Hayatının merkezine dini değil insanlığın evrensel değerlerini ve aklı koymayı, Türkiye’deki çoğu muhafazakâr ateistlik olarak görüyor. Laik diyen var, seküler diyen var, modern diyen var. Çok daha kötü anlamlara gelecek aşağılayıcı kelimeler de kullanılıyor.
Ancak asıl dikkat çekici olan, muhafazakârların modernleri nasıl gördüğü değil, modernlerin kendilerini nasıl gördükleri ve tanımladıkları. Ben buna kafa yormak istiyorum bugün iki satır izin verirseniz. Her gelişmede tepki olarak iki cepheye ayrılan ve birbirine durmadan aynı yerlerden boşuna ateş eden iki kangrenleşmiş kesim görmekten usandım.
Bir defa kabul edelim ki Türkiye’de pek çok modern, varoluşunu yaşam boyu sürecek sınırsız bir hedonizmle açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor. Hayattaki temel amacını iyi giyinmek, iyi yemek, iyi gezmek, iyi eğlenmek olarak gören, hayatını bunun üzerine kuran önemli bir genç yetişkin kitle var. Biraz sosyal medyaya bakarsanız hayli kalabalık olduklarını göreceksiniz. Bu kitlede ‘modernlik işte budur, muhafazakârlık ise buna engel oluyor’ fikri yerleşmiş durumda.
Halbuki yeni muhafazakârlar da çok farklı değil. Onlar da son yıllarda kavuştukları maddi imkânlar sayesinde yeni kapılar
“Getto” gafı kadar ilgi görmeyen gerçek şu: “Hateful Eight”, Tarantino’nun orijinal müzik bestelenen ilk filmi. Aynı zamanda Ennio Morricone’nin de 40 yıl sonra müzik yaptığı ilk western filmi
Quentin Tarantino hakkında pek çok şey söyleyebilirsiniz. Onu sevmeyebilirsiniz, avam bulabilirsiniz, kibirli diyebilirsiniz, “Son dönem bozdu”, “Hiçbir filmini beğenmedim” diyebilirsiniz. Ama “Irkçı” ve “Müzikten anlamıyor” diyemezsiniz. Çünkü doğru değil. Filmlerine, favori oyuncularına bakarsanız zaten anlarsınız bu adamın derinizin rengiyle, DNA’nızla, etnik kökeninizle ilgili olmadığını.
Siyaseten doğruculuğu, kendi iktidarını dayatmak için bir tür çağdaş eziyet haline getiren Amerikalı siyaseten doğrucu ekolün bu eziyetinin en belirgin metotlarından biri, kelimeleri ve ifadeleri soyutlaştırıp yabancılaştırarak değerlendirmek. Ve yargısız infaz.
Tarantino için bir idol
Tarantino gibi ırkçılıkla alakası olmayan birine “getto” lafını cümle içinde (“Ennio Morricone benim en sevdiğim besteci; besteci derken film müziği bestecilerinden, o gettodan bahsetmiyorum. Mozart’tan, Beethoven’dan, Schubert’ten bahsediyorum”) kullandı diye “saygısız” ya da “dikkatsiz” diyebilirsiniz ama pat
Pinhani’nin yeni albümü “Kediköy”ü dinledim geçen hafta. Bir yandan da grubun solisti Sinan Kaynakçı’nın internetteki günlüğüne göz attım
Madem bir günlük tutulmuş pinhani.com adresinde... Madem bu günlükte albümün hazırlık sürecine dair ilk ağızdan duygular düşünceler de var... O halde neden bazı bölümleri aktarmayalım?
-18 Kasım:“Ben kendi kendine yetebilen biri olduğumu düşündüm hep. Yani kendim şarkı yazıp kendim iyi kötü düzenleyip hatta bir çok şeyi çalabiliyorum, üstüne söylüyorum. Ama bundan sonrası bende zayıf. Yaptıklarımı insanlara duyurmak, kendimi anlatmak, bir anlamda üretimimi satmak konusunda yaşıtlarımın çok gerisindeyim. (...)
Tam müziği hobi olarak yapması gereken adamım ama bir kere bu yola girdik, sonumuz hayır olsun... Bu hafta yoğun geçiyor, konserler başlıyor, klip için koşuşturma devam ediyor. Albümün miksleri de aksamalara rağmen devam ediyor, bazen hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor albüm ama diğerleri bitti, bu da bitecek.”
Gazeteci Zekeriya Sertel, 1908’den 1970 yılına kadar uzanan geniş bir zaman dilimine yayılan “Hatırladıklarım” başlıklı anılarında, Rumeli, Cumhuriyet, Resimli Ay, Büyük Mecmua, Sevimli Ay, Son Posta ve Tan gibi kurucusu, sahibi, başyazarı olduğu yayınlarda gördüklerini, yaşadıklarını aktarıyor.
Bu anıların her satırında “İşte bugünkü durumun aynısı. Gerçekten aynısı. Şu olay tamamen geçen gün yaşanan şu olaya benziyor” demediğiniz tek bir satır yok.
1908’de Abdülhamit’e muhalif, İttihat ve Terakki’nin sesi olan Rumeli gazetesinde çalışmaya başlıyor.
1910’dan sonra “Yeni Ses” gazetesinde İttihat ve Terakki’nin baskıcı rejimine muhalif.
1917’den sonra İngiliz İşgali sırasında İngilizlere ve onları destekleyen Padişah’a ve Saray’a muhalif.
1923’ten sonra giderek totaliterleşen Cumhuriyet yönetimine muhalif.
1930’larda Atatürk’ün basın sansürüne muhalif.
1940’larda İnönü’nün kurduğu tek adam yönetimi ve polis devletine muhalif.
Kalben’in ilk albümü “Kalben”, 5 Şubat’ta dijital platformlarda, 15 Şubat’ta da CD formatında piyasada olacak. Merak edenler için söyleyeyim, bir klasik albüm yolda...
Kalben Sağdıç’ın onlarca videosu, canlı kaydı, akustik performansı internette oradan oraya savruluyor. Henüz bir albümü olmadığından insanlar onu ya denk getirebilirlerse konserlerinde ya da internette bulabildikleri bu kayıtlardan dinliyordu. Neyse ki albüm daha fazla gecikmedi.
Kısa sayılacak bir süre içinde hayli büyük bir ilginin odağı oldu Kalben. Yazdığı sözler, duygularını anlatırken cümle aralarına ustaca yerleştirdiği kelimeler, ifadeler, müziğine her açıdan sirayet eden ince bir mizah duygusu ve elbette duyana hemen “kim bu?” dedirten vokaliyle açıkçası beklentimiz yüksek kendisinden.
Üç yeni beste var
Albüm geçen sonbaharda Erekli-Tunç stüdyolarında kaydedildi. Önceden konserlerde çalınmış, muhtelif şekillerde internette yer alan şarkıların yanında üç yeni beste var. Bunlardan “Ömür Geçmez”de Mabel Matiz geri vokal yapıyor. Diğer ikisi “Aramızda” ve “Yol”.
Albüm gösterişten uzak, sade bir grup sound’una sahip. Gitarların tamamı Kalben tarafından çalınmış. Düzenlemeleri Kalben ve aynı zamanda
Müzik dünyasında yeni albümler art arda gelmeye hazırlanıyor. Turneler ufaktan açıklanmaya başladı bile. Yılın ilk çeyreğine dair haberler kısaca şöyle...
-Red Hot Chili Peppers tarihindeki en büyük ve köklü değişimi bu yıl yaşayabilir. Uzun süreli prodüktörleri Rick Rubin’le vedalaştılar. Danger Mouse ile çalışma kararı aldılar. Danger Mouse hatırlarsanız U2’nun da son albümünü yapmıştı (evet biliyorum, bu kimileri için kötü haber). Ancak çok yönlü, kafası açık bir sanatçıdır Danger Mouse. Bir işi diğerine benzemez. Red Hot Chili Peppers’ın solisti Anthony Kiedis geçen ekimde 30 şarkı kadar kaydettiklerini söylemişti. Danger Mouse’un yaratıcı fikirlerini beğendiğini de belirtiyor kendisi ara ara basına konuştuğunda.
Hayranlarını küstürmeden değişebilecekler mi göreceğiz. Şimdiden 2016 turneleri çerçevesinde Avrupa’da pek çok büyük festivalin kadrosuna dahil oldular.
Sürpriz düetler
-PJ Harvey ve yönetmen Seamus Murphy’in 2011-2014 arasında Afganistan, Kosova ve Washington DC ziyaretleri sırasında hazırlanan ve Londra’da kaydedilen yeni albümün baharda piyasaya çıkması bekleniyor. PJ Harvey ablamızın tok sesini ve yeni şarkılarını özlemedik değil.
-Radiohead’in
David Bowie hayatını kaybetti...”
Timeline’a ansızın bir haber düşüyor. Bir iki cümle, bir hashtag, bir link. Trending topic. Hepsi bu... Efsaneler
21. yüzyılda böyle ölüyor.
18 aydır kanser tedavisi görüyormuş. Kimsenin haberi yoktu. Zaten son yıllarında inzivaya çekilmiş, sade, gençlik yıllarının şaşaasından uzak, müziğe ve ailesine odaklı bir hayat yaşıyordu.
David Bowie 20’nci yüzyıl popüler kültür tarihinin temel direklerindendi. Yaptıkları sadece müzikal terimlerle ve sanatsal eleştiri kriterleriyle açıklanamaz.
Şarkılarını müziğini, albümlerini, filmlerini, modaya, edebiyata, modern sanata katkılarını hatırlamaya çalışsam, sırf eser isimlerini ve birer cümle açıklama yazarak dahi bana ayırılan yerin dışına çıkarım. Üstelik Wikipedia’da yazanların dışında hiçbir şey de anlatmamış olurum. Affınıza sığınarak bunları başka yazılara bırakmak isterim.
Onun gibi kişilikler tarihi süreçte müziklerinden, sanatlarından daha büyük daha farklı bir şey haline gelirler. Bu zaten onların dehasını gösterir.
David Bowie bir şarkıcıdan, besteciden, şairden öte, değişen bir dünyanın öncü karakterleriydi.
Geçen hafta birçok yerde karşıma çıkan bir yazı vardı. Aylin Aslım sanatçı arkadaşları Ceylan Ertem, Cem Adrian, Melis Danişmend ve Çiğdem Erken’den de görüşler alarak bir sıkıntıyı anlatmış
Konserlerde müzik dinlemeyen, kendi aralarında konuşan insanlar. Evet bu bir sorun ve eski bir sorun. Ama anladığım kadarıyla artık ipin ucu kaçmış ki sanatçılar içlerini döküyor, resmen isyan ediyorlar. Haklılar.
Neler mi oluyor? Siz şarkınızı icra ediyorsunuz, önceki iki tip “N’aber kanka, iyidir, senden n’aber kanka” tadında bağıra çağıra muhabbet ediyor. Şişeleri tokuşturuyor, yandaki kız grubu hakkında derin bir sohbete giriyorlar. Ses zaman zaman sahneyi bastırıyor.
Bu manzaraya ya da benzerlerine ben de defalarca tanık oldum. İnsan sanatçı adına o kadar utanıyor ki yerin dibine geçmek istiyor. Kesinlikle yazılanlara katılıyorum. Ve tartışma yürüsün, dallanıp budaklansın boyut kazansın, belki bir faydası olur ümidiyle biraz da seyircinin bakış açısına odaklanmak istiyorum.
Sahne ikinci planda
Bir kere bahsedilen konser mekanları çoğunlukla belli müşteri kitleleri olan barlar. Dünyanın her büyük şehrinde barlarda, kulüplerde konserler verilir. Burada da aynı. Durum böyle