Geçenlerde Oscar ödülleri dağıtıldı. Okuduğum yorumlarda ne kadar parıltısız ne kadar olaysız, şaşaasız bir tören olduğundan söz ediliyor. Bunu söyleyenler ne bekliyorlardı emin değilim. Ama ne demek istediklerini anlıyorum. Sinema benim alanım değil detayını bilmiyorum, ancak bir izleyici olarak gözlemlerim de bu kanıyı destekliyor doğrusu. Sanırım söylenmek, anlatılmak istenen, artık Oscar’ların eskisi gibi güçlü ve etkili bir çekim alanı olmadığı.
Pek çok yorumda şunlar söylenmekte: “Aday olan filmlere bakıyoruz, oyunculara bakıyoruz, yönetmenlere bakıyoruz, içlerinde beklenilen sansasyonu yaratacak, bütün gözleri üzerine çevirecek kimseyi pek göremiyoruz. Nerede o eski yıldızlar geçidi törenler, adaylıklar, görkemli konuşmalar. Dev bütçeleri yıldız performansları uçup gitmiş. Yerine mesela “Anora” gibi düşük bütçeli işlerin başarısı gelmiş.”
İyi mi olmuş kötü mü olmuş benim çok umurumda değil doğrusu. Eskiden beri ödül organizasyonlarına
Sanatçıların politik duruşu olmalı mı olmamalı mı? İki ucu keskin bıçak bu tartışmanın. Günümüzde politik duruş dediğimiz şeyin ne olduğu da tartışmalı. Sosyal medyadaki hashtag’lere destek olup hayata hiçbir şey olmamış gibi devam etmek mümkün. Öte yandan kendini belli davalara binaen ortaya atan isimler var. Onların da bir süre sonra aktivistliği müziğin önün geçince olayın tadı kaçıyor. Hiçbir sanatçının kitlesi yekpare değil. Özellikle popüler olan isimler her düşünceden, kesimden, siyasi görüşten insanları bir araya getirebiliyor, müziğin güzelliği de bu zaten, sınırları ortadan kaldırması.
Bir konuda didişebiliyoruz karşılıklı ama aynı şarkıcının şarkılarıyla keyifleniyoruz. Bu durum karşıtları yakınlaştırıyor. Sanatçıların işi zor. Ne dersen de birileri incinecek, alınacak. Konuşmasan bu sefer neden sessiz kaldı diyecekler.
Sanatçıların da işi zor
Britanya rap müziğinin belki de en tanınmış ismi Stormzy sessiz kalamayanlardandı. Neye? Filistin meselesine. Son bir yılda Filistinlilere uygulanan şiddet ve zulüme
Yok yok, yapay zekâyı “Çincede kriz ve fırsat aynı sözcükmüş…” mantığıyla hızla fırsata çevirmeyi başarabilen Refik Anadolgiller değil, eski tip sanatçılar benim kastettiğim. Krizi fırsata dönüştüremeyenler.
Yüzlerce binlerce yıllık bir gelenekten gelip günümüze kadar edebiyat, resim, sinema, heykel sanatını icra edenler, müzisyenler, grafikerler, illüstratörler ve niceleri.
Bu alanlarda hayatları boyunca emek harcamış, eğitim almış, ter dökmüş, üretmiş sanatçılar.
Üretimlerini, eserlerini yapay zekâ botlarına bedavaya tahsis etmek istemeyen sanatçılar.
Bu alanda çalışan teknoloji şirketlerinin kendi üretimlerini kullanarak milyarlarca dolar kazanmasına itiraz eden yaratıcı emekçiler.
Mesela eserlerine telif ödemek istemeyen ve bir zamanlar bildiğiniz gibi kar amacı gütmeyen bir girişim olarak işe başlayan ChatGPT’nin CEO’su Sam Altman’ın 1.9 milyon dolarlık (70 milyon TL) Koenigsegg Regera’ya binmesinde tuhaflık gören, bu durumu sorgulayan
Her zaman söylediğim şey: Anadolu pop bu topraklardan çıktı ama nedense tam gaz Batı’da devam ettirilmekte. Bizim coğrafyada herkesin aklı fikri drill’de, rap’te, indie rock’ta. Tamam bunlar da olsun çok iyi işler var ama yılda bir iki tane de yeni anadolu pop grubu çıksa fena mı olur?
Bakın bugün içinde psychedelic lafı geçen gitarlı müzikleri bulun, sırtınızı dayayın, oradan bir 40 yıl geriye doğru yürüyün yolunuz ya İstanbul’a ya Ankara’ya çıkar. Bu olay bu kadar barizken, hatta ne bileyim Khruangbin gibi daha çok görüntüden ibaret proje gruplar Grammy adayı falan olurken neden bizde bu gelenek devam etmez?
Geçenlerde Notting Hill’in arkalarında, Ladbroke Grove’da en sevdiğim pub’lardan biri olan The Pelican’da biraz vakit geçirdikten sonra “Brutalist” filminin etkisiyle midir bilinmez Trellick Tower’a doğru şöyle bir yürüyeyim dedim. Bu garip yapıyı defalarca yakından görmememe rağmen hâlâ bakmaya doyamıyorum. Neyse, tren yolunun altından sağdaki setin
Liz Pelly imzalı “Mood Machine: The Rise of Spotify and the Costs of The Perfect Playlist” adlı kitap (Spotify’ın Yükselişi ve Kusursuz Çalma Listesinin Bedeli) şu ara müzik dünyasının gündemine bomba gibi düştü. Kitap stream dünyasının ipliğini pazara çıkarıyor en çok da Spotify’ın “discover mode” dediği, kişiye özel şarkı öneren algoritmasının ne kadar adaletsiz bir sistem olduğunu, sanatçıyı nasıl soyduğunu ve müziği kendi ihtiyaçları doğrultusunda nasıl değiştirip, şekillendirip manipüle ettiğini anlatıyor. Bu iddialar ciddi iddialar ancak kitap rakamlarla ve belgelerle gayet net gibi duruyor.
Spotify’ın 2020’de lanse ettiği “discovery mode” sanatçılara şunu söylüyor: “Şarkılarınızı dinleme alışkanlıklarına göre üretilecek kişisel öneri listelerine sokabiliriz, ama siz de bunun karşılığında yüzde 30 daha az telif ödemesi almayı kabul edin.”
Biraz daha açalım. Sanatçılar, yani label (şirket) tarafı algoritmik önceliğe sahip olacak şarkıları belirleyebilir. Biz
Besteci ve şarkıcı Sharon Van Etten, solo müzisyen olarak başladığı kariyerine kolektif grup çalışmasıyla devam etme kararı aldı
Sharon Van Etten yeni albümünü 2022’de birlikte çalışmaya başladığı grubuyla yayınlama kararı aldı. Kendine bir grup kurmaktan farklı bir yaklaşım söz konusu. Van Etten zaten aynı insanlarla çalışıyordu, bu albümde onların varlığını sanatsal açıdan tanımış oldu. Aynı ekip bu defa grup üyelerinin sanatsal katkılarıyla yola devam ediyor. The Attachment Theory üç müzisyenden oluşuyor: Debra Hoff, Teeny Lieberson, Jorge Balbi. Her üç isim de albümdeki şarkılarda Van Etten ile birlikte imza atıyor. Bu albüm bir kolektif çalışma.
Van Etten ilk albümlerinde daha minimalist bir müziği tercih eden, şarkı yazarlığını yalın şekilde ortaya koyan bir sanatçıydı. Zamanla elektrik bir sound’a sahip oldu. Giderek grup müziğini benimsedi ve sonunda The Velvet Underground & Nico misali Sharon Van Etten & The Attachment Theory noktasına geldi. Elbette grubunu Velvet Underground ile kendisini de Nico ile karşılaştırmıyorum, bu
2024 rakamlarıyla konuşursak, dünyanın en büyük müzik pazarı 11 milyar dolarlık büyüklüğe sahip ABD. Ardından 2.7 milyar dolarla Japonya geliyor. 1.9 milyar dolarla Birleşik Krallık üçüncü, 1.6 milyar dolarla Almanya dördüncü, 1.5 milyar dolarla Çin beşinci en büyük pazar. Listenin devamında sırayla Fransa, Güney Kore, Kanada, Brezilya ve Avustralya var. Bu listedeki ülkelerin nüfuslarını toplayın ikiyle çarpın bir Çin etmiyor. Dolayısıyla Çin’de müzik endüstrisinin ve müzik ekonomisinin genişleyeceği çok büyük bir alan var. Bu keşfedilmemiş, zenginliklerle dolu kıta, analojiyi mazur görürseniz, başta büyük şirketler, herkesin ağzını sulandırıyor.
Bu saydığım ülkeler içinde sadece Çin büyük bir kapalı kutu. Facebook, WhatsApp, Instagram, YouTube, X hükümet tarafından engellendiğinden Çin’de faaliyet gösteremiyorlar. 900 milyon kullanıcısı olan WeChat en yaygın sosyal medya. Bankacılık işlerinizden, günlük ödemelere, chat
13 yıldır The Weeknd adıyla müzik yapan Kanadalı müzisyen, besteci, şarkıcı ve prodüktör Abel Tesfaye bu isim altında müzik yapmaya son veriyor. Yeni ve son albüm “Hurry Up Tomorrow” bu karaktere bir veda mektubu olduğu kadar kişisel bir hesaplaşma niteliğinde
Dünyanın en çok dinlenen müzisyenlerinden biri de olsanız hayat size illa problemler dayatıyor. Ne derdi olacak Spotify’da bir milyardan fazla dinlenmiş bir sürü şarkısı olan birinin demeyin. Ya da konserleri turneleri yok satan, kariyerinin zirvesinde biri neden şikâyet edebilir ki diye sormayın oluyor işte. Ulaştığı yere, oturduğu koltuğa dört elle sarılmak yerine The Weeknd kendini tasfiye ediyor, tabiri caizse zirvede bırakıyor.
Kanadalı şarkıcı söz yazarı ve müzisyen Abel Tesfaye; 13 yıl ve altı albümün, milyarlarca dinlenme ve onlarca liste başı şarkının ardından The Weeknd adını verdiği sahne kişiliğini bitirme kararı aldığını daha önce söylemişti. Bu albümün sözlerinde de mesajlar net. Albümün tanıtım kampanyasında “The End is Near” yani ‘son yakın’