İnsanda bir tür medya nostaljisi hissi yaratarak adeta 90’lara ışınlanmamızı sağlayan Ertuğrul Özkök’ün Butan tefrikasının iyi yanları da var.
Özkök’ün yazdıklarına ve görüntüsüne bakan biri bundan sonra kimsenin Nepal, Hindistan, Butan’a gidip parmak arası terlik giyerek huzur bulamayacağını anlamış olmalı en azından.
Çünkü Özkök’ün yüzünde huzur değil ciddi bir huzursuzluk görülüyor. Ya yediklerini beğenmemiş, ya üşüyor. Ya da her ikisi.
Umarım hevesli dostlar ve okurlar bu defteri sonsuza kadar kapatmıştır. Hindistan’a, Butan’a, Nepal’e gidip içsel yolculuklara çıkmak, huzur bulmak çok demode, çok “passe”, çok 70’ler...
Peki ne yapacağız dostlar? Nasıl huzur bulacağız? Bakın çaresiz kalan insanımız çıplak ayakla Butan’da dolaşıyor... Ey yetkililer bu mesajı alınız, bu huzur çığlığını duyunuz.
Güney’e gidip bir balıkçı köyüne yerleşmek artık imkansız. Oraları otel oldu. Bodrum deseniz hep İngiliz, Rus, “ünlü”, Cihangirli... Kalan yerlere ev, villa, AVM yaptılar.
Ayvalık’ta, Kuzey Ege’de her yer kapıldı, zeytinlerden süzülen gözyaşlarına köy ekmekleri banıldı, şarap kadehleri Dionysos’a kalktı. Ayrıca oralar komple site oldu.
Her gün milyarlarca insan başkalarına sesini duyurmak için bir sürü şeyi tweet’liyor, bir sürü yorum bırakıyor, blog’larına bir ton post giriyor. Ama kimse başkasını “dinlemiyor”. Saptama kişisel değil, tamamen bilimsel
Sesin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anladım. Geçen hafta Brand Week çerçevesinde “sound” uzmanı, “Sound Business” kitabının yazarı
Julian Treasure İstanbul’daydı.
Treasure pazarlamada ve markaları ilgilendiren konularda “ses”in kullanımı konusunda dünyadaki ender uzmanlardan. Kendisi bir konuşma yaptı, ardından da sorularımı yanıtladı.
Sesin insanlara daha hızlı ya da
daha yavaş yemek yedirebileceğini biliyor muydunuz? Daha fazla ya da daha az alışveriş yaptırabileceğini, daha az suç işletebileceğini. Derslerde doğru ses tasarımı ve akustik ile öğrencilerin ve öğretmenlerin başarısının neredeyse
yüzde 50 artabileceğini.
Yok yok konu başka. Pop ya da rock müzik yapan biri olsam, Paul McCartney’nin yeni albümü “New”u dinledikten sonra böyle derdim kendi kendime...
Popu icat eden Beatles’ın, kafası popa en fazla çalışan üyesi Paul McCartney, 71 yaşında döktürmüş resmen. Müzikal açıdan Beatles yıllarına dönüş yaptığı “New”, yılın en iyileri arasına muhakkak girecek.
Albümde dört prodüktörün imzası var: Mark Ronson, Paul Epworth, Giles Martin, Ethan Johns. Mark Ronson son yılların en yetenekli, kafası hem 60’ların, 80’lerin sound’una çalışan hem de bugünün ruhunu iyi yakalayan isimlerden. Amy Winehouse’un sound’unu oluşturan adam.
Paul Epworth dâhi bir pop prodüktörü. Adele’den Bruno Mars’a, Primal Scream’den The Rapture’a çalışıp da başarılı olmadığı sanatçı yok... Giles Martin beşinci Beatles diye anılan, grubun erken dönem albümlerinin kayıtlarını ve düzenlemelerini yapan George Martin’in oğlu. “Looking At Her”, “On My Way To Work” gibi şarkılarda çağdaş bir sound yaratıyor.
Epworth albümü sırtlayan güçlü melodili pop şarkılarına el atmış. “Queenie Eye”
ya da açılıştaki “Save Us” gibi. Ronson albümle aynı adı taşıyan ve 60’lardan gelen bir ifşa edilmemiş Beatles şarkısı havasındaki
Konuyu merak ettiğimden işin uzmanlarından, sosyal medya alanında önemli markalara hizmet veren Promoqube ajansının kurucularından Özgür Alaz’a danıştım. Kendisinden bilgi aldım. Alaz diyor ki;
* Türkiye seçimleri, sosyal medya kullanımı konusunda dünya için de bir dönüm noktası olacak. Başka hiçbir ülkenin olmadığı kadar çok ve yoğun şekilde sosyal medya kullanıyoruz. Gezi protestoları sonrası siyasi partiler de bu alanın önemini fark etmiş durumdalar.
* Partiler arasında twitter’ın “trend konular” listesini belirleme ve burayı manipüle etme yarışı başladı, başlıyor. Birçok parti, bu konuda organize oldu, takımlar kurdu. Düzenli olarak etiketler belirleyip o etiketleri Türkiye gündemine sokmaya çalışıyorlar. Partiler eskiden kapı kapı dolaşıp oy isterdi, artık sosyal medyada teker teker profilleri dolaşıp onlara parti propagandası yapıyorlar. Bu yapılanlar aslında işin yüzeysel, etik olmayan ve insanları rahatsız eden kısmı. Ancak, bu fazlasıyla yapılacak.
* Seçim afişlerinde bolca sosyal medyaya atıf göreceğiz. Nasıl ki, televizyon reklamlarında artık markalar kendi facebook ve twitter adreslerini yazıyorsa, seçim pankartlarında da seçmeni twitter’a yönlendiren, belki
Böyle bir sorunsal olmadığını düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Başbakan’ın durup durup ortaya attığı sonra da yurt dışına gidip uzaktan keyifle izlediği mevzulardan daha önemli şeyler var hayatta
Kimileri ona tatlı çatalı diyor. Kimi pasta çatalı. Kimi kahvaltı çatalı. Üstelik yalnız değil. Yanında bıçağı, kaşığı da var. Hepsinin ortak özelliği küçük ve kısa olmaları. Onlar küçük çatal bıçak takımları. Onlar kahvaltıdaki yoldaşlarımız.
Üç uçlu, dört uçlu minik dostlarımız. Misafir geldiğinde çayın yanında ikram ettiğimiz börek, kek ve pastaları, zeytinli
ve zeytinsiz açmaları, elmalı ya da vişneli turtaları kesip küçük parçalara ayırarak ağzımıza atmada en büyük yardımcılarımız.
Onlar olmazsa perişan oluruz. Onlarsız küresel ısınma yüzünden buzlarını kaybeden kutup ayısı gibi çaresizce sağa sola koşturur, tabaklarımızdaki börekleri, poğaçaları, zeytinli açmaları ellerimizle, başka çubuk
ya da sopalarla sarsakça ittirmeye çalışıp yerlere düşürür, ortalığı berbat eder, üstelik aç kalırız. Daha da tehlikelisi, ehil olmayan kişiler bu tatlı ve tuzlu ikramlarımızı (söylemeye bile çekiniyorum) normal çatal bıçaklarla yemeye kalkabilir. Bunun ciddi sonuçları olur dostlar.
Toplum kendi neyi yapamadıysa onu öğrencinin burnundan fitil fitil getirmeyi seviyor. Neden? Çünkü getirebiliyor, denk geliyor. Ne de olsa en kolayı öğrenci çünkü
Öğrencinin hayatı denkleştirmekle geçer. Bir yaşam biçimi olarak “parası yetmez”. Hayatının en güzel zamanlarını yurtlarda, öğrenci evlerinde geçirmek durumunda. Zaten ev bulamaz, itilir kakılır. Azıcık özgürlüğü, sohbeti, muhabbeti, birey olmayı, yetişkin olmayı “resmi” olarak da hor görüyorlar öğrenciye.
Öğrenciye ev verilmez. Verilse de burnundan getirilir. Ama öğrenci işe de yarar. Cep telefonu aldığı, bolca mesaj attığı, Youtube’u tıkladığı, avantajlı pakete abone olduğu, şarkı indirdiği, maç izlediği, pizza, hamburger yediği, topluca TV şovlarına katılıp albümlerini tanıtan şarkıcıları alkışladığı sürece sorun yok.
Öğrenci potansiyel askerdir. Okulu bitince doğru kışlaya. Biterse tabii. Zamanında bitiremedin, gene kışlaya.
Çile çekmekten kurtuluş yok
Öğrenci çapulcudur. En ufak itirazda susturulur. Ses çıkarmadan dersine çalışacak, erkenden yatacak. Olan biteni anlamaya, analize girişmeyecek, boyundan büyük işlere kalkışmayacak.
“Başbakan devreye girdi...” en sevdiğim kalıp. Zaten başbakanın devreye girmesi de bizim milletçe en sevdiğimiz hareket.
Gazete arşivlerini tarayın, yüzlerce haber var.
Başbakan devreye girdi çocuklarına kavuştular.
Başbakan devreye girdi üniversite kayıt tarihleri ertelendi.
Başbakan devreye girdi İran gaz vanasını açacak.
Başbakan devreye girdi THY Pakistan seferleri ikiden dörde çıktı.
Terim’in adı gündeme geldi, kupa verilebildi, yasa öne çekildi, çipli pasaport işi halloldu. Hep başbakan devreye girince oldu bunlar.
Bir kısım öbür kısma diyor ki; “Marmaray diye önemli bir hizmete imza atıldı, eyvallah deyip de desteklemek yerine bu itiraz, bu eleştiri, bu burun kıvırma, bu düşmanlık neden?” Yanıt basit...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Marmaray’ın açılış töreninde...
Milletin yüzde yüzünün vergisiyle yaptığın hizmeti, sana oy vermeyen yüzde 53’ü ezmek, dışlamak için kullanırsan, ha bire “ben” dersen, ha bire “Ak nesiller” dersen, yüzde 53’e sevinmeyi zehir edersen,
e o yüzde 53 de rahatsız olur, kendini dışlanmış hisseder, eleştirir. Adama başka şans tanımıyorsun ki. Ayrıca hem soru sorup hem desteklenemez mi bir iş? İlla tam biat mı şart?
Milletin parasıyla millete hava atıp belediye seçimlerinde kendi partine avantaj elde etme hesabı yaparsan, birileri de “Ayıp değil mi birader, bu ne görgüsüzlüktür” der. Normaldir.
Propaganda yapacağım diye yapılan işi abarta abarta ortalığı bu kadar ayağa kaldırırsan, birileri de çıkıp “Elalem 1969’da kendi teknolojisiyle Ay’a gitti bu kadar ses çıkarmadı, Japonların yaptığı tünelle övünmek komik olmuyor mu?” diye sorar, normaldir.