“Dalida by Ibrahim Maalouf” adlı albüm, ölümünden 30 yıl sonra Fransız starı hatırlamak için müzikseverlere güzel bir fırsat yarattı. 12 şarkılık albümde Dalida’nın meşhur ettiği eserleri Fransız isimler yorumluyor
italyan asıllı Fransız şarkıcı ve yorumcu Dalida, ‘60’lardan itibaren 1987’deki ölümüne kadar sesi ve yorumladığı eserlerle sadece Fransa’nın değil, Avrupa’nın en büyük starlarındandı. Ünü elbette memleketi İtalya ve doğup büyüdüğü Mısır üzerinden çok farklı coğrafyalara ulaşmıştır. Bu coğrafya içinde bizim ‘70’lerde pek çok alanda değişimler, dönüşümler yaşayan, siyasi açıdan çalkantılı ama popüler kültür açısından hayli zengin ülkemiz de var.
Bugün mesela Ajda Pekkan’ın Dalida’yı kendine örnek almadığını düşünmek saflık olur. Kulağımıza aşina pek çok şarkıyı dünyaya Dalida tanıttı.
‘60’lar ve ‘70’lerin Avrupası, Amerika’da meşhur olan şarkıları kendi dillerine uyarlayan büyük yorumcuların Avrupasıdır. O dönem popüler müzik sektöründe bir kısım insan sadece bu işle uğraşıyordu. Ve Türkiye de bu açıdan Avrupa’dan hiç geri değildi.
Bu iş bu şekilde açıklanınca sanki basit bir iş gibi görünebilir ama değil. Aranjman denen bu şarkılar en fazla satan şarkılardı. Ve sanatçılar
“Koyu Antoloji” adlı yeni albümünde Teoman, geçmişine bakıyor. 26 bestesini yeniden yorumluyor. Galiba kendi kendinin “tribute” albümünü yapmaya soyunuyor.
Dergilerde şöyle olur. Bir sanatçıyla fotoğraf çekimi yaparsınız. Onu dinleyicilerinin görmeyi istediği şekilde yansıtmaya çalışırsınız. Tabii böyle bir şey bilimsel değildir. Tahmin eder, sezgilerinizi kullanırsınız. Şarkılarıyla, duruşuyla, sözleriyle mesajıyla bu sanatçı dışarıdan nasıl görünmektedir? Nasıl görünmelidir? Fotoğraf hangi mesajı verecektir? Bunu aramaya çalışırsınız. Bir fotoğrafçıyla editoryal kadro arasında bir sürü diyalog geçer ama bu çift yönlü iletişimin amacı özetle şudur. Bu sanatçı dinleyenlerine nasıl görünmektedir?
Ego ön plandadır
Diğer yanda da sanatçının kendini görme ve algılama biçimi vardır. Bununla, başkalarının gördüğü insan arasında dağlar kadar fark olur. Sanatçı bu ikilik arasında gider gelir. Çoğu kendisini, kendi gözünden gördüğü şekilde yansıtmak istediğini söyler. Pek azı kayıtsız şartsız hayranlarının onu gördüğü gibi olmayı kabul eder. Sadece bazen hayranların gördüğü insan olmak işine gelir, hoşuna gider. Bazen de sanatçı tamamen kişisel bir nedenden bir anda kendi olmanın daha iyi
Polis raporuna göre pazartesi günü yerel saatle 09.05’te Londra Park Lane’deki bir otelden 40’lı yaşlarında bir kadının ölü bulunduğu ihbarı geldi. O kadın bizim Dolores’miş meğer
The Cranberries’in solisti Dolores O’Riordan’a Dolores dememi ‘90’larda rock dinleyenler hiç yadırgamayacaktır. Hiç tanımasak da müziğiyle, sesiyle, yorumuyla tanıdık biriydi kendisi bir kuşak müzik dinleyicisi için.
The Cranberries, şarkıları İrlanda’dan bütün dünyaya yayılmış, rock dünyasının son büyük gruplarından biriydi. 90’lardaki görkemli çıkışını ‘Zombie’ ile yapmıştı. 1994 yılında yayınlanan ‘No Need To Argue’ albümünü, sadece ‘Zombie’ ile değil ‘Ode To My Family’, ‘I Can’t Be With You’, ‘Ridiculous Thoughts’ ile de hatırlarız. Grubu erken keşfedenlerse 1993 çıkışlı ilk albüm ‘Everybody Else Is Doing It, So Why Can’t We?’den ‘Linger’la tanımıştır grubu ve Dolores’i.
Daha sonra gelen ‘To The Faithful Departed’, ‘Bury The Hatchet’ grubun daha büyük olmasını sağlamadı, görece olarak ticari başarısızlık olarak nitelendiler. The Cranberries ilk yıllarında başarıyı arayan ama 90’ların kültürel ve müzikal atmosferinin dışına pek adım atamayan bir grup oldu. 90’ların ruhunu çok iyi yansıtan bütün isimlerin
Telefonundan kafasını kaldırmadan yanındakine sorduğu soruya tepkisizce yanıt bekledi.
“Ne yaparsan yap ama Tron’a girme kanka. Riske gerek yok” yanıtı geldi.
“Gelecek istasyon Fikirtepe” dedi TRT spikeri sesli kadın.
Telefonlarda rakamlar aşağı yukarı inip çıkarken, metrobüs bir ara gaz yaptı ve hınk diye ileri sıçradı. İki kafadarın zihninden muhtemelen “Bi 500 kâğıt bassam ne olur?” diye geçti.
Kulaklığımda Aga b “La N’olur” dedi.
O sırada arkadaki yolcu ensesindeki muhabbete ilgiyle dönerek teklifsiz dalıverdi:
“Tron almayın derler, arz ederim.”
“Ben olsam çoluk çocuğun rızkını şifrelemem, alırım bi çeyrek koyarım kenara” dedi ayaktaki, şoförün kıvrak debriyaj hareketleriyle bir ileri bir geri yayık ayranı gibi sallanırken.
Bazı gruplar, sanatçılar, müzik türleri hatta sound’lar, bazı semtlerle özdeşleşir. Kadıköy’ün bir sound’u varsa onu icat edenlerden biri Kesmeşeker olmalı
Kadıköy’e 1980’li yılların ortalarından beri gelip giderim. Önceleri o zamanların İstanbul’undaki her müziksever gibi Akmar’a kaset doldurtmaya gelirdik. Mesele sadece kaset doldurtmak değildir elbette. Sizin gibi yağmur çamur demeden Rush, Camel, Alan Parsons, Budgie, Venom kaseti doldurtmaya gelmiş birilerini bulup iki laf etmek vardır işin içinde. Tanımadığınız insanlarla yıllardır tanışıyor gibi muhabbete girersiniz, çünkü müzik en güçlü paylaşımdır. Ne dil ne ırk dinler. Siyasetin falan ortadan kalktığı çok güzel alanlardır bunlar.
Kadıköy’e sonraki yıllarda müzisyenlik yapıp cover gruplarında çalarken de gelip gittim. Burada bir sürü müzisyen arkadaşım oldu. Onlarla Kadıköy stüdyolarında provalar yaptım. Geceledim, sabahladım. Orada, burda sürttüm. Bir Kadıköylü olamadım ama sokaklarında çok zaman geçirdim.
Yıllar sonra evimi buraya taşıdım. Burada evlendim. Çocuğum burada doğdu. Benim için yıllar içinde yavaş yavaş içine girdiğim sahiplendiğim bir yer Kadıköy. Kadıköy ruhu diye bir şey var ya hani. Ben şimdi bu ruh halini
Yeni yıl popüler müzikte rock rüzgarları estirecek albümlere gebe. Bu mini listeyi gelecek yaz açıkhava festivallerinde başa oynayacak isimler olarak da okuyabilirsiniz.
- “Resistance is Futile” - Manic Street Preachers
6 Nisan tarihinde yayınlanacağı açıklanan albüm Manic Street Preachers’ın işlemeyi çokça tercih ettiği toplumsal bellek, çağdaş gerçeklik ve sisteme sanat yoluyla itiraz temalarını taşıyor. Bol gitar ve ağır melankoli bekleyebiliriz bu albümden. Zaten Manic’e yakışan da odur.
- MItsubishi Macchiato” - Vampire Weekend: Vampire Weekend ilk kez besteci ve grubun gizli beyni Rostam Batmanglij olmadan bir albüm hazırladı. Solist Ezra Koenig’in etkisi altında hazırlandı elbette bu albüm. Koenig Instagram hesabında “Bu seferki bir bahar albümü” diye yazmıştı. Bir önceki albüm, 2013 tarihli “Modern Vampires Of The City” gerçekten de grubun ilk iki albümüne göre daha hüzünlü bir tür sonbahar albümü görünümündeydi.
- Interpol
Interpol “Real Life” isimli yeni şarkısını geçen yıl boyunca devam eden “Turn On The Bright Lights” konserlerinde çalmaya başlamıştı. Bu albümün 15’inci yılı dolayısıyla hızlanan yeni albüm çalışmaları 2018’de sonuç verecek. Grup New York’ta kayıtlara devam
İngilizce bilmeyen Arap turist ile İngilizce bilmeyen kafe çalışanı bir türlü anlaşamadı. Bizim genç sonunda patladı:
“İngilizce bilmiyorum ne yapayım abi yaaa, o Türkçe öğrensin. Ben niye İngilizce öğreniyorum?”
Kafedeki diğer İngilizce bilmeyen gençler sessizce onayladı. Türklere ve fazla soru sormayan yabancı müşterilere hizmet etmeye devam ettiler.
Halbuki Arap kadıncağız en azından çat pat da olsa “cheese”, “tomato” diyebiliyordu. Sandviçin içindeki malzemeleri soruyor. Edebiyat sorusu değil. Zaten kafedeki gençten de Scott Fitzgerald ya da Hemingway’i okumasını, Joseph Conrad’ın hikâyelerindeki deniz ve denizcilik teması hakkında 1000 kelimelik bir kompozisyon yazmasını beklemiyor kimse.
Uluslararası bir kahve zincirinin İstanbul’daki en şık, en kozmopolit ve turistik şubesinde çalışıyorsun. Peynir ve domatesi bil.
Gencimizin isyanını, öfkesini anlayabiliyorum aslında ben. “Öğrettiler de biz mi öğrenmedik” siniri bu. Ülkedeki eğitim kalitesi o kadar düşük ve bilmemek o kadar çok yüceltiliyor, “Bana ne, onlar bilsin. Ben niye biliyorum?” diyenlerin sırtı her alanda o kadar çok sıvazlanıyor ki böyle köşeye sıkışınca atarlanmak normal.
Fakat itiraf etmeliyim, ben bu tavrı hayatımda
İstanbul’un en gözde muhit- lerinden, sosyal hayatın kalbi Nişantaşı. Yılbaşı akşamı saat 20.00 sularında bir arkadaş yemeğine gitmek için yürüyoruz.
Sokakta bizden başka yürüyen dört ya da beş kişi var. Üzerimizde ısrarlı bakışlarıyla yedi sekiz çift polis gözü. Dikkatle inceliyorlar. Ellerinde makineli tüfekler, parmaklar tetikte.
Başımızı öne eğip tedirgin bir şekilde yürümeye devam ediyoruz. Araçları durdurdukları kontrol noktasına yaklaştık. Yaya olarak geçiyoruz.
Buradaki polislerden biri içini dikkatle incelediği arabadan kafasını kaldırıp bize bakmaya başlıyor.
Diğerleri ona eşlik ediyor. Bizim duyup duymadığımızı umursamadan “Tamam aile bunlar”, diyor yanındaki.
Dikkatle bakan ikna olmak için iki saniye daha bekliyor. “Tamam, sıkıntı yok” diyor.
Önündeki arabaya sert bir el işaretiyle geçmesini emrediyor. Araba gaza basıyor. Sıra arkadaki takside. Aynı işlem tekrar...
---