu. O zaman siyasetin sağına ve soluna ne oturacak ki? Kaldı ki, asıl sorun CHP'nin giderek sol çizgiden kopması değil mi?
Öncelikle CHP'nin yeterince oy alamamasını doğru saptamak, çarpıtmamak gerekiyor. CHP 1977'de yüzde 42 oy aldığında siyasetin merkezinde değil, solundaydı. Ancak bir fark vardı; CHP liderliği onun oy oranına bir engel oluşturmuyor, aksine geniş halk yığınları o genç umudun (Ecevit) peşine düşüyordu. Çünkü halkın sorunlarını, özlemlerini CHP dile getiriyordu.
Geçimden çok rejimle ilgili
1980'li yıllarda SHP demokrasi mücadelesi vermeye başlayınca, aydınlar tarafından destek
2001 yılında kriz oluştuğunda IMF'nin talebi milli gelir içinde yüzde 5.5'luk bir faiz - dışı fazlaydı. O yıl Kemal Derviş'in güdümüne giren hükümet yüzde 5.7'lik bir faiz - dışı fazla performansını başardı.Bunun iki nedeni oldu. Birincisi, hükümet çaresizdi ve ne denilse yapıyordu. Özellikle harcamalarda ciddi tasarruflar sağlandı. İkincisi de, milli gelir düşünce yüzde 5.7'lik bir düzey kolaylıkla elde edildi. Tabii bunda ek vergiler, özellikle artırılan KDV etkili oldu. Ancak, daralma gösteren ekonomik konjonktürlerde, faiz - dışı fazla hedefi tutturmak sosyal bakımdan zordur. Çünkü kazanmayan vatandaş vergi ödemek istemez. 2002 yılında Derviş zorlanmaya başladı. Öncelikle IMF 2001 performansını görerek çıtayı yükseltti. Hedef milli gelirin yüzde 6.5'u oldu. Ancak bu kez vergilerde ciddi artışlar sağlanamadı. Ekonomik büyüme, özellikle yılın ikinci yarısı artmaya başladı ama bu vergi üretemedi. Çünkü üretim hem ihracat nedeniyle, hem de stok tazelemek için yükseldi. Bunlar da KDV üretmeyen sektörler.Öte yandan, seçimlerin yaklaşması son aylarda kamu harcamalarındaki disiplini bozdu. Bu da faiz - dışı fazlanın istenen hedefe yaklaşamamasına neden oldu. 16.1 katrilyon olan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Bu program faiz - dışı fazla temeline dayanıyor. Yani bütçedeki gelirlerin, faiz hariç, harcamaları aşması gerekiyor. Bu yaratıldığı sürece hem kamu borcu ödenebilmiş oluyor, hem de iç talep sınırlanmış oluyor. İç talep sınırlanınca, hem enflasyon düşebiliyor, hem de ithalat sınırlı kalıyor. Ödemeler dengesi de düzelebiliyor. Hatta içeriye satamayan üretici sürekli ihracat için uğraşıyor. Zamanla ekonomik yapı değişiyor. Tabii tüm bunlar epeyce bir toplumsal maliyet getiriyor. En azından bir süre için.
2001 yılında kriz oluştuğunda IMF'nin talebi milli gelir içinde yüzde 5.5'luk bir faiz - dışı fazlaydı. O yıl Kemal Derviş'in güdümüne giren hükümet yüzde 5.7'lik bir faiz - dışı fazla performansını başardı.
Bunun iki nedeni oldu. Birincisi, hükümet çaresizdi ve ne denilse yapıyordu. Özellikle harcamalarda ciddi tasarruflar sağlandı. İkincisi de, milli gelir düşünce yüzde 5.7'lik bir düzey kolaylıkla elde edildi. Tabii bunda ek vergiler, özellikle artırılan KDV etkili oldu. Ancak, daralma gösteren ekonomik konjonktürlerde, faiz - dışı fazla hedefi tutturmak sosyal bakımdan zordur. Çünkü