Mehmet Çelik

Mehmet Çelik

bizans@gmail.com

Tüm Yazıları

Düzenli olarak gazete okumaya 1980’lerin sonunda İstanbul Şişli Lisesi’nde okurken başladım. O zamanlar sınıfa gazete getirmek teşvik edilen bir uygulamaydı. Ben de bayiden macenta renkli logosunu çok beğendiğim Milliyet gazetesini alır sınıfa getirirdim. Siyasetle ilgilenmediğim için doğrudan kültür sanat sayfasını açardım, köşe yazarlarına bakar ve ilginç dizi yazılarını merakla okurdum.

Bir zaman makinesi: Milliyet

Ansiklopedilerin kralı Büyük Larousse tanıtımı: 27 Kasım 1992, Milliyet

Ancak gazete okuma tutkusu son sınıfta başıma bela oldu. Okul dergisini çıkartan ekipteydik, bir duvar gazetemiz vardı. Ocak 1992’de bir gün Milliyet’in kültür-sanat sayfasından kesip aldığım bir köşe yazısını duvar gazetesine raptiyeledim. Selim İleri’nin Tahsin Yücel’in bir kitabı üzerine yazdığı bir yazıydı. Fakat nedense savunma vermem istendi, yazı yırtılıp çöpe atıldığı için de kendimi savunamıyordum. Bunun üzerine o günkü gazeteyi bulmak için Milliyet’in Cağaloğlu binasına gittim. Danışmada Zehra Hanım vardı, çok ilgilendi benimle ve arşivden gazete bulunup getirildi. O gazete sayesinde yazdığım savunma ile disiplin kurulunca affedildim.

Haberin Devamı

O yıl İstanbul Üniversitesi’nin Arşivcilik bölümünde okumaya başladım, gazeteler de iki yıl süren ansiklopedi yarışına başlamıştı. Hiç kuşkum yoktu, tam sayfa ilanların da gösterdiği gibi en iyisini Milliyet gazetesi veriyordu. Böylece 1992’nin sonlarında Hakkı Devrim’in yönetiminde yeniden yayımlanan Büyük Larousse için kupon biriktirmeye başladım. Her ay iki cilt verilirdi ve Nuruosmaniye’deki gazete binasının önünde uzun kuyruklar oluşurdu.

O zaman aldığım Büyük Larousse ciltlerini halen saklıyorum, arada sırada bir konuda “güvenilir” bir bilgiye ihtiyaç duyduğumda bakıyorum, İlber Ortaylı’nın bir yazısında söylediği gibi “ansiklopedi karıştırma zevki” kanıma karışmış bir kere, bırakamıyorum.

Bir gün çağdaş arşivler dersimize giren Tülin Aren hocamız dersten sonra beni ve Filiz Apuhan isimli arkadaşımı odasına çağırdı ve Milliyet gazetesinde üç aylık sürecek geçici bir iş olduğunu çalışmak isteyip istemediğimizi sordu. Ben hemen evet dedim ve Büyük Larousse bitmeden 1994 yılının son aylarında, 23 yaşındayken Milliyet arşivinde işe başladım. Sonra o “üç ay” uzatıldı “üç aylar” oldu, baktılar olacak gibi değil 1997’de kadrolu çalışan oldum ve aradan yıllar yıllar geçti.

Haberin Devamı

Gördüm ki arşiv de ansiklopedi gibiydi; yüzlerce kitap, birkaç daktilo, ağır metal bir kartoteks dolabı (daha sonra Şampiyon Daktilo çalışanları bu kartları bilgisayara aktarmıştı) ve binlerce dosya vardı. Yüz binlerce fotoğraf ve bilgi dosyaları devasa dolaplarda saklanıyordu (halen öyle). Fotoğraf dosyalarının içinde karta basılı siyah beyaz/renkli fotoğrafların yanında küçük zarfların içinde siyah beyaz veya renkli negatif filmler ve dia pozitifler vardı.

Sonra komutlarla çalışılan DOS tabanlı arşiv programı, tüplü ekranı olan Windows 3.1 kurulu bilgisayar ve disketlerin sayısı arttı. Daktilolar depoya indirilince klavye tıkırtıları çoğaldı. (Ama daktilo sesi kesilmedi: Sami Kohen’in odasından veya birinci kattaki spor servisinin açık ofis alanında İslam Çupi’nin kullandığı daktilodan gelen sesler bir süre daha hüküm sürdü.) Meğer daktilo sesleri başka bir zamana ait atmosferin izlerini taşıyormuş, o günlerde farkında değildim.

Haberin Devamı

Milliyet şimdi kökleri çocukluğumuza uzanan 75. yaşında bir çınar. Öyleyse, yeni yaşın kutlu olsun ihtiyar delikanlı!