Rafael Nadal’ın hayatını anlattığı “Rafa, My Story” adlı kitapta olimpiyatlarla ilgili izlenimlerin yer aldığı bir bölüm var. Teniste ülkesi İspanya’yı temsil eden Nadal, olimpiyat köyü izlenimlerini anlatırken yüzücüleri, koşucuları ve tüm diğer atletleri sporun gerçek kahramanları olarak niteliyor.
Çünkü daha fazla çalışıyorlar. Olimpiyat gibi kendilerini gösterebilecekleri önemli bir müsabaka ancak dört yılda bir var. İşler bir yarışta ters giderse dört yıllık emekleri çöpe gidiyor. Üstelik bu çabaya ve zorluğa hem gelirleri az, hem de daha az tanınıyorlar. Başarılarının toplumda onlara sağlayacağı manevi imkânlardan da yoksunlar.
Oysa diyor Nadal, tenis öyle değil. Biz de çok çalışıyoruz ama karşılığını hem maddi hem manevi alıyoruz.
Dürüst yorumlar.
Geçen hafta boyunca tenis sporunun en önemli turnuvası Wimbledon’daki tenis karşılaşmalarını ve futbolun en önemli turnuvalarından Avrupa kupasını birlikte izlerken bu konuyu düşünüyordum .
Televizyondan karşılaşmalara bakıp bir yandan kucağımdaki bilgisayarda (ikinci ekran fenomeni) onu bunu google’larken Forbes’un en fazla kazanan sporcular listesi dikkatimi çekti. İlk dört: Ronaldo, Messi, LeBron James, Federer.
Suriye, Irak, IŞİD, cihatçı terör, kesilen kafalar, pazarlarda alınıp satılan 12 yaşındaki seks köleleri, canlı bombalar, roketatarlı pikapların üzerinde tekbir getiren ölüm mangaları, tecavüz edilen, katledilen Aleviler, Yezidiler, Kürtler, Türkmenler, gizli silah anlaşmaları, gizli petrol anlaşmaları, off shore hesaplara akıtılan paralar vesaire vesaire... Her şey din için, Allah için. Burası Ortadoğu.
Ortadoğu’da yıllardır hakim olan manzara bu. Ama bir de öteki Ortadoğu var. Bu Ortadoğu lüks ve şatafatlı bir hayat yaşıyor. Bu olan bitenin pek etkilemediği saraylarda, expat cenneti AVM’leşmiş şehirlerde, lüks otellerin, dev iş kulelerinin lobilerinde, teraslarında, lüks restoranlarda ve kulüplerde süregiden gösterişe dayalı bir hayat. Bir yanı ne kadar sefilse, öteki yanı da o kadar lüks.
Asıl hedef kitle Körfez zenginleri
Ve bu Ortadoğu hakkında klişeler dışında pek az şey biliyoruz. O yüzden Arap Vogue’unun yayımlanacağı haberi dikkat çekici.
Derginin yayın yönetmeni Suudi Kraliyet Ailesi’nin gelinlerinden (bu durumda prenses oluyor) Deena Aljuhani Abdülaziz. 41 yaşındaki yayın yönetmeni/prenses Abdülaziz “Arap dünyasında 350 milyon insan yaşıyor, bugüne kadar hiç Vogue’ları
İngiliz blues ve soul müzisyeni Devonté Hynes’ın (Blood Orange) yeni albümü “Freetown Sound”un adı babasının doğduğu şehirden geliyor, Sierra Leone’nin başkenti Freetown’dan. Özgür şehir demek.
Portekizli denizci Pedro De Sintra’nın şimdi Freetown’ın bulunduğu tepeleri, uzaktan yatan bir aslana benzetmesi sonucu Serra de Leoa diye haritaya kaydettiği tarih 1462. Portekizli tüccarların buraya gelerek ilk kaleyi kurması ve limanı inşa etmesi 1495.
Fransızlar, Hollandalılar, İngilizler, Portekizliler, İspanyollar burayı 200 yıldan uzun süre köle ticaretinin merkezi olarak kullandı. Afrika’nın içlerindeki kabilelerden getirilen zavallılar buradan gemilere bindirilip yeni kıtadaki tarım bölgelerine, ya Güney Amerika’nın kahve ve kauçuk plantasyonlarına ya da Kuzey Amerika’nın pamuk tarlalarına taşınıyordu.
Amerikan İç Savaşı’nın 1783’te bitmesinin ardından İngilizler özgürlüğünü kazanan kölelerden kurtulmak istedi. Öyle ya, evde veya tarlada boğaz tokluğuna çalışmadıkları ve beyaz sahiplerinin her türlü kibirli rezilliklerine sessiz kalıp katlanmadıkları sürece bu insanları kimse etrafta görmek istemiyordu. Köleleri özgürsün deyip sokağa atarak sorunu çözemeyeceklerini anlamaya başladılar.
Merak ediyorum, “Ama onlar da bizim acılarımıza duyarsız kaldı” diyen taksici nerede şu anda? Havaalanında mahsur kalanları (Türkleri değil turistleri) kelle başı 100 dolara taşımak için tam gaz olay yerine koşmuş mudur?
Paris saldırıları sonrası vahşice katledilen sivillerin ardından kıs kıs gülerek, “İyi oldu gâvurlara diyen” değerli esnafımız okur mu bu yazıyı?
Ankara Katliamı’nda IŞİD bombasıyla hayatını kaybedenleri, kendi ülkesinin vatandaşının, kardeşinin cenazesini yuhalayanlarda zerre utanma duygusu oluşmuş mudur, biz yuhaladık, onlar taziye bildirdi diye?
“Vatandaş neden yuhalıyor onu da anlamak lazım” diye yazan IŞİD’le empati uzmanı yazarlarımızın utanma duygusu az da olsa harekete geçmiş midir? Sanmam.
Milletvekilimizin, “Eleştirenler umarım böyle bir patlamada can verirler” diyerek henüz olayın şokundaki vatandaşına beddua okuduğu sırada, Coldplay solisti Chris Martin sahneye Türk bayrağıyla çıkıyor, Türk halkıyla dayanışma sergiliyordu .
Rock dergisi NME, saldırının üzerinden bir saat geçmeden uluslararası çapta müzisyenlerin İstanbul’daki saldırıya dair taziye mesajlarını Twitter’dan derlediği bir haberle aktardı.
Patlama olduğu sırada İstanbul’da
Anne ve babası o küçükken boşanmıştı. Çocukluğu iki ev arasında geçti. 80’lerde Los Angeles suç oranının giderek arttığı bir yerdi. Özellikle de siyahların yaşadığı mahallelerde şiddet her gün karşılaşılan bir olguydu. Böyle bir ortamda büyüdü. Çete savaşları insanları hayatından bezdiriyordu. Silah sesleri, çatışmalar sıradan hale gelmişti. Sokaklarda kafasından vurulup atılmış cesetler bulmak normaldi. Bir gün kendisi de evlerinin arka bahçesinde böyle bir ceset bulduğunu anlatıyor.
Leimart Park mahallesi, bütün bu olumsuzlukların yanında kültürel anlamda da kaynayan bir yerdi. Çetelerin cirit attığı bu ortamda elbette rap müzik canlıydı. Ama klasikten caza her alandan müzisyenler de bu mahallede yaşıyordu. Uyuşturucu, silahlar ve çete şiddeti yanında şairler, müzisyenler, sanatçılar... Bu ortamda kulağı her kültüre açık bir şekilde yetişti.
Malcolm X’ten etkilendi
Beyazların gözünde herkesin çete mensubu olarak görüldüğü o ortamda siyasi bilinci hafiften gelişmeye başladı. Malcolm X’ten ve hayatından etkilendi.
Kendini ve kültürünü bütün kusurlarıyla kabul etmeyi öğrendi. Siyah kültürüne sahip çıkma fikri her yanını kuşattı. Sadece çetecilik değildi, siyah kültür, sanatı ve
- “Hang Me Out To Dry” (with Robyn) - Metronomy: Metronomy’nin “Summer 08” adlı yeni albümü siz bu satırları okurken yayınlanmış olacak. Haftaya hep beraber incelemeden önce siz şu yeni şarkıya bir göz atın.
- “Ashes to Ocean (feat. Matthew Halsall)” - DJ Shadow: DJ Shadow’un hayli sofistike, iç içe bölümlerden oluşan ve çiçek gibi açılarak devam eden eklektik müziğinin en yeni şahaseri.
- “In a Drawer” - Band of Horses: Sıcak bir akşamüstü cızırtılı bir radyodan yükseliyormuş gibi başlayan, ilk albümden bu yana bağımlısı olduğumuz Band of Horses duygusallığı. Yeni albüm “Why Are You Ok”den.
- “Best To You” - Blood Orange: “Freetown” adlı yeni albümün en şık dans şarkılarından biri. Toto’nun “Africa”sını hatırlatan vurmalı efektleriyle kulağı 80’lere yatık olanları hemen yakalayacak.
- “Kid Who Stays in The Picture” - Hot Hot Heat: Kanadalı indie rock ekibinin yeni albümü “Hot Hot Heat”in açılış şarkısı dans pistlerine ve indie kulüplere göz kırpan bir dans-rock şarkısı. A1 gibi A1.
- “Shadows” - Mala: Güney Amerika özellikle de Peru müziğiyle ilgileniyorsanız bu farklı yaklaşıma da bir kulak verin bence. Londralı elektronik müzik sanatçısı Mala’nın “Mirrors” isimli yeni albümünden.
- “A
“Dünyaya rezil olduk” diye bir şey vardı. Bu cümle çok eleştirilirdi.
“Neden rezil oluyor muşuz? Millet aç, sizin tek düşündüğünüz bu mu?” gibisinden karşı çıkmalar...
İyi güzel,
hak veriyorum
ama yine de
merak ediyorum, biraz olsun, birazcık, azıcık olsun rezil olma, olabilme endişesinden ne zaman vazgeçtik biz acaba toplumca?
Ne zaman saldık kendimizi yokuş aşağı?
Patti Smith Zorlu PSM sahnesinde bir konser vermek için İstanbul’daydı. Basın toplantısında iki soru sorma fırsatım oldu. Biri müzik endüstrisiyle ilgiliydi. Müziğin ve endüstrinin geleceği hakkında bir yorum istedim.
“Yeni kuşak, müziği nasıl dinleyeceğine kendi karar verir. Ben ne endüstriyle ne de kariyer yapmakla ilgilendim. Kariyer yapmaya karşı değilim ama benim ilgi alanımda değildi” diye yanıtladı.
Kendisi hiç müzik stream etmemiş. “Stream’i anlamıyorum” dedi. Artık plak da dinlemediğini, sadece CD’lerini dinlediğini itiraf etti. Yeni neslin plak merakını olumlu buluyormuş. “Gençler Hendrix’in, Neil Young’ın plakta nasıl tınladığını merak ediyor” diye konuştu.
“Özgür seçimler için mücadele etmelisiniz”
İkinci sorum şuydu: “Müzik dünyayı değiştirebilir mi?”. Elbette bunu bugün 70 yaşına gelen Smith’e sormamın nedeni vardı. Onun kuşağı dünyayı müzikle değiştirmeyi başardı. Onların döneminde iletişim alanı sosyal medya, internet değil daha çok müzikti. İnsanları bir araya getiren ve bir arada tutan, duyguları, fikirleri, umutları yayan şarkılardı. Müziğin bir endüstri, ekonomi ve eğlence olduğu çağımızda acaba hâlâ bu mümkün müydü?
Smith şöyle yanıt verdi: “Dünyayı müzik değil