Röportaj yaptığım, sohbet ettiğim yerli yabancı sanatçılara bir süredir şunu da soruyorum: Yeni müzikleri nerede keşfediyorsunuz?
Spotify diyen var. Apple Music diyen var. Buradaki önerileri beğenen isabetli bulanlar çoğunlukta. Özellikle Spotify’ın kişiye özel miksleri, cuma yeni müzik ve yeni çıkanlardan derlediği keşif listeleri cidden işe yarıyor.
En azından size neler oluyor onu aktarmış oluyor. Bunun yanında mesela Erol Alkan gibiler düzenli plak alışverişi yapıp dükkan karıştırdıklarını söylüyor. Bu şekilde cidden eski ve yeni gözden kaçmış pek çok şeyi görüp incelemek mümkün. İnsan hiç beklemediği plaklardan, albümlerden şarkılar, vokaller keşfediyor. Öte yandan label takip edenler var. Sevdiği bağımsız şirketin yayınlarına bakıyor ve bu şirketlerin yeni çıkardığı sanatçıları keşfetmeye çalışıyor. Güvendiğim insanlardan tavsiye alıyorum diyenler de oldu. Bana kalırsa bu da çok etkili bir yöntem. Ben buna ek olarak “güvenmediğiniz”, sizinle aynı türde şeyleri dinlemeyen insanlarla da konuşun diye eklerim. Çünkü en güzel keşif beklenmedik yerde oluyor.
Bir adım ötesi podcastler
Bunların hepsi okey ama en etkili ve herkesin muhakkak belirttiği mecra radyo. Bildiğimiz yerli ve
Kulağımıza çalınan, önümüze gelen, masamızın üzerine ulaşan yeni müziklere dair izlenimler, yorumlar, kısa bilgiler, eleştiriler.
- “Uprooted” - MInor EmpIre
World music dünyada en fazla sanatçısı ve dinleyicisi olan müzik türü olabilir. Çünkü belli bir dile mecbur değil. Belli bir hikayeye bağlı değil, belli bir müzik türüne bağımlı da değil. Dolayısıyla dünyanın her köşesinde her türden müzisyen çok geniş bir spektrumda kendi yerel özelliklerini yeniden üreterek dünya müziğine katkıda bulunuyor. Tek yapmanız gereken, tabii müzikal açıdan yeterince özgünseniz ve hikayeleriniz etkileyiciyse, bu müzik sektörünün doğru kanallarında dağıtım ve tanıtım imkanı bulmak. ‘80’lerde kavram olarak yaygınlaşan, 2000’lerde zirve yapan world music sanıldığının aksine demode olmadı, yok olup gitmedi. Bunu biraz da geniş spektrumuna ve kendini yenilemesine borçlu.
Kanada’da çalışmalarını sürdüren Ozan Boz ve Özgü Özman’ın ‘Minor Empire’ adlı projesinin son albümü “Uprooted” iddialı bir world music albümü.
Köklerinden koparılanların hikayelerini anlatan albümde türkü formatındaki şarkılar Batılı kulakların hoşuna gidecek şekilde düzenlenmiş. Temalar göç ve bunun kültürel, toplumsal ve bireysel
European Social Survey, Avrupa’daki sosyal gelişmeleri saptamaya ve anlamaya çalışan bir araştırma kuruluşu. Türkçesi, Avrupa Sosyal Taraması. Ülkemiz bu kuruma 2004 ve 2006 yıllarında üye olarak araştırmalara katılmış. Daha sonra katılım kesilmiş. 30’dan fazla ülkenin düzenli katıldığı bu araştırma tarama çalışmaları 2002’den bu yana bu ülkelerdeki toplumsal eğilimleri bilimsel metotlarla tespit etmeye çalışıyor. Son olarak inanç ve din konulu bir araştırmanın sonuçları açıklandı. 2014-2016 arasında 16-29 yaş grubunda kendisini herhangi bir dinle tanımlamayanların oranları şu şekilde sıralanmış:
1) Çek Cumhuriyeti %91
2) Estonya %80
3) İsveç %75
4) Hollanda %72
5) Birleşik Krallık %70
6) Macaristan %67
7) Belçika %65
‘70’lerde arabesk, ‘80’lerde taverna/fantezi, ‘90’larda Türkçe pop vardı. Popüler müzik çağın ruhunu hep yakaladı. Bugün bundan söz edemiyoruz.
Bayram değil seyran değil nereden çıktı bu mesele demeyin. Ne zamandır müzikle ilgili ortamlarda hep bir kısırlıktan, çıkışsızlıktan söz ediliyor. Ceza da hep dijitalleşmeye kesiliyor. Ve ben de ne zamandır bu konuyla ilgili yazmak istiyorum. Popüler müzikten, ana akımdan bahsediyorum. Toplumdaki dönüşümü yansıtacak müzikal akımdan? Nerede bu akım?
Kimileri müziğin yozlaştığından, kültürel çöküşten söz ediyor. Bu tanımlar durumu açıklamıyor. Müzik gayet yoz olabilir ama dönemi yansıtır. Bugün böyle orijinal bir müzik sahnesi var mı sizce? “Dekadan müzik” de iyi kötü bir müzikal sahne demektir. Çok güzel ve orijinal işler de çıkabilir bu ortamlardan. Ama böyle bir sahne şu an bizde yok ki. Mesela ‘80’lerde arabeski ve taverna müziğini eleştirenler bu cümleleri kurduğunda haklılardı. Yani bu müziklerin yoz olduğu veya olmadığı tartışmasına girmiyorum. “Yoz demekte haklılardı” anlamında kullanmadım. Ortada değerlendirilecek orijinal bir müzikal sahne vardı. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
Beğen beğenme, istersen yoz de, kültürel çöküş de, çağın
İngiliz DJ ve prodüktör Erol Alkan 6-7 Nisan’da gerçekleşecek Sonar İstanbul Festivali’nin katılımcıları arasında performansı en fazla merak edilenlerden biri. SonarLab by Red Bull Music sahnesinde yer alacak sanatçı, Londra bağımsız müzik aleminde ve kulüp kültüründe önemli figürlerden. Remiksleri ve setleri yanında 2007’de kurduğu Phantasy adlı bağımsız plak şirketiyle yeni müzikler ve sanatçılara destek veriyor. Alkan yıllar içinde remikslediği ve yeniden hayat verdiği parçaları “Reworks” adıyla piyasaya çıkardı. Sanatçının albümle ve remikslerle ilgili bilgiler verdiği ve çalışma tarzını aktardığı bir de web sitesi var. Merak edenlere erol-alkan-reworks.com adresini ziyaret etmelerini öneririm.
- Web sitenizde şöyle denmiş: “Erol Alkan hiçbir zaman dans müziğinin kurallarına göre çalmadı. Bu aynı zamanda onun hızla değişen trendler ve zevkler dünyasında nasıl kalıcı olduğunun da göstergesi.” Müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Her zaman sezgilerime güvenerek çalışmayı tercih ettim. Herhangi bir zaman diliminde popüler olan şeylere yaslanarak müzikal sahnenin farklı köşelerine savrulmanız çok kolay. Oysa trendlerin dışında kalıp sadece çalmaya ve üretmeye odaklanmak ve elinizden
Elon Musk, Facebook’un kişisel bilgilerimizi nasıl da korumadığını ortaya çıkaran Cambridge Analytica skandalının hemen ardından şirketleri SpaceX ve Tesla’nın Facebook sayfalarını kapattı. Birçok büyük firmanın yöneticisi benzer çağrılarda bulunuyor. Bu çağrılar Twitter’da #deletefacebook -facebook’u sil- hashtag’i altında toplandı. Mesela Whatsapp’ı kuran ve 2014’te 19 milyar dolara Facebook’a satan Brian Acton “Şimdi zamanı #deletefacebook” diyerek bu harekete destek verenlerden.
E hadi biz de kapatıyor muyuz Facebook’u. Siliyor muyuz hesapları? Hazır mıyız?
***
Şunu hep okumadık mı: “Sosyal medyada kimse birbirini okumuyor, dinlemiyor. Herkes kendi fikrini ilan etme peşinde.” Hah işte tam da bu. Biz kendimizi anlatıp önemli (!) fikirlerimizi, fotolarımızı, sevdiğimiz sevmediğimiz şeyleri paylaştıkça bu zaafımız bize yol, su, elektrik olarak geri dönüyor. Mal, ürün satmayı bırakın, bize ha bire fikir satılıyor, tavır satılıyor, vizyon, düşünce tarzı, eğilim satılıyor. Şuna şaşır. Buna sevin. Onu linç et. Buna ses etme. Peki, bunları bildiğimize göre ve Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg’in yaptığı açıklamayla bütün bunları kabul etmesinin ve özür dilemesinin de ardından Facebook’u
Konser salonları baharda eski formunu tutturma yolunda. Programlar konserler bir bir açıklanırken şehre gelen canlılık müzikseverleri mutlu ediyor.
Son yıllarda memlekette yaşanan olumsuzluklardan en fazla etkilenen sektörlerden biri eğlence ve kültür/sanat oldu. Ne zaman bir tatsızlık, bir olay olsa sahneler boşaldı, bilet satışları düştü. Büyük organizasyonlar, konserler giderek azaldı. 2000’lerin ilk yarısından itibaren yükselen kültürel etkinlikler trendi düşüşe geçerken başta festivaller, birçok konser, ardından da periyodik etkinlikler iptal oldu. Organizatörlerin, nasılsa bir olay olur iptal etmek zorunda kalırız diyerek konser organize etmeye çekindiği dönemlerden geçtik. Bu dönem bitti mi? Öyle umuyoruz. Umutlu olmamızın bir nedeni 2018 bahar-yaz konserleriyle ilgili genel manzara. Görünen o ki geçen bir iki yıla göre çok daha canlı ve heyecanlı bir sezon bizi bekliyor. Bu kıpırdanmalar sektörde moralleri de düzeltiyor.
6-7 Nisan’da Zorlu PSM’de yer alacak Sonar İstanbul Festivali’nde pek çok yetenekli sanatçıyı izleme fırsatı bulacağız. Bunlar arasında elektronik müziğin dünya çapındaki ismi Fatboy Slim de yer alacak. Norman Cook’u izleme isteyenler 7 Nisan gecesi saat
Gürol Ağırbaş’ın ilki 1995’te yayınlanan “Bas Şarkıları” serisi, 1998’deki ikinci albümden tam 20 yıl sonra üçüncüsüyle karşımızda.
Türkiye iyi, hatta çok iyi enstrümancılar yetiştiren bir ülke. Bu eskiden de böyleydi, bugün de böyle. Gürol Ağırbaş’ın, basın başrolde olduğu albümlerini dinleyince ilk akla gelen bu. Serinin ikincisinden tam 20 yıl sonra gelen bu üçüncü albümünü dinlediğimizde ve adı geçen sanatçılara baktığımızda biz aslında büyük bir aile görüyoruz. Bu aynı yolda yürüyen, aynı müzikal değerlere inanan ve sanırım hayata da aynı şekilde bakan sanatçıların oluşturduğu bir aile. Zaten Ağırbaş da albümün kitapçığında zamanla sağa sola savrulan bu ailenin üyelerini bir araya getirmeye çalıştığından bahsediyor. Bunu yaparken yeni üyeleri de katıyor. Mesela Elif Çağlar Muslu. “Derun” adlı açılış şarkısında Ceylan Ertem, Şevval Sam, Birsen Tezer, Jehan Barbur ile bize sesleniyorlar.
“Sevda Eskisi” Hüsnü Arkan ve Birsen Tezer tarafından icra ediliyor. Sözler Arkan’a ait. “Renklendi Kokular” Ceylan Ertem’in vokalinin, Ağırbaş’ın basıyla muhabbet ettiği bir şarkı. “Alaturka Bossa” 2001 yılında yazılmış hayli eski bir parça. Bence cesur bir deneme. Alaturka bir vokal ve bossa