Kaan Tangöze solo albümü “Gölge Etme”de toplumun zihninde ve kalbinde yer alanları şiire döküp tarihe kazıyor, tabiri caizse bir dönemin türkülerini yakıyor
Yavuz Bingöl ya da Uğur Işılak yakacak değildi bu türküleri. Bu dönemin halk ozanlığı Kaan Tangöze’den beklenirdi. Bekleneni yapmış Kaan.
“Elinde silahın varsa, benim de gitarım var. Senin bir ideolojin varsa, benim de ideallerim var. Arkanda hükümet varsa, benim de şarkılarım var. Eğer senin bir Allahın varsa, gölge etme Allah aşkına.
Senin yandaşların varsa, benim de yoldaşlarım var. Aklında bir kavga çıkartma varsa, benim de yumruklarım var.
Arkanda savcılar varsa, benim de yüreğim var. Eğer sonunda mapusa girmek varsa, yatarız icabında.
İçinde büyük bir korku varsa, ecele çaresi mi var? Senin de bir çocuğun varsa, bende tam iki tane var. Arkanda cellatlar varsa, Allah aşkına. Eğer sonunda kefen giymek varsa, ölürüz icabında.”
Birazcık umut, yüreklere su serpmek, acılara ve kayıplara ağıt yakmak, bazen bir güzele duyulan aşk, bazen düzene meydan okuma, isyan. Albümde hepsi var. Bu albümde halkın aklında, zihninde, kalbinde olanlar var.
New York’un en pahalı, en gözde yerlerinden biri Manhattan’ın Meatpacking District adı verilen bölgesi. Adanın güneybatısında Hudson Nehri kıyısında yer alan bu mahalle sanatçılara, oyunculara, müzisyenlere, modellere, muhtelif “ünlü” takımına, galerilere, dünyanın her yerinden kalantora ve bu çevreye yakın olmak isteyen türlü meslekten ve ilgi alanından insana ev sahipliği yapıyor.
Elbette emlakçıların gözdesi burası. Bu eski liman bölgesinde artık her karış altın değerinde ve eski dönemden kalan bir avuç loftun, depo ve hangarın da bir an önce boşalması, yeniden yapılması ve rezidans, dükkân ya da restoran olarak değerlendirilmesi bekleniyor.
Emlak açısından bu en değerli yerin tam göbeğinde geçen mayısta görkemli bir yapı hizmete girdi.
Bu yapı bir AVM değil. Bu yapı bir toplu konut değil. Filanca port adı altında bir oteller, restoranlar, kafeler, ofisler topluluğu değil. Marina değil. Devlet büyüklerini ağırlayacak devlet sarayı değil, cami, kilise değil.
Bir müze. Bir modern sanatlar müzesi.
New York’un en eski özel sanat müzelerinden 1930 yılında Gertrude Vanderbilt Whitney tarafından kurulan ve çağdaş Amerikan sanatçılarına odaklanan Whitney Museum, artık bu yeni ve görkemli
Dost acı söyler, son dönemde mizah dergileri kısır bir döngüye teslim olmuş gibi görünüyor
izah yazar/çizerliğinde uzun zamandır yeni ve parlak bir isim çıkmadı. Beklentimiz var ama ufukta görünen bir şey yok maalesef. Pek sevdiğim haftalık mizah dergilerinde artık eskiden beri takip ettiğim isimler dışında keyif alacağım, güleceğim, birilerine gösterip yorumlayacağım, “süper” diyeceğim bir şey bulamıyorum.
Umut Sarıkaya’nın tek kişilik başyapıt niteliğindeki dergisi Naber bir istisna. Ama tek adamlık da bir yere kadar. Üçüncü sayı alarm vermeye başlamış.
Leman’a bakıyorum, uzunca bir süredir popülist, ajite kapaklar yaparak mizahı, mizahın amacını, hedefini unutmuş durumda. Ben açıkçası ne demek istediğini, neyi eleştirdiğini dahi anlamıyorum bu derginin.
Leman dergisi uzun zamandır popülist kapaklar yapıyor.
Mizahı Twitter’da değil, mizahçılarda arıyorum
Göçmen dramının uluslararası sembolü haline gelen Aylan Kurdi’nin malum fotosunu kullanarak yaptıkları kapağa itiraz etmemek elde değil. Ne zeka kalmış ne ince görmek. Tatilde bir sahilde oturmuş, bilgisayarını açmış bir kadınımız ve ayakları dibinde yatan cansız çocuk. Seksizm, düşmanlık, nefret kokan, faturayı
Gizemli şarkıcı Lana Del Rey yeni albümü “Honeymoon” ile ara albümü “Ultraviolence”ın ardından yeniden kendine has dramatik romantizmin doruklarına tırmanıyor
New York’tan bildirmelerim devam ediyor. Salı günü gazetede, Brooklyn’deki Rough Trade’e gidip plakları karıştırdığımı yazmıştım. Yazmadığım şeylerden biri şuydu: Yer gök Lana Del Rey burada. Lana Del Rey sadece bir müzisyen ya da pop yıldızı değil, izinden gidilecek bir tür kahraman, rol modeli, moda ikonu olmuş durumda.
Oysa ev yapımı videolarıyla Youtube’u fetheden gizemli kadın 2012’de adı sanı bilinmeyen biriydi. Lizzy Grant adıyla yaptığı ilk albümü başarısız olmuştu ve Grant o yıl son atışını yapmaya hazırlanan biriydi.
Hikayelerini hep imgelere dayanarak anlatmayı seviyor
“Born To Die” tutmasaydı muhtemelen zengin bir babanın yetenekli kızı olarak müziğe değil resme, sinemaya, tiyatroya, bir şeylere merak saracaktı ve şansını aramaya devam edecekti Elizabeth Grant.
Önceki şarkıcı karakteri (“persona” diyelim, Del Rey bu oyunları seven biri) “Lizzy Grant” tutmayınca 2012’de “Video Games”, “Blue Jeans”, “Summertime Sadness” gibi video destekli şarkılarla Lana Del Rey ortaya çıktı. Lana Del Rey özü elbette
New York’tan bildiriyorum. Hava güneşli, insanlar neşeli. Pazar günü Brooklyn’in göbeğinden geçen Bedford Avenue’yü baştan başa dolduran insan kalabalığını görecektiniz. Her yanda ufak tefek kafeler, ıvır zıvır, giysi, ayakkabı, plak, kitap bulabileceğiniz irili ufaklı dükkânlar, lüks ya da salaş mağazalar, sokak satıcıları...
Hepsi dolu, her yer canlı. Herkes her yerde bir şey satıyor ya da satın alıyor. Lokantalar dolu, kafelerde insanlar cumartesi gecesi eğlencesinin “yaralarını” sarıyor, mahmur gözlerle kahvelerine ya da “çivi çiviyi söker” içeceklerine uzanıyor.
Omletli, hamburgerli kahvaltı tabakları önümden geçip gidiyor.
Bahçede yayılıp bira içebileceğiniz mekânlar, “bira bahçeleri” burada revaçta. Konsept bu. Duvarları şahane grafitilerle bezeli bahçelerde uzun tahta masalar ve banklarda bira içmek, sohbet etmek. Akşam saatlerinde ağaçlardan sarkan ampullerin altında kalabalıklaşan bu mekânlarda muhabbet hemen parti kıvamına geliyor. Herkes herkesle tanışıyor, herkes herkesle arkadaş oluyor, herkes herkesle konuşuyor, muhabbet ediyor .
Lüks yer pek yok. Her yer mahalle kahvesi tadında. Manhattan Nişantaşı, Cihangir, Taksim, Asmalımescit, Karaköy, Galata, Bebek’se eğer
Pek çok konser ve etkinlik “ülkenin mevcut durumu” neden gösterilerek iptal ediliyor. Ancak Cemal Reşit Rey konser salonunun ekim ayı programını toptan iptal etmesi ilginç
Cemal Reşit Rey Konser Salonu Ekim Ayı Etkinlikleri, son dönemde ülkemizin içinde bulunduğu hassas durumlar nedeniyle gerçekleştirilemeyecektir. Ayrıntılı bilgi ileri bir tarihte duyurulacaktır.”
Kurumun internet sitesinde yer alan açıklama böyle. Bir konser, iki konser değil, ekim ayının tamamı iptal edilmiş durumda.
Ekimde neler olacağını nereden biliyorlar ki?
Sanırsınız CRR’de normal zamanlarda göbek atılıyor da hassas durum nedeniyle eğlenceye ara verilmiş. “CRR ekim ayında neler olacağını nereden biliyor da peşinen bütün programı iptal ediyor” sorusunu da bir kenarda tutalım.
Müzik ve sanata dair belli çevrelerde yaygın ama yanlış algının nedenlerine uzun uzun girmek istemiyorum. Sadece gerçek bu değil demekle yetineceğim ve örnekler vereceğim. CRR’nin iptal ettiği konserlere şöyle bir bakalım:
-“Geleneksel Osmanlı Müziği’nin Cumhuriyet Dönemi Türk Bestecileri Üzerindeki Etkisi”.
-CRR Big Band adıyla anılan CRR caz orkestrasının konseri. “Türk müzisyen ve kompozitörlerinin caz ve orkestra m
Yıl sonunda genişletmek ve revize etmek üzere an itibarıyla 2015’in en iyi albümlerine dair kişisel listem aşağıdaki gibi
1- “Currents” Tame Impala
Yılın en iyisi. Bu albümü 10 yılın albümleri arasında da ilk sıralara koymakta hiçbir sakınca görmüyorum. Kevin Parker 70’lerin psychedelic rock’ını yorumladıkları ilk iki albümün ardından bu albümde dans pistlerine de yüzünü dönmüş, bunu yaparken ana akım popun da ilgisini çekecek şahane bir formül bulmuş. Kim bilir kaç kere remikslenecek bu şarkıların her biri zaman içinde. Daft Punk için “Random Access Memories” neyse, Tame Impala için de “Currents” biraz o. Katmanları, adım adım ilerleyen bir iç dinamiği olan, ince tasarlanmış, zamanla klasik olacak, modası hiç geçmeyecek bir çalışma. Bir albüm karşısında uzun zamandır duymadığımız heyecanı yaşatıyor.
2- “Get To Heaven” EverythIng EverythIng
İngiltere kaynaklı bir sürü iyi albüm dinledik bu yıl. Ama Everthing Everything’in “Get To Heaven”ı gibi orijinalini duymadık. Melodik, dinamik, şahane “catchy” gitar müziği, syhnthe’lerle destekli modern bir sound ve bunlara bir de The Police dönemi Sting’ini andıran sıradışı vokalleri ekleyin... Yenilikçi, zihin açıcı. Enerjisiyle
“Siyasetçilerden beklentim, vicdan denen şeyle bir an önce tanışmaları”. Bir vatandaş böyle yazmış.
“Filancaya destek olanlar, vicdan?” Twitter’da böyle soruluyor. Filanca yerine siz dilediğiniz kişiyi kurumu koyun.
“Macar kameramanın çelme takarak düşürdüğü mülteci babanın oğlundan vicdan dersi”. En çok da bu kalıbı ilginç buluyorum. “Vicdan dersi”.
“Türkiye’de vicdan açığı bütçe açığından büyük”müş. Sosyal medyadan “vicdanlı” bir aforizma örneği. Vicdan belli ki yükselen değer. Neden?
Vicdan eşittir iyi bir şey. Ve herkeste olursa bizim Türkiye olarak başka hiçbir sorunumuz kalmayacak. Herkes vicdanlı olunca milli gelir artacak, bilim üreten bir ülke olacağız, yüksek teknoloji ihraç edeceğiz. Eğitim sistemimiz dünyada parmakla gösterilecek. Doğa dostu sürdürülebilir enerji kaynaklarına yöneleceğiz, çevre dostu şehirlerimiz olacak, edebiyatta, sanatta, resimde, tasarımda Türkiye bir ekol olacak. Bunlarla aramızdaki tek sorun vicdan! Bu mu?
Polisin vicdanına başvuranlar var. Asker vicdanlı olmalı. Terörist vicdanlı olmalı. Göçmen mafyası vicdanlı olmalı. Göçmenlerin parasını pulunu çalıyor, dolandırıyor, kadınlara tecavüz ediyor, sonra da denizin ortasında