Bir süredir “internet para birimi” bitcoin gündemde. “Nedir bu bitcoin?” diye soranlardansanız bir okuyun, belki faydası olur
Geçenlerde teknolojiyi yakından takip eden bir arkadaşımla laflarken “Bitcoin nedir biliyorsan Allah aşkına anlatsana” dedim. Türk insanı böyledir. İlla “bir arkadaş”tan tavsiye alır. “İnternet para birimi” dedi arkadaşım. “Onu anladım, başka?” dedim. İnanılmaz bir şeyler söylemesini bekledim. Söyledi de ama önce şunu dinleyin.
Bitcoin’in en önemli özelliği dünya çapında alışılagelmiş aracılara, para aktarım sistemlerine başvurmadan P2P denen yani tarafların hem gönderici hem alıcı olabildiği şekilde doğrudan para aktarım imkanı sağlaması. Birinin bilgisayarından şarkı indirmek ya da birinin sizden şarkı indirmesi gibi. “Korsan download” denilen meselenin temelindeki paylaşım sisteminin paraya uyarlanmışı kabaca.
İnsanlar henüz “ben güvenemem” aşamasında ama dünyada bir sürü alışveriş artık bu şekilde yapılabiliyor. Arabadan tutun, eğitim masraflarına kadar bozdur bozdur harca.
Pek çok saygın kurum ve kuruluş bitcoin kabul ediyor.
Bitcoin: Kara para aklayanların yeni gözdesi
Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica ekonomi sınıfında seyahat ediyor.
Dizlerini öndeki koltuğa dayaya dayaya gidiyor yani Jose başgan.
Düşünsenize koltuğu arkaya yatırdınız mesela uyumak için devlet başkanıyla göz göze geliyorsunuz, çaresiz toparlanıyor adam koltuğunda.
Bizim buralara uyarlarsak koltuğu arkaya attın mı başbakanınla ya da bakanlarınla göz göze gelmek gibi bir şey.
“Kusura bakmayın bakanım dizinize geldi koltuk yatırınca.” “Tamam kardeşim sorun değil buyrun siz.” Böyle bir ortam...
Jose başganın vosvosu var. Tosbağa dediğimiz türden. Fiyatı 1945 dolarmış. Son kur itibarıyla 4045 TL eder. İşe onunla gidip geliyor. Kendi kullanıyor. Tosbağalar da fena karbüratör problemi yaratır. Benzini yemez, bazen ittirmek zorunda kalırsın. Ama sağlammış başganın vosvosu. Ayağını yerden kesiyor zira evden işe işten eve.
Jose başgan 12.500 dolar maaş alıyor. Maaşının yüzde 90’ını bağışlıyor. Türk lirasıyla eline yüzde 10’u yani 2600 TL geçiyor. Yettiriyor. Karısına kayıtlı bir çiftlik evinde yaşıyorlar. O da senatör ve maaşının bir kısmını bağışlıyor. Elde kalanla gül gibi geçiniyorlar.
Beyonce bir sabah ansızın yayımladığı “görsel” albümünü anlatırken çocukluk videolarını izletip “Ben o yılları yaşayamadım, hayatım en iyi olmaya çalışarak geçti” diyor. Sonra da evindeki ödülleri kırıyor. Kimse kusura bakmasın, mağduriyeti Beyonce’den öğrenecek değiliz
Albümün adı “Beyonce”. 14 şarkı, 17 video. Bu bir “visual album” imiş. Yani görsel albüm. Beyonce müzik dünyasındaki tabuları yıktığına emin.
Kimseye haber vermeden bir sabah ansızın bir albüm çıkardı. Yani iTunes’a koydu. “Eskiden ne güzel albüm dinlerdik, şimdi her şey single oldu, müzik dinlemek tatsız tuzsuzlaştı, şarkıların başındaki bir-iki melodiyi dinliyor geçiyoruz” diyor. Fonda plak dinleyen insanlar ve “Thriller” ile dans eden çocuk Beyonce var.
Çok haklı. Beyonce de bu noktaya geldiyse demek ki
a) yaşlandı b) akıllandı c) plak retro trendini anladı, modaya uyuyor d) müzik sektörü artık gerçekten o kadar berbat bir durumda ki en büyük starı da internete “sızan” şarkılardan, prömiyer yapan videolardan falan sıkılmış “Hay ben sizin sektörünüzü” diyerek ipleri eline almış. Bence hepsi...
Bir de şöyle şeyler diyor Beyonce: “İnsanlar kaybeder, kimse kaybedemeyecek kadar özel ve büyük değildir,
Recep Tayyip Erdoğan @KonyaBBSporveKongreMerkezi. Türkiye’nin en büyük hatibi, televizyonda, gazetede, radyoda, internette reytingi en yüksek ünlüsü hepimizin bildiği gibi Sayın Başbakan. O halde buyrun “Konya konseri”nin analizine...
Konya’dan Ak Gençlik’e ait olduğu ileri sürülen bir “şarkı ve tezahürat listesi”.
En son 18 Aralık 2009’da Başbakan’ın Meclis konuşmasını değerlendirip bir konser eleştirisi gibi yazmışım bu köşede (“Bir rock yıldızı olarak Başbakan!”). Aradan tam dört yıl geçti, Türkiye değişti, kafalar değişti, peki bakalım Sayın Başbakan’ın performansı nasıl değişmiş... Şarkı şarkı inceleyelim.
* “Millete sevdalıyız”: Eskiden beri söylediği ve hep iyi tepki alan bir “eser”. Seçimlerden hep yüksek oy alan ve yerel yönetimlerdeki hizmetleriyle güçlenmiş bir liderin elbette vurguyu buradan yapması çok doğal. Yalnız son zamanlarda bu şarkı seyircinin yarısına hitap ediyor. Yüzde 50’lik bir bölüm bu şarkıda sıkılıyor.
* “Bizim Allah’ımız var (Allah bize yeter)”: Gezi döneminde çıkan yeni bir eser. “Biz bu yola kefenimizi giyip çıktık”ın farklı bir versiyonu. 2014 kışının hiti olur. “Onların topu tüfeği varsa...” diye girildiğinde daha etkili. “Komplolara
Elektrik: Elektrik kesilince hemen cama çıkılır, sağda solda da gitmiş mi yoksa sadece bizim apartmanda mı yok diye bakılır. Mumlar yanar, duvarda gölge oyunları başlar, evin yaşlısı masal anlatır, televizyonun düğmesi kapanır (maazallah küt diye elektrik gelirse tüpü yanmasın sonra), tam umut kesilirken elektrik gelir, yine televizyon açılır ve herkes son bir iki saat yaşanmamış gibi kaldığı yerden devam eder.
Su: Bir kuşak iki eli sabunluyken şaşaldan su döküp elleri durulama tekniğini su kesintisiyle öğrendi. Daha eskiler maşrapayı, o banyolardaki sevimli mavi dostumuzu hatırlayacaktır. Banyoların vazgeçilmez aksesuarı su bidonlarından leğenlere dökmece, maşrapayı leğene daldırmaca, sabunlu kalmış kafalara suyu boşaltmaca.
Benzin: Hafta sonları sinemaya, pikniğe, eş dost akraba ziyaretine gidilirdi. Ama hatırlayanlar bilir bir de benzin kuyruğuna uğranırdı. Ailecek arabaya binilerek depodaki son benzinle benzincinin yolu tutulur araç kuyruğuna girilir. Sıranın gelmesini beklerken kelime oyunları, bilmeceler, şarkı söylemeler. Benzin kuyruğunda tanışıp evlenen var mıdır bilmiyorum ama mümkün.
Fuel oil: Şu ara doğalgaz yokluğu “trendy”. Üstelik o olmadı mı elektrik de
Geçenlerde sosyal medya ödülleri verildi. Ben de oradan gaza gelip kendi Twitter ödüllerimi dağıtıyorum bu pazar
@BenjaminHarvey: Yerli-yabancı kadraj dışı kalan haberler, ekonomi ve siyasetten enteresan ve komik detaylar anında karşınızda.
@ceydak: Radikal gazetesi yıllarından tanıdığım Ceyda Karan, Twitter’daki dış haberler analiz şefim (kendisi bilmese de). Meslek sevgisini oraya da aynen yansıtıyor. Yalnız mention atarsanız dikkat edin, bir tersine gelirseniz fena yapar adamı...
@ekranella: Dizi manyağı olanlar için her türlü ruh hastası detay, güzel yazılar. Yeni açıldı
bu site.
@EminCapa: Ekonomi gibi bana uzak ve sıkıcı gelen, herkesin bir cümlelik bilgiyi 10 cümlede anlattığı bir dünyada net ve basit cümleler. Ayrıca kedilerini ve arada koyduğu ağaç/çiçek resimlerini de seviyorum.
@istanbuleats: Başta İstanbul, muhtelif şehirlerden yeme içme mekanlarıyla ilgili reklama kaçmadan gerçek yorumlar ve eleştiriler. Bazen buralara “yabancı” birinin gözüyle her şey daha “yerli”.
Kahve seviyorsanız bu hikayeyi okuyun. Benim sorduğum soruyu siz de soracaksınız
Yıl 1683. Türkler Viyana’yı ikinci kez kuşatmış, şehirdekiler çaresiz, Türk birlikleri arasından geçerek Polonya tarafına gidecek ve yardım isteyecek birini yollamaları lazım. Ukrayna asıllı Jerzy Franciszek Kulczyck gidiyor. Türkçe ve Arapça bildiğinden tebdili kıyafet aradan geçer diyorlar.
Nitekim işini yapıyor eleman. Sonucu biliyorsunuz, Viyana yalan oldu. Üstelik fena halde durakladık, ardından geriledik bu zevat yüzünden. Ama bu seferin başka bir sonucu daha var.
Kuşatmanın dağılmasının ardından Türklerden kalan pek çok şeyin yanında bazı çuvallar bulunuyor. İçlerindekini deve yemi sanıyorlar. Ama değil. Bu Jerzy Bey önceden Arap coğrafyasında da yaşadığından kahve olduğunu anlıyor ve Viyana’da 1683’te ilk kahve dükkanını açıyor. Adına “Hof zur Blauen Flasche”, mavi şişenin altındaki ev deniyor.
Hakikaten şahaneymiş
319 yıl sonra James Freeman adında bir kahve meraklısı Amerikalı, Oakland şehrine tamamen bu hadiseden etkilenerek Blue Bottle Coffee (Mavi Şişe) isminde bir kafe açıyor. Ben o kafenin New York’taki şubesinin önünden geçerken tanıdığım Kanadalı bir gazeteci “Blue
E5 kenarında beton duvar. Üzerine önce metrelerce, kilometrelerce su tesisatı döşeniyor. Su borularından bir tür ızgara.
Bu boruların üzerine saksılar oturtuluyor. Kilometrelerce, binlerce, on binlerce saksı.
Saksıların içine toprak konuyor, çiçekler ekiliyor. Renkli çiçekler belli bir düzende ekilince muhtelif kilim desenleri oluşturuyor.
Ve en sonunda bütün bu çiçekten duvar kilimi, sadece su, emek, vergi, plastik, toprak ve çiçek israfı olmasın, aynı zamanda elektrik de israf ve çarçur edilsin diye kablolar döşenerek tepeden aydınlatılıyor.
Adeta Louvre Müzesi’ndeki Mona Lisa ya da Museo Prado’daki Las Meninas gibi...
Çoğu yerde bu saksıların bakımı için tek şerit yol kapanıyor, trafik aksıyor. Beklerken bakarsınız...
İstanbul’un her yerindeler. Mesela Gezi parkında kocaman ağaçların söküldüğü yerde şimdi bu saksılar duruyor. Yeşil hiç bu kadar masraflı olmamıştı...