Beyoğlu’nu “müşteri” değil gerçek insanlar kurtarır

4 Temmuz 2017

Bir şey, bir “yenilik”, bir toplumsal fenomen, bir “değişim”, basında yer almaya, haberleri yapılmaya, sağda solda yazılıp çizilmeye başladığında çoktan olup bitmiştir. Marjinal olan çoktan ana akım olmuş, “yeni” olan çoktan “geleneksel”e gelip dayanmıştır. Başlamıştır, gelişmiştir artık en yüksek noktasına gelmiştir, artık her yerde görülür olmaya başlamıştır, işte basında ancak o zaman yer alır haber olur. Bu saptamayı aklımızda tutalım, genişçe bir parantez açalım.

Hafta sonu Hürriyet’te bir Beyoğlu derlemesi vardı. Güzel bir çalışmaydı. Uzun uzun anlatarak tekrara düşmek yerine ilgimi çeken bölümüne değineyim. Kimi “ah eski Beyoğlu” diyor, kendi anılarını anlatıyor, kimi “zaten eskiden de berbattı” demeye getiriyor. İşte ben en çok bu ifadeye dikkat çekmek isterim. Anahtar orada. “Eskiden de berbattı”, aslında Beyoğlu’nun gerçek karakterinin izlerini bulduğumuz ifadedir. Beyoğlu berbattır çünkü herkese göre değildir. 1900’lerin başında lüks genelevleri ve kumarhaneleriyle ünlüydü.

O zaman da berbat diyorlardı. 50’lerde pavyonlar, 60’larda biraz daha Batı ektisinde pavyon kulüpler, 70’lerde arabesk mekanlar, 80’ler ve 90’larda rock barlarla hep “berbat” bir yerdi. Beyoğlu

Yazının Devamı

10 yıl önce 10 yıl sonra

2 Temmuz 2017

James, Rapture, The Magic Numbers, Nouvelle Vague, Beirut, Groove Armada, Kelis, Juliette and the Licks, The Rakes, Marilyn Manson, The Long Blondes, The Horrors, Peter Björn and John, Joan as a Police Woman, Cocorosie, Ellen Allien & Apparat, Jamie Lidell, Duman, Replikas, Fuat, Sakin, Rashit, DDR, Dandadadan, Bedük, Gevende, Baba Zula, Ars Longa, Kafabindünya... Bunların dışında 50 kadar da yerli ve yabancı DJ seti var ki saysam sayfalara, sütunlara sığmam.

Bu nedir derseniz, bu yıl Türkiye’ye gelecek yabancı isimler listesi veya son yıllarda yurdumuzda konser vermiş yerli ve yabancı gruplar listesi değil. Bunların tamamı bir festivale sığmıştı ve bu festivalin yapıldığı sene bunun gibi kalabalık kadrolara sahip festivaller yapılabiliyordu. 2007’de Kilyos sahilinde, 29 Haziran-2 Temmuz tarihlerinde dört gün boyunca gündüzleri denize girip, dalgalarda tepinip (deve güreşi bile yapmıştık) öğleden sonra itibarıyla ertesi sabaha kadar konserlerde coştuğumuz Radar Live’dan bahsediyorum.

Biz değiştik, Türkiye de

10 yıl olmuş. 10 koca ve uzun yıl geçmiş. O gün muhabir olanlar bugün yayın yönetmeni oldu, beyaz yaka dünyasına stajyerlikle adım atanlar artık müdür seviyesine geldi.

Yazının Devamı

Siyasetçi festivalde konuşunca

1 Temmuz 2017

Genç, açık fikirli, barış yanlısı, mevcut düzeni ve yönetimi sorgulayan genç kitlenin oyunu alarak partisine büyük bir sıçrama yaşattı. Yorumlara bakılırsa, siyasetten memnun olmayan, siyasetle ilgilenmeyen genç kesimi siyasete dahil etti. Bunu yaparak oy oranını yükseltti.

Partisi 13 milyon oy aldı. Çoğu çalışan sınıf gençler ve genç yetişkinler. 35 yaş altı çalışan orta sınıfın yüzde 52’si ona oy verdi. Gelir seviyesi en düşük genç kesimin yüzde 70’inin oyunu aldı. Nasıl yaptı bunu?

“Savaşa ve bombalara inanmıyorum” dedi. Seksizm, ırkçılık, homofobi, yoksulluk konularına vurgu yaptı ve haklı sorular sordu. Sosyalizm, sosyal devlet gibi ifadelerin içinde geçtiği cümleler kurdu ki, genel olarak bunları söyleyeni hiçbir memlekette sevmezler. Orada da sevmiyorlar.

Teşekkür etmek istedi

Orası İngiltere. Bu kişi İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn. Geçen hafta dünyanın en büyük açık hava müzik festivallerinden biri olan Glastonbury’nin ana sahnesinde konuştu ve kadrajımıza girdi.

Festivali 1970’ten bu yana kendi arazisinde düzenleyen çiftçi Michael Eavis davet etmişti kendisini. Coşkuyla karşılandı. Sanki 70’lerdeki özgürlük hareketi yeniden yaşanıyordu. Acaba müzik ve gençlik kültürü

Yazının Devamı

Şezlongtan bildiriyorum

27 Haziran 2017

Bayramcılar deyince gözünüzün önüne ne geliyor bilmiyorum. Ben, sabah seher vakti üzerine havlu atarak kaptığım şezlongumdan görünenleri tarif etmeye çalışayım. Bugün şezlongtan bildiriyorum .

Bir defa, Türk insanı denizi sevmez, deniz sırtını döner oturur falan diyenleri buralara beklerim. İrili ufaklı tekneler, yatlar, kotralar, ahşap sandallar, basit sloop yelkenliler, çift direkli ketch’ler ve yawl’lar, bol direkli, biraz yapan ustanın keyfine göre tasarlanmış nizami olmasa da “keyfi/keyifli” guletler...

Guletlerden başka kitaba tam uygun tasarımlı uskunalar, kimi hala orijinalliklerini koruyabilmiş tırhandiller, üstleri emektar sapsarı ağlar ve üstüste yığılmış bırakmalarla karmakarışık pancar motorlu piyade tipi balıkçı kayıkları, vardavelasında mayolar

havlular asılı irili ufaklı charter tekneleri, katamaranlar, tepesinde çift radar küreli sahil güvenlik botuna benzeyen ‘über’ lüks yatlar, sahil güvenlik botları, küçük fiber orta direk sandalları, zodiaklar cirit atmakta.

Dev yatların içinden çıkan küçük şişme botlar, basit dingiler, kıçında iki tane 300 beygirlik motoru olan lüks dingiler, huzur ve güven ortamının sonu olan jet skiler, paddel board’lar, kanolar, sea kayak’lar,

Yazının Devamı

İnternetsiz hayat

25 Haziran 2017

Geçenlerde evde internet kesildi. Twitter’a, Facebook’a giremiyoruz, YouTube yok, Spotify yok, müzik sustu, ekranlar sessiz, panik havası hakim.

Ben hiçbir sayfayı açamıyorum sen açabiliyor musun?” İşte panik başlangıcı. İnternet yok. İnsanlar akıcı bir internet bağlantısı bulmak için birbirlerinin evini basacak, tehditle şifre ve parolalar öğrenilecek. Suç fırlayacak. Facebook’suz, Twitter’sız, kedi videosuz, tatil fotoğrafsız, selfie’siz, Whatsapp’sız kalan insanlar sokaklarda birbirine saldırmaya başlayacak. Toplumsal kriz tırmanacak. Yağmalar başlayacak. Sonunda devlet kaosa müdahale edecek ve halkı sınırlı internet erişimi kamplarına yerleştirecek. Bu kamplarda her aile günde beş dakika internete bağlanabilecek, biraz olsun manzara resmi, kedi köpek, eş dost selfie’si like’layıp teselli olacak (meraklısına, “Southpark” bu konuyu nefis işlemişti).

Gazeteler her gün, profil fotosunu güncelleyemeden interneti kesilen çocukların dramını birinci sayfadan verecek. Müzik artık neredeyse tamamen stream edildiğinden müzik de susacak, şarkı dinlemek isteyenler CD’lere ve plaklara hücum edecek. Bunu beğendiysen bunu da dinle algoritmalarına ulaşılamayacağından kimse yeni bir şey

Yazının Devamı

Stephen Hawking’e müzikli yanıt

24 Haziran 2017

Stephen Hawking geçen hafta gene bombaladı: “İnsanoğlu uzaya gitmezse nesli tükenebilir.” Bilim adamları daha hesap kitap yapadursun müzik adamları uzaya çoktan çıktı bile

Stephen Hawking “İnsanoğlu yıldızlararası bir tür olursa hayatta kalabilir” diyor. Norveç’in Trondheim şehrinde katıldığı bir konferansta öngörüsünü tekrarlamış. Hawking bunu hep söylüyor aslında. 1000 yıl içinde yerleşecek yeni bir gezegen bulmazsak neslimiz tükenecek diyor Hawking. Elbette “Daha 1000 yıl var, acele işe şeytan karışır” dediğinizi duyuyorum ben. Ama bu son konferansta karamsarlığının dozunu artırmış. Süreyi 100 yıla çekmiş. “Bu insanlık böyle giderse 100 yılda dükkanı kapatırsınız” diyor. Öngörülerine göre 30 yıl içinde Ay’da bir üs kurulacak. 50 yıla kalmadan insanoğlu Mars’a ayak basacak.

Bilim hesap kitap yapmayı yeni bitiriyor ve bu seviyelere daha yeni geliyor. Ama müziğin böyle bir sorunu yok. Müzisyenler Ay’a üs kurdu, uzayda istasyon açtı, Mars’a çoktan gitti. Hawking’e bütün karamsarlığına rağmen teşekkür etmem lazım çünkü bana durduk yere bir sürü güzel şarkıyı hatırlatma fırsatı verdi.

David Bowie Mars’ta

Mesela insanoğlu Ay’a gitmeden iki yıl önce Pink Floyd yıldızlararası seyahat

Yazının Devamı

2001

20 Haziran 2017

Hayır, Stanley Kubrick’in, Arthur C. Clarke’ın romanından sinemaya uyarladığı 1968 tarihli filmi “2001: A Space Odyssey” değil konu. Mirgün Cabas’ın Can Yayınları’ndan çıkan kitabından bahsedeceğim.

“2001” adını verdiği kitabında Cabas, bizi faili bir türlü bulunamamış, bugün artık detayları giderek silikleşmiş eski bir cinayeti aydınlatmaya girişen saplantılı dedektif gibi bizi karmaşık ilişkiler, karanlık alışverişler, bugün bile tam olarak çözemediğimiz bir dizi gelişmeler ağının tam ortasına atıyor. Arşivlere dalıyor ve 2001 yılını inceliyor.

Yaptığı şey, bir gazeteci olarak, zamana yayılan, geçmişe odaklanan detaylı bir dosya hazırlamak. Arşivleri taramak, o dönemin tanıklarıyla konuşmak.

Bu aslında içerik bakımından son derece sıkıcı da olabilecek bir siyasi tarih kitabı, bir tür arşiv çalışması. 2000 ekonomik krizi ve 2002 seçimleri arasında yaşadığımız dönemi gazete haberleri ve dönemin halen sağ olan karakterleriyle yaptığı güncel röportajlarla önümüze koymuş Cabas. Ve bunu heyecanlı bir dedektiflik hikâyesi gibi kurgulamayı başarmış.

Titanic filmini izler gibi, bir ikinci dünya savaşı filmini izler gibi heyecanlıyız. Sonunu bilsek de, genel olarak hikâyeye ve tabloya hâkim

Yazının Devamı

Bunu hak ediyor muyuz?

18 Haziran 2017

Roger Waters’ın yeni albümü “Is This The Life We Really Want?” dünyanın gidişatına dair, daha doğrusu bu gidişin gidiş olmadığına dair şarkılarla dolu bir tür revize edilmiş manifesto

Başlıkta kısaltmaya çalıştım, Roger Waters’ın yeni solo albümünün adı tam olarak şu anlama geliyor: “Gerçekten istediğimiz hayat bu mu?” “Is This The Life We Really Want”, müzikal açıdan yeni bir albüm gibi değil, daha ziyade Pink Floyd’un “The Final Cut”, “The Wall”, “The Dark Side of the Moon” gibi albümlerinin B yüzü şarkılarından yapılmış anlamlı bir kolaj gibi duruyor.

Bu müzikal perspektif elbette büyük ölçüde Roger Waters tarafından yaratıldı. Yani şaşkınlık geçirmiyoruz. Bir intihal de değil söz konusu olan. Sözkonusu olan Roger Waters’ın bitmek bilmeyen ve amasız eyvallahsız devam eden sistem eleştirisinin kristalize olduğu bir albüm. Ve içeriğini müzikal ve felsefi açıdan “The Wall” ve “The Final Cut”dan alıyor büyük ölçüde. “12 şarkılık bir distopya konsepti” demiş Rolling Stone. Tam da bu.

Pink Floyd albümleri arasında şöyle bir dolaşırsak bu albümü daha iyi anlarız. “The Dark Side of The Moon”, “Animals”, “Wish You Were Here”da metaforik düzeyde ya da kavramsal felsefi düzeyde dile

Yazının Devamı