Son birkaç ay içinde, özellikle AB ve ekonomi yönetimi konularında hükümet içindeki anlaşmazlıklardan dolayı, ülkemiz bir seçim beklentisine girmişti. Siyasetteki son gelişmeler bu beklentinin artık kaçınılmaz bir gereksinime dönüştüğünü gösteriyor.
Seçim sürecini hızlandıran gelişmeler daha önceden öngörülemeyecek derecede hızlı ve farklı bir boyutta yaşandı. DSP’de bir değişim talebi vardı, ancak bunun istifa noktasına geleceğini kestirmek sanırım zor olurdu. Öte yandan da istifaların hızla bu sayıya ulaşacağını ve hükümeti tehdit edebilecek bir rakamsal görüntüyle karşılaşacağımızı da önceden tahmin edemezdik.
Seçim gerçeğini kabullenmek, bir bakıma Türkiye’nin korkularıyla yüzleşmesi anlamına geliyor. Bu korkulardan biri, ‘aman seçim olmasın, istikrarı kaybederiz’ korkusu. Diğer bir korku ise, seçimden sonra çıkacak tabloyla ilgili. Ülkenin siyaset zemini çok kaygan olduğundan, her kesimin kendi dışındaki görüşlerden birinin ağırlıklı olarak temsil edilmesiyle ilgili endişeleri bulunuyor. Bunların yanı sıra, seçimlerde yine çok parçalı ve idaresi zor olan bir koalisyon hükümeti çıkmasına yönelik korkular da var.
Şimdi tüm bunları bir yana bırakmanın zamanı geldi. Türkiye’de sistem, tüm aksaklık ve sorunlarına rağmen, işliyor. Seçim kanununun yenilenmesi faydalı olur. Öte yandan, seçime bu hükümetle mi, yoksa farklı bir hükümetle mi gidilecek, bu çok kritik değil. Önemli olan seçime kalan süre içinde Türkiye’nin ihtiyacı olan birtakım yasaların Meclis’ten geçirilme imkanının yaratılması.
Dünkü liderler zirvesinde 3 Kasım’da erken seçime gidilmesi konusunda mutabakata varıldı. Seçim tarihinin netleşmesi olumlu bir gelişme. Artık bu konu bir belirsizlik olmaktan çıktı anlamına geliyor. Dolayısıyla da hem kamuoyu hem de piyasalar bu konuda rahat bir nefes alabilir.
Böyle kritik bir dönemde Meclis’in tatilde olması beni vatandaş olarak huzursuz ediyordu. Şimdi bir seçim sürecine gidiyor olmak, birlikte çalışmakta zorlanan bir hükümetle yaşamaktan daha olumlu diye düşünüyorum. Burada zorlayıcı olan, bu hükümetin olası ciddi dış gelişmeler, ekonomik rota ve AB konularında, kalan süre zarfında ne kadar iddialı olabileceği konusudur. Yine de seçim kararı alındıktan sonra, bunun yan etkilerine de katlanabilmek gerekiyor.
Bir seçim dönemine girilmesi, kuşkusuz hem mevcut siyasi partliler hem de yeni oluşumlar açısından ciddi bir çalışma dönemi anlamına geliyor. Aslında halk siyasetçiden soğumuş durumda. Bu her ülkede biraz böyle. Ancak siyasetçi de halkı temsil ettiğinden bu köprünün yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Özellikle Türkiye gibi ulusal politikalarda uzlaşma sağlamanın zor olduğu bir ülkede, bu yakınlaşma daha da değerli.
Dileriz bu yeni dönemde, demokrasi, şeffaflık ve kitlelerin ülkenin karar süreçlerine daha aktif katılımı açısından aşama kaydederiz. Kuşkusuz AB projesine yönelik olumlu adımlar da bu yenilenme sürecine ivme katacaktır.