Ari Barokas’ın solo albümü “Lafıma Gücenme”, grubu Duman’ın çok iyi bildiğimiz Türkiye blues’unu kendine has dokunuşlarla kişiselleştiriyor. Elbette lafını sakınmadan
Bu paralellikler malum. Ari, Duman’da özel bir türe dönüşmüş bu geleneği solo albümünde kendi zevkine göre şekillendirmeye girişmiş. Country ve folk tonlarını daha fazla kullanıyor. Bunu yaparken de sanırım solo albümün doğasındaki özgürlük hissiyle hareket ediyor.
Ayrı solo albümler hep vardır
İnsanın hayatında belli bir aşamaya geldikten sonra tam olarak keyfine göre işler yapması ne güzel. Bu karaktere sahip, gruptan ayrı solo albümler hep vardır. Ama hep iyi sonuç da vermezler. Mesela Lou Reed’in The Velvet Underground ile müziği ne kadar şahaneyse son dönemlerinde keyfine göre takılıp Metallica’yla yaptığı albüm de o kadar fenaydı.
Smashing Pumpkins çok iyi gruptu ama Billy Corgan’ın solo işlerine kefil olur muyuz? Interpol’e bayılırız ama Paul Banks’in solo işleri bizi o kadar heyecanlandırır mı?
The Strokes nefistir de Nicolai Fraiture’ın Nickel Eye projesi için, Julian Casablancas’ın solo işleri için, ya da Albert Hammond Jr.’ın solo albümü için aynı hislere sahip miyiz? (Ben ikincisi için sahibim gerçi…)
İstisnala
Başparmağımı telefon ekranında yukarı doğru ittirdim. Karşıma çıkan fişlere daldım. Evet, fiş. Hesap fişi. Filanca meyhane, filanca ocakbaşı, filanca balıkçısı. Hesap fişlerini bir bir okuyorum.
70’lik rakıya ne yazmışlar? Kuver ne almışlar. Haydari ne kadarmış? Soslu patlıcana ne ödenmiş? Kalamar tava ne kadar patlamış? El âlem yemiş içmiş, derdi bana düştü sanki.
Hes.app diye bir adres var Instagram’da. Hastası oldum, sabah akşam açıp bakıyorum.
Bu Instagram hesabı anladığınız gibi sağda solda lokantalarda restoranlarda gelen hesapları yayınlıyor. Şöyle yazmışlar: “Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, ödediğiniz alkollü hesapları gönderin, anonim yayınlayalım.”
Ne? 70’lik Yeni Rakı’ya 210 lira mı yazmışlar? Bir porsiyon tekir 90 lira mı?
Gece bazen uyku tutmayınca giriyorum. Bakalım yeni fiş gelmiş mi diye. Bir fişten bütün geceyi okuyabiliyor insan. Dört kişi 1.780 lira hesap ödemiş. Yalnız iyi yemişler... Vay vay vay... Deniz levreği 360 TL demek! 100’lük rakı 235 lira. Beş kişi üç tane yüzlük rakı içmiş. Yuh! Üç lakerdaya 150 lira yazmışlar. Maaşallah.
Millet yiyip içiyor, eğlencesinden geri kalmıyor diye seviniyorum için için. Üstelik yiyip içerken hizmet ediyor. Şu ödenen hesaplar
İşte yıkılıyor. Dişleri çekiliyor tek tek. Tırnakları sökülüyor. Sonunda rahat edeceğiz. AKM’yi yıkınca hayatımız kimbilir ne kadar güzel olacak.
Yıkıp yenisini yapmak değil, asıl marifet ve hizmet eskisini koruyup yeni yerlere yeni merkezler yapmaktı. Yazdık, söyledik, gösterdik, anlattık. Olmadı. İkna edemedik. Bir basit ilkeyi dinletemedik. Kendimden bahsetmiyorum. Benim gibi bir sürü insanın derneğin, kuruluşun yıllardır yaptığı çağrılardan bahsediyorum. Yapmayın etmeyin dedik, dönüp bakan bile olmadı.
Çünkü AKM tartışması hiçbir zaman kültüre ve sanata dair bir tartışma olmadı. AKM tartışması her zaman bir siyaset ve inşaat tartışması oldu. Ve bitti gitti. Geçmiş olsun.
İzin verirseniz değerli okurlar biraz içimi dökeyim. Artık nasılsa binanın yıkımına başlandı. Bunlar son demler. Bir daha başınızı ağrıtmayacağım. Benim gibi insanların bugün Taksim’den geçerken nasıl içinin sızladığını, yüreğinin ciğerinin nasıl parçalandığını, ve her seferinde bu hisleri nasıl umutsuzca bastırmaya çalıştığını, bu kararları alanların, bu inşaatı planlayanların, yeni AKM’nin planlarını yapanların anlamasını beklemiyorum. Onlar bilmezler anlamazlar. Bu mekanı ve ortamı yaşamadılar.
Anlatamadık
Gene olmamış, bir tribute albüm daha orijinalliği ve başarıyı ıskalamış. Cem Karaca şarkılarını yeni nesillere aktarma gibi güzel bir niyetle çıkılan yolda klişeler duvarına toslanmış.
Cem Karaca’yı genç nesillere tanıtmak güzel bir niyet. Her ne kadar gençler Cem Karaca şarkılarını zaten Cem Karaca’nın sesinden dinliyor ve seviyorsa da, niyet güzel. Müzik dünyası cover’ı orijinalinden daha çok sevilen ve tanınan şarkılarla dolu. Mesela Kurt Cobain’den “The Man Who Sold The World”ü dinleyen biri bu şarkının David Bowie’ye ait olduğunu öğrenince, Bowie’yi araştırmaya başlayıp bir sürü güzel albüme ve bir dönemin müzikal zenginliğine ulaşabilir. Bir Guns N’ Roses hayranı “Knockin’ On Heaven’s Door”un Bob Dylan’a ait olduğunu öğrenince ‘60’ları eşelemeye başlayıp kendini müthiş bir müzikal okyanusta yelkenleri şişmiş bir uskunada bulabilir.
Bu bahsettiğim türde cover’lar, orijinallerini yüceltir. Şarkıyı tanıtır, yazarını bestecisini merak ettirirler. Cover şarkıların önemli misyonu budur. Genç kuşaklara tanıtmak bu şekilde gerçekleşir. Üstadlara, sizden önceki büyük müzisyenlere hizmet böyle olursa anlamlı olur. Bizim covercılığımız ise şarkıların ve bestecisinin şöhretine,
Geçen hafta e-devlet sitesinden saatte 200 bin alt-üst soy bilgisi raporu alınmış. Günde bir milyon kişinin girdiği siteye bir anda 4 milyon kişi yüklenmiş. En çok da gece 02.00-04.00 arasında bakılıyormuş soy sopa. Uyku tutmayınca aç soy sop bak.
Acaba bu kadar insan soyuna sopuna bakıp ne gördü? Ne umuyordu, ne buldu? Dolmuşta, bakkalda, otobüste, takside, internette, her yerde bu konuşuluyor. “N’aber, soyağacına baktın mı?”
Yanımdaki telefonda, “Bizim soy sop Burdur çıktı” diyor. Bu önemli bilgiye anlaşılan çok şaşırmış. Gerçekten de dünyayı değiştirecek bir bilgi.
Bir diğerinin soyunda Balkanlar çıkmış. Yanındakine kendisinin de ilk kez duyduğu Balkan kasaba adları sayıyor. Google Earth’ten bakmış. Kesin bilgi.
Bir diğeri Facebook’ta paylaşmış soyunu. İnsan soyunu sopunu neden Facebook’ta paylaşır? Kral mı çıktı soyunda, dük mü, kont mu? Yoksa şehzade misin? (Öyle de olsa neden?)
Ben Türk oğlu Türk’üm diyenlerin soyunda Kürtler, Ermeniler çıkınca tabii en büyük “dram” orada yaşanıyor. Forumlara falan şöyle bir baktım, birisi şöyle yazmış: Ailem Karadenizli, has Türk. Baba tarafım Rizeli ama Türk’e benzemiyorlar. Nasıl bakılıyor bu soyağacına?” Ne diyeyim, Allah başka dert vermesin.
T
İstanbul caz müziğinin önemli şehirlerinden bir tanesi olabilir mi? Bu soruyu yıllar önce Milliyet’te sormuş ve yanıt aramıştık. Aslına bakarsanız bu soruyu caz müziğiyle yakından ilgilenen o dönemki yayın yönetmenimiz Sedat Ergin sormuştu. Ve haklı bir soruydu bu. O yıllarda çok sayıda caz sanatçısı İstanbul’da düzenlenen festivallere geliyordu. Öyle ki aynı gece üç farklı mekanda Marcus Miller, Patricia Barber ve Herbie Hancock konser veriyor ve üç konser de doluyordu. Dünyada pek az şehirde bu derece yoğun bir caz atmosferi vardı.
Caz konserlerinin bir dönem gerek festivallerin çatısı altında gerekse muhtelif konser salonlarının programlarında giderek daha fazla ilgi görmeye başladığı doğru. Asıl mesele İstanbul’un giderek kuraklaşan uluslararası gösteri sahnesinde caz yerini korudu mu? Sanırım bu sorunun yanıtı her şeye rağmen olumlu.
Yeni nesil dinleyicinin caz ve bu müzikten türeyen melez türlere ilgisi hala dikkat çekici. Eskiden beri çok genç, müziğe odaklı, konserine gittiği sanatçıyı tanıyan, bilinçli bir izleyiciden söz ediyoruz. Bu durum umut verici.
Türkiye caz mekanları bakımından çok zengin olmadı; Paris gibi, New York gibi değil asla ama dünyanın önemli caz
Türkiye’ye gelmemek sanatçılar için bir güvenlik meselesi olmaktan çıkıp, politik ve siyasi bir tavır halini almaya başlamış olabilir.
Şu isim şu yüzden gelmedi, diğeri bundan dolayı programını iptal etti gibi bir liste hazırlayacak durumda değilim. Gelmeyenler bizi sevmediğinden, gelenler de bizi çok sevdiğinden geliyor da denemez. Bir defa bunları baştan söyleyelim rahat rahat konuşalım.
Ama biliyoruz ve haber alıyoruz ki giderek daha fazla yabancı isim siyasi ve etik tavırlar sergileyerek Türkiye’de konser vermeyi reddediyor. DJ, müzik grubu, bale topluluğu, klasik müzik orkestrası... Tarz ve tür fark etmiyor. Belli bir kesimden değil genel olarak eğlence ve sanat dünyasından bahsediyorum. Yani güvenlik endişesi yerini bilinçli bir boykota bırakıyor gibi bir durum var. Bu durum çok telaffuz edilmiyor ama pratikte yaşanıyor.
İki yüzlülük söz konusu
Dünyada kültürel boykot konusunun gündeme geldiği bir yer biliyoruz: İsrail. Diğerinin Türkiye olmaması her açıdan hayrımıza olur.
Uluslararası platformda Roger Waters’ın başını çektiği bir hareket Tel Aviv’e konsere giden grupları eleştiriyor. Gazze’ye abluka kalkmadıkça buraya gitmenin, rejime ve bu uygulamaya destek vermek anlamına
Vietnam Savaşı başladı. Ankara’da ilk resmi televizyon yayını yapıldı. İsrail birlikleri Kudüs’e girdi. New York ve San Francisco’da toplanan ABD’li 200 bin öğrenci savaş karşıtı gösteri yaptı. 6. Filo İstanbul Boğazı’na demirledi. Üniversite öğrencileri protesto etti.
Türkiye İşçi Partisi milletvekili Çetin Altan’ın dokunulmazlığı kaldırıldı. Arap İsrail savaşı başladı. İsrail Doğu Kudüs’ü ele geçirdi.
Mudurnu’da 7.3 şiddetinde deprem oldu. 89 kişi öldü. 7 binden fazla ev hasar gördü. İzmir Radyosu yayına başladı. Kayseri’de Kayserispor Sivasspor maçında çıkan olaylarda 43 kişi öldü.
Che Guevara Bolivya’da öldürüldü. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) Venera Uzay Programı çerçevesinde fırlattığı Venera 4, Venüs’ün atmosferine girdi. İlk kez dünya dışındaki bir gezegenin atmosferi incelendi.
Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle İngiltere’nin Ortak Pazar’a girmesini veto etti. Türk donanması Kıbrıs karasularına girdi ve geri döndü. Savaşın eşiğinden dönüldü.
ABD’deki Stanford Üniversitesi bilim insanları DNA sentezlenmesini başardıklarını açıkladı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kuruldu. İzmir’de Yüksek İslam Enstitüsü’nün temeli atıldı. Süleyman