Eskiden “bir sahil kasabasına taşınmak” denirdi. Hayat bunaltınca, kıskaç daralınca, şartlar iyice köşeye sıkıştırınca kaçış planı buydu. Güneyde bir sahil kasabası.
Bu neredeyse cumhuriyet kadar eski, ilk izleri Cevat Şakir’in “Mavi Sürgün”ünde görülen düşünce, yıllarca ‘eğitimli orta sınıfın emeklilik planı’ olarak dar bir çerçevede algılandı. Çokça da dalga geçildi liberaller tarafından bu düşle.
Halbuki Cevat Şakir emekli değildi. Şehirden ve şehrin insanlarından ilişkilerinden o kadar bıkmıştı ki sürgüne gönderildiği Bodrum’u cennet olarak görmesi de zor olmadı. Sürgün ona başka bir hayatın mümkün olduğunu gösterdi. Bir tercih değil mecburiyet sonucu onun için şartlar hazırdı.
***
Sahil kasabası hayali yıllar içinde gelişti, yeni virajlar döndü, çeşitlendi. Mesela büyük denizci ve doğasever Sadun Boro’yla beraber denizlere açılmaya evrildi.
Ve zamanla az sayıda insanın gerçeğe dönüştürebildiği bir hayalden, makul ve gerçekçi bir seçeneğe dönüştü.
Bu yolculukta çapını da büyüttü. Hamdolsun artık “daralan” kitle o kadar büyük ki sahil kasabası dar geleceğinden sahil şehri hayalleri kuruluyor. Yazlık yer değil yıl boyu yaşanacak bir yer için hazırlıklar yapılıyor.
“Biz bu şehrin üç beş
İngiliz prodüktör ve elektronik müzik sanatçısı Kieran Hebden bir süredir hayli yoğun biçimde kayıtlar yapıyor ve bunları çoğu zaman bir albüm çatısı altına toplamadan paylaşıyor. Onun işlerini takip edenler ne kadar ince eleyip sık dokuduğunu, ne kadar detaycı olduğunu bilir. Müziğine bunların hepsini bir heykeltıraş gibi ince ince yansıtır. Bunun yanında karanlık bir yanı vardır Four Tet müziğinin. Son derece bireysel, duygusal, sezgisel alanlarda dolaşır. Somut, dünyevi, maddiyata dayalı bir şeylerden bahsetmez sanki. Yine de kendinizi bir ayinde ya da metafizik bir yerlerde hissetmezsiniz. Gayet dünyalıdır. Müziğiyle dans edebilirsiniz. Sallanabilirsiniz. Oturup kara kara düşünebilir ya da uzun bir yolda gözlerinizi ufka dikip güneşin batışını izleyerken hayatınızı gözden geçirebilirsiniz.
İçiçe geçen ritimleri, melodi döngülerini, sample’ladığı doğal sesleri kullanmayı sever. Bu bazen bir kaykayın sağa sola kayıp dururken çıkardığı tekerlek sesleri olabilir, bazen bir kuşun kur türküsü bazen bir sivrisinek bazen bir daktilo. Çoğu zaman farklı müzik enstrümanları; trompetler, davullar, çoklukla vurmalılar... Son derece fütüristik de olabilir Four Tet, fakat hayli nostaljik bir
“Soul of a Woman” Sharon Jones and the Dap KIngs
Sharon Jones’un ölümünün ardından yayınlanan son albümü, bir “anısına” albümü değil. “Best of” da değil. Bu yeni bir albüm. Jones bir yandan kanser tedavisi görürken diğer yandan bu albümü yetiştirmeye çalışıyordu. Soul müziğin son 10 yıldaki en güçlü en karakteristik vokallerinden ve kişiliklerinden biriydi. Gerek müzikal çalışmaları, gerek kişiliği bakımından gerçek bir “bağımsız” sanatçı olduğunu söyleyebiliriz.
Albüm belki de şu ana kadar yaptıklarının en iyisi. Dap Kings tarafından ustaca çalınmış 11 nefis soul şarkısı. Son derece pozitif bir albüm bu üstelik.
Yıllarını ırkçı ve seksist önyargılarla, müzik kartelleriyle ve son olarak da kanserle mücadele ederek geçiren, her olumsuzluğu gülümsemeyle karşılamayı bilen yürekli, müthiş bir insandı. Sevgiyle anıyorum.
“Waiting On A Song” - Dan Auerbach
The Black Keys’in solisti Dan Auerbach’ın gruptan ayrı projesi The Arcs’ı biliyoruz. Ama bu ilk solo albümü. 2010’dan bu yana Nashville’de yaşayan ve buradaki Easy Eye Sound adlı stüdyoda pek çok uluslararası sanatçıyla kayıtlar yapan sanatçının 10 şarkılık albümü blues, soul, rock, country sularında dolanan, Amerikan müziğinin en yerel
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkilileri ekmekteki israfın nedenine ilişkin bir araştırma yapmış. Ekmekte israfı artıran nedenlerin ucuzluk ve gramaj olduğu ortaya çıkmış. Hemen tedbir alınmış tabii. Artık ekmek 250 değil, 200 gram olarak üretilebilecek.
“Fırında 200 gram da, 250 gram da, 300 gram da, 400 gram da olacak. Halk hangisini isterse onu alacak” diye konuşmuş bir yetkili. “Halk hangisini isterse onu alacak” kısmı çok çok güzel. Adeta bir demokrasi dersi.
Bu uygulama geçen hafta hayata geçti. Mayısta yapılan zammın ardından belirlenen ölçülere göre ekmek 250 gramdı ve fiyatı 1 lira 25 kuruştu. 1 liraya yeniden nasıl düşürebiliriz “breynstorming”inin sonunda formül olarak bu bulunmuş olmalı. Gramaj ve fiyatla oynamak.
Şimdi 200 gram ve fiyatı 1 lira. Yani yetkililer halkımızın geçen yıla göre 1 liraya daha az ekmek almasını sağlayarak büyük bir hizmette bulundu. Zam olmamış gibi oldu. Müteşekkiriz.
Biz bunu zaten “Ben hep 20 liralık alıyorum abi, dolardaki artış beni etkilemiyor” diyen halkımız sayesinde benzin zamlarından korunmak için yapıyorduk. Yetkililerin yaptığı, bu uygulamayı yaygınlaştırmaktan başka bir şey değildir.
Zaytung’da şöyle bir haber vardı, “Simidin
Yıllar önce dağılmış efsanevi grupların bir araya gelerek genç kuşaklara kendini ve müziğini tanıtmak için turneye çıkması 2000’ler başında bir fenomendi ve hayli iyi kazandırdı. Şimdi devir değişti
Bruce Dickinson yıllar önce dağılıp sadece turne için yeniden bir araya gelen grupları “karaoke band” olarak adlandırdı iki hafta önce Brand Week İstanbul’daki konuşmasında. Yeni şarkı yapmadan eski hit’leri söylemek ve biraz para kazanmak için turneye çıkmak... Bundan bahsediyor. 2000’lerle birlikte yıllar önce dağılan bir sürü grubun bir araya geldiğini görmüştük. Bu, hem ekonomik açıdan krizde olan müzik piyasasına bir kan getirecek hem de yeni kuşakları bu babaların klasikleşmiş müziğiyle tanıştıracaktı. Güzel de oldu.
İkinci baharlarını yaşadılar
Black Sabbath’ten The Police’e, Eagles’dan Doors’a, Led Zeppelin’den (Ahmet Ertegün’ün ölümünün ardından onun anısına, kurduğu vakfa yardım amaçlı bir araya gelmişlerdi) Fleetwood Mac’e, Spice Girls’den Take That’e, Guns N’ Roses’tan Kiss’e, The Who’dan Van Halen’a büyük gruplar 2000’lerde ikinci baharlarını yaşadılar. Yüz milyonlarca dolarlık “reunion” turneleri yaptılar. Sonra ne oldu? Yeniden birleşecek eski grup kalmadı. Ama konserlerin
“Kent ozanlığı nedir” sorusuna şu aralar çeşitli ve renkli yanıtlar veriliyor. Nilipek’in yeni albümü “Döngü” bu yanıtlar arasında sakin ama etkili olanlardan
Kentlilik nedir, köylülük nedir, kasabalılık nedir? Kırsalın ve kentin insanlarının sorunları ve dertleri nelerdir? Kentlinin kıyısında yaşayanla merkezindekilerin kafaları nasıl çalışır, olaylara nasıl bakarlar? Bu hiç de bilimsel bir dille ifade etmediğim konular hakkında sayfalarca kitap okuyabilirsiniz, ki bu çok faydalı olur, ya da bu konuları şarkılardan takip edebilirsiniz. Gezgin Anadolu aşıklarından, halk edebiyatına, arabeskten, kentsoylu bunalımlarına ve oradan Bülent Ortaçgil’e uzanan ozanlar çizgimizde yeni bir viraj dönülüyor ne zamandır. Kentli müzisyenlerin gitar solosu atmak, davula afili vurmakla yetinmeyip bugün artık gördüklerini yaşadıklarını gözlemlediklerini kendi tarzlarında müziklerine aktarıyor olmalarını heyecanla karşılayanlardanım. Bir şarkının muhakkak belli dertlerden tasalardan bahsetmesi gerektiğini de düşünmem. Kimi gönül yarasından bahseder, kimi zulümden, kimi yoksulluktan kimi de trafikten, gece hayatından, lise aşkından. Hepsi aynı resmin parçaları.
Yeni nesil folk müziğimizin bu kentli
PISA direktörü Andreas Schleicher, Habertürk’ten Nalan Koçak’a verdiği röportajda özetle şöyle demiş: Ezbercisiniz ve artık ezberciliğin dünyada çok önemli bir yeri yok.
Eyvallah, haklı olabilir. Türk öğrenciler ezberci olduklarından, öğrendiklerini yaratıcı olarak kullanmayı bilmiyormuş. Cumhuriyet’te Orhan Bursalı aktarmış köşesinde.
Bizim yetkililer ne demiş peki bunun karşılığında? Anlamsızca ezberi savunmuşlar. Bir bildikleri olsa, bir mantığa oturtsalar ezberi savunmayı, anlamaya çalışalım. Oysa her zamanki gibi sırf birilerine inat söylendiği belli olan ergence laflar.
Orhan Bursalı, Schleicher’in bir soru üzerine söylediği şu sözleri de destekleyerek aktarmış:
“Öğretmene ders kitabı verdirmek ve öğrencilerden kitabı ezberlemesini istemek artık işe yaramıyor. Matematikçi gibi düşünmelerini sağlamalısınız. Sorunun nedenini ve doğasını anlamak formül ezberlemekten daha önemli.”
Valla benim bu önermeye, ikinci cümleden itibaren itirazım var. Bu lafın altında tam da sayısalcıların sözelcileri ikinci sınıf gösterme hevesi seziyorum. Ezelden sözelci olarak biraz konuyu kurcalamayı da sözelcilere borç biliyorum.
Tamam, kuru kuru ezberci olmayalım ama neden illa matematikçi gibi
Harvey Weinstein, Kevin Spacey, Ben Affleck, Dustin Hoffman, Sylvester Stallone. Son bir ayda cinsel taciz suçlama iddialarında adı geçenlerden sadece bazıları. Daha az tanıyor olabilecekleriniz var. Jeremy Piven, Jeffrey Tambor, Louis C.K.. Bunun dışında mesela Mad Men’in yaratıcısı Matthew Weiner var. Listeye politikacıları sporcuları hiç katmıyorum.
Kimi çıkıp özür diledi, kimi “O zaman çok gençtim hata ettim” dedi, kimi sessiz kalıp avukatlarını devreye soktu. Ama hiçbiri kesinlikle böyle bir şey yok demedi.
Her şeyden öte şu anlaşıldı Hollywood’da taciz edilmeyen aktris neredeyse yok. Belki de karşı koyanlar kariyer imkanı bulamadığından.
Bu dalganın öncesinde Bill Cosby davası var. Çocukların sevgili tonton baba figürü seri tacizci çıktığından bu yana zaten kafalar karışık, hayal kırıklığı gündemde.
Bir tatsızlaşma, bir büyü bozulması, bir büyük inanç kaybı.
Ünlülerin, sanatçıların, sevdiğiniz yazarların, ressamların, heykeltraşların, yönetmenlerin, şarkıcıların dünyasına yakından bakmanın riskleri var. Bunların başında onlar hakkında çok şey öğrenmek geliyor.