“Stranger Things” ve 80’ler

31 Temmuz 2016

Seksenlerin gençlik filmleri dönemine göndermeler yapan “Stranger Things”, dizi meraklılarının yeni saplantısı. Ayakkabılar, kıyafetler, arabalar, mobilyalar, saçlar, giysiler, teknolojinin henüz hayatı ele geçiremediği ama varlığını hissettirdiği bir yaşantı; benim gibi 80’lerde çocuk olanların her zaman ilgisini çeken detaylar.

80’ler gençlik filmleri sıradan, hatta sıkıcı ve depresif banliyö yaşamını ütopik ve sihirli bir macera dünyasına çevirmeye ve seyirciyi bu tarafıyla yakalamaya girişir. Ben de en fazla bu yönünü sevmişimdir bu dönem filmlerinin, “E.T.”den “Jaws”a.

Zira ben de İstanbul’un bir banliyösünde Ataköy’de doğup büyümüş biriyim. Muhabbetler tanıdık geliyor. “Macera uzakta değil, evinde, odanda, bahçende, mahallende” fikri her zaman çok cazip gelmiştir.

Kafalar karışık

“Stranger Things” 2016’da işte bu kulvara oynuyor. Bunu yaparken Steven Spielberg, George Lucas, Wes Craven, Joe Dante ve o döneme damgasını vuran pek çok yönetmenin filmlerine ve sinemasına göndermeler yapıyor.

Heyecan verici olması bundan. Dekor, kostüm şahane, hikaye harika, mekanlar nefis, Amerika’nın sıradan bir kasabasında olağanüstü şeyler oluyor, içinde gizli deneyler yapılan bir enerji tesisi,

Yazının Devamı

FaceTime manzaraları

30 Temmuz 2016

Geçenlerde bir teyzemiz (böyle hitap etmek istiyorum, tanımasam da hem sempati hem samimiyet hissettiğimden) mağazanın birinde kızına hediye almaya çalışıyor. Bütün dükkan anne-kızın bu muhabbetiyle inliyor. Çünkü teyze FaceTime’ı açmış, karşıdaki kızına bangır bangır “Bu mu, yoksa bu mu?” diye raflardaki ürünleri tek tek gösteriyor.

Teyze canla başla teknolojiden faydalanmaya çalışıyor ve takdirimizi kazanıyor ama kızı sıkıntılı: “Anne yamuk tutma şunu, düzgün tut, bir şey göremiyoruz.” Hepsini duyuyoruz çünkü teyzeler kulaklık takmaz.

Yüksek sesli muhabbetler

Teyze kısa film yönetmeni gibi elindeki telefonu bir sağa bir sola eğip doğru açıyı bulmaya çalışıyor. Karşıdan “Sağa, biraz daha sağa, sola sola, çok gittin geri gel” şeklinde komutlar geliyor. Bize fenalıklar geldiği noktada beklenen müdahale geliyor. Tezgahtar kızımızın yardımlarıyla başarı geliyor. Teyze doğru oyuncağı alıyor. Hepimiz rahatlıyoruz. Teknoloji kazanıyor, kız kazanıyor. Win win...

Bir diğer olay Moda sahilindeki çay bahçesinde günbatımı manzarasını arkadaşıyla paylaşmaya ant içmiş teyzeden gelsin. Yine bangır bangır, güneşin batış açısını, yalnız ışığın şu an ters olduğunu, o yüzden manzaranın ve gökyüzündeki

Yazının Devamı

Burnumuzun dibindeki casuslar

26 Temmuz 2016

Wired dergisinin son sayısında kıyıda köşede kalmış bir mini anket dikkatimi çekti. Uzmanlara yöneltilen soru şu: “Önümüzdeki 10 yılda casuslar hangi yeni teknikleri kullanacak?”
Verilen yanıtlar enteresan. Mesela algoritmalar sosyal medyadaki hesapları inceleyecek ve “şüpheli” hareket edenleri teşhis edecek. Sakıncalı olduğuna karar verilen kelimeleri kullanmak, eylemlerde bulunmak, mekânlarda bulunmak hemen tespit edilecek ve sizi otomatik olarak “şüpheli” yapacak. Aslında bu yöntem bugün kullanılıyor. Ancak mükemmelleşmiş değil. 10 yıl içinde hatasız olacağı söyleniyor.
Algoritma deyince aklıma müzik sektörü gelir benim. Bugün sektörün temel sorunu kişiye özel müzik önerileri sunmaktır. Spotify, Apple Music ve diğer büyük oyuncuların rekabet ettiği en önemli alan bu. Hayatı güzelleştirmeye, size seveceğiniz gruplar ve müzikler önermeye yarayan algoritmaların aynı zamanda sizi gözetlediğini bilmek rahatsız edici.
Müzik alışkanlıklarınızı takip eden, anlayan, ve zevkinizi belirleyerek hoşlanacağınız şeyleri bulup öneren yazılım, aslında sizi gammazlamaya da yarıyor. Sırf meraktan cihadi rap dinleyen biri (mesela ben) günün birinde kolayca şüpheli olabilir. Konu bireysel

Yazının Devamı

Sosyal medya ve tepkilerimiz

24 Temmuz 2016

Darbe girişimi olduğu haberi geldi. Darbe. Bir ülkenin başına gelebilecek en kötü iki şeyden biri. Diğeri savaş. Daha üzerinden bir dakika geçmedi, timeline espri doldu. Bu normal mi?

Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın Twitter’da hep aynı format hakim. Durumu daha anlamadan hemen dalgasını geçmeye girişiyoruz. Böyle bir görüntü var.

Bir olay oluyor, bir dakika içinde sosyal medya espri doluyor. Aforizma üretme denemeleri, ironik, sarkastik cümleler, “anlayana” temalı mesajlar, “caps”ler...

Hangi ara bunları hazırlayıp da dolaşıma sokuyoruz? Durun önce ne olduğunu anlayalım.

Gerçekle yüzleşelim

Terör, darbe, yasaklar, hükümetin aldığı herhangi bir karar, muhalefetin bir tutumu, ne olduğu önemsiz. Mizah malzemesi var mı, yok mu? Önemli olan tek şey bu sanki.

Hayır mizah yapmayın, susun, falan demeyeceğim. Böyle bir şeye kimsenin hakkı yok, herkes dilediği gibi yazıp çizmekte özgür olmalı. Zaten kendimi de dışında tutmadan yazıyorum bunları. Eleştirim hepimize. Ama bu tutumun ardında yatan gerçekle de yüzleşmek lazım.

Gezi ile zirve yapmış bir alışkanlık bu. Ancak o zaman anlamlı olan şu günün ruhunda eğreti duruyor. Benim derdim “ciddi olun” tarzı ham bir ahlakçı duruş değil. Ben sadec

Yazının Devamı

Joan Baez’ın mesajı

23 Temmuz 2016

Joan Baez 12 Ağustos’taki İzmir konserini iptal ettiğini Facebook’taki resmi hesabından yaptığı şu açıklamayla duyurdu: “Bugüne kadar savaş bölgelerine, diktatörlük altında yönetilen ülkelere ve sivil çatışmaların yaşandığı yerlere konser için gittim fakat bugünün Türkiye’sinde yaşananlar kadar öngörülemez bir tehlike ile karşılaşmadım. Bana bu konuda tavsiyeler veren en dikbaşlı aktivist dostlarım bile kendimi ve ekibimi, şu an Türkiye’yi savuran böyle bir kabus dalgasının içine sokarak riske atmamam konusunda uyardılar.”

Baez 12 Ağustos’un bile öngörülemediğini ifade etmiş oldu kısaca. “20 gün sonra ne olacağı belli değil” dedi. Belki hepimizin gün içinde ettiği sıradan laflar bunlar. Ama Baez gibi biri söyleyince insan itiraz ediyor.

İnsana dokunan sözler

İki sebepten. Birincisi, herkes memleketini eleştiriyor ama sonsuz da seviyor. Başkası eleştirince tüyler diken diken oluyor. Başkasının bu tip laflar etmesi insana dokunuyor. Bana dokunuyor.

İkincisi, Baez gibi dünyaca tanınmış bir sanatçının ağzından çıkan bu sözlerin buraya davet edilen, edilme ihtimali bulunan tüm diğer sanatçılar üzerindeki negatif etkisi.

Fransa’da da çok üzücü olaylar yaşandı, yaşanıyor ve kimse bittiğini

Yazının Devamı

İnsanlığımızı koruyalım!

19 Temmuz 2016

Kardeşim aradı. “Abi, askerler köprüyü kapamış, bir şeyler oluyor, iyi misiniz” diye konuşuyor telefonun öbür ucunda.

Seyrettiğim filmi pause’a aldım. Uykulu ses tonumu kamufle etmek için boğazımı temizledim.

“Ne diyorsun, anlamadım, Twitter’da gördüğün her şeye inanma, her şeyi de retweet etme” dedim ters ters...

“Tamam tamam, hadi öpüyorum, siz gene de dikkatli olun” dedi, kapattı.

İçime bir kurt düştü. Twitter denen illeti açıp bakmaya başladım.

Timeline giderek tuhaflaşıyor. Sahiden bir şeyler oluyor galiba. Allah Allah! Darbe mi?

Yok artık ne darbesi, darbe mi kaldı bu devirde?

Sağa sola bir iki telefon ettim, Whatsapp’a kuvvet yazışmalar başladı. Hâlâ inanamıyorum.

Yazının Devamı

Müziğe hayat veren mekanlar

17 Temmuz 2016

Müzik stüdyoları müzisyenler için çok özel yerler. İleride kimisi tarihe geçecek pek çok şarkının ete kemiğe büründüğü, hayata geldiği bu mekanların duvarları, koltukları, kayıt odaları, kafeleri kim bilir nelere tanık olmuştur! Hangi sohbetlere, itiraflara, kavga dövüşlere, partilere denk gelmiştir.

Ben her stüdyonun kendi tarzı, üslubu ve müzikal zevki olduğuna inanırım. Stüdyonun enerjisinin albüme geçtiğini düşünürüm. Kaydedilen albümler birbirinden farklı türlerde de olsa, o stüdyonun bir imzası olur illa ki albüm üzerinde.

Pek çok klasikleşmiş albümün kaydedildiği meşhur stüdyolar, müzik tarihinin önemli bir parçasıdır. Oysa stüdyolar, teknik adamlar genelde grubun göz önündeki elemanları kadar (doğal olarak) ilgi görmez. Prodüktör ve menajer bile ön planda olabiliyorken teknik elemanlar, miksleri yapanlar, stüdyolarında yatıp kalkan emekçiler ister istemez geri planda kalır. Çoğu da zaten geri planda kalmayı sever. Bu işin karakteri biraz da isimsiz kahraman olmaktır.

Efsane stüdyolar

Bugünlerde çoğunlukla ev stüdyoları revaçta. Büyük stüdyoların ve yarattıkları ekollerin önemi azalıyor, belki de bu devir sona eriyor. Eğer elektronik temelli bir müzik yapıyorsanız, artık

Yazının Devamı

Melankolik dans mümkün

16 Temmuz 2016

The Avalanches “Since I Left You” ile müzik televizyonlarını ve radyoları fethettiğinde, yani grubun ilk albümü yayınlandığı sıralarda (“Since I Left You”, 2000) iPod yoktu, Apple Music yoktu, Spotify yoktu, müzik ve stream kelimeleri yan yana gelmemişti, dijital devrim yaşanmamıştı.

İnsanlar, korsan bile olsa hâlâ CD, DVD kullanıyordu. Yazıcıoğlu İş Hanı’nda, şehrin “çoğaltmacı” ekonomisinin kalbi olan muhtelif kırtasiyelerde hâlâ 50’lik, 100’lük kutu kutu boş CD satılıyordu. O dönem alınıp kullanılmamış, bir işe yarar diye 2000 yılından beri beş ev dolaşmış bir kutu boş CD’yi daha geçenlerde çöpe attım. CD sürücüsü olmayan bilgisayar üretilecek deseniz muhtemelen size deli gözüyle bakardık o yıllarda.

Dünya şimdi çok farklı

2000 yılında ana akım olabilmiş ekletktik yapıdaki pop albümü azdı çünkü müzikte eklektik denen renk ve çeşitliliğe insanlar (sanatçılar) ancak kişisel tecrübeleriyle yani yaşayarak erişebilirdi. Sample yapmak o sesi arayıp bulmaya, plağını elde etmeye ya da gidip elde mikrofon orijinalinden kaydetmeye bakardı ve her babayiğitin harcı değildi. Mesai isterdi.

Şimdi elinizin altında her tür müzik var. Karıştırmak, eklemek, çıkarmak, kesip biçmek kolay. Bakış

Yazının Devamı