Geçenlerde bir alışveriş merkezinde açılan “Mahalle” adındaki yapay mahalleyi dolaştım. AB’ye giremedik belki ama Amerikalı olmuşuz, artık her şeyin yapayını seviyoruz
Geçenlerde Nişantaşı’na yolum düştü, bir gidip göreyim dedim. Nişantaşı City’s’in en üst katını komple kapamışlar, “Mahalle” adı altında bir adet yapay mahalle/alışveriş alanı oluşturmuşlar. Sokakta dolaşır gibi bir binanın en üst katında dolanıp durmamız ve tüketmemiz fikri üzerine yapılmış. (Aynen İstinyePark’ın içindeki yapay pazar gibi.)
Her tarafta yeme içme yerleri var. Çok özetle yağ, yemek ve balık kokan bir yer. Havalandırma ne kadar iyi olursa olsun açık havadaki gerçek mahalle gibi olmuyor tabii. Bir tur attığınızda insan içine çıkamayacak kadar fena bir kokuyu da giysilerinizin ve saçınızın derinliklerine çekmiş oluyorsunuz.
Şık şık hanımların ve beylerin bu kokuda nasıl salata yiyerek ve cool bir şey yaptıklarına inanarak zaman geçirdiklerini muhabbetle izledim.
Onları izlemek, şu ara fazlaca okuduğumdan olsa gerek, bana Umberto Eco’yu hatırlattı.
Üstad Amerika’yı gezerken, bir Avrupalı olarak orada gördüğü gerçeklik algısına çok şaşırır. Amerikalılar gerçekle yetinmemekte, gerçeğin ötesindeki gerçeği istemektedir. “Über” gerçek gibi bir şey yani.
Mesela Milano’daki Santa Maria Delle Grazie kilisesinin duvarında Leonardo
Da Vinci’nin “Son Yemek” freskinin gerçeğini/orijinalini görebilirsiniz.
Ancak Amerika’ya gittiğinizde belli müzelerde bunun üç boyutlu canlandırmasını bile bulabilir, resmin içinde dolaşır, karakterleri her yandan görüp onlara dokunabilirsiniz.
Tıpkı bir süre önce İstanbul’a gelen Van Gogh Alive sergisinde olduğu gibi. Bu karşıdan bir resme bakmaktan çok daha “gerçekçi” bir tecrübe. Ama aslında tamamen sahte, çünkü gerçek başka yerde.
Peki bize ne oluyor?
Amerikan usulü gerçeklik böyle. Sahte ama aşırı gerçek. Bunun nedeni var. Çünkü orası Avrupa’ya, hele hele bize göre çok yeni bir memleket. Adamlar da kendilerine böyle bir çözüm bulmuşlar, gerçeğe, orijinale olan açlıklarını bu şekilde gidermişler. Peki bize ne oluyor?
Emek Sineması’nı yıkalım, binanın en üst katına aynısını tekrar yapalım... Yıkılıp gitmiş Topçu Kışlası’nın benzerini yeniden inşa edelim, aslıyla alakası olmasın ama biz onu öyle kabul edelim... Bursa’da konut projesi yapıp içine İstanbul Boğaz’ı yapalım, Eskişehir’i Amsterdam gibi, Tarlabaşı’nı Şanzelize, Esenler’i İstanbul’un Manhattan’ı yapalım... Böyle onlarca laf ve hedef var.
Biz milletçe Amerikalı olmuşuz haberimiz yok anlayacağınız. Her şeyin en gerçeğini istiyoruz ama burnumuzun dibindeki “orijinallerle” ilgilenmiyoruz. Tarihi eserin üzerine otel yapıyoruz, tarihi caminin içine beton döküyoruz. 5 bin yıl öncesine tarihlenen Tunç Çağı yerleşim bölgesine, koca Konya Ovası’nda başka yer yokmuş gibi toplu konut yapıp höyüğe de beton döküyoruz. Yapay Boğaz planlayıp gerçek Boğaz’ın sırtlarını 2B yasasıyla tıraşlıyor, betonlaştırıyoruz. Köprü yapıp çevresindeki son ormanlarımızı da yok ediyor, sonra otoyol kenarlarına hazır çimlerden döşeyerek şehrimizi yeşillendirdik diye övünüyoruz. İtiraz edenler ise “Şu kadar fidan diktik ya” diye azarlanıyor. “Tamam da o diktiğin fidan, kaybettiğin binlerce yıllık ormanla aynı şey mi?” diye soramıyoruz bile. Yıktık ama aynısını yaptık mantığı ağzımızın payını veriyor çünkü.
Gerçeğin, orijinalin hiç mi değeri yok?
Mahalle’ye dürüstçe tavsiye: Hayırlı olsun ama havalandırmayı çözünüz...
Şu ara ne moda?
* Hafta içi her akşam 18.00-20.00 arası Babylon Lounge Happy Hour isimli radyo programını dinlemek. Burak Ayral (DJ Tobumusikism) canlı yayında funk, soul, house, lounge,
caz havalarında çalıyor.
* Salı geceleri Hayal Kahvesi Bistro’da Fairplay’i izlemek. Solist Gaye Biçer salonu fena coşturuyor. İçerisi tıklım tıklım. Demek ki illa besteye gerek yok. İşini iyi yapan bir cover grubu da ortalığı kırıp geçirebiliyor.
* İzi Burger’de gece yarısı hamburgeri yemek. Şişhane’ye inen merdivenlerin köşesine gelince göreceksiniz.
Asmalı usulü Kızılkayalar olma yolunda kendileri.
Kulağınız kaç yaşında?
25 yaşı geçince, kulağınız 15 kHz üzeri frekansları duyamamaya başlıyor. Bu biyolojik bir gerçek. “Kullanıma” bağlı olarak bu yaş değişebiliyor. Bu şu demek, müzik dinlerken, film izlerken aslında kayıtta bulunan bazı sesleri kulağımız duymuyor.
Noiseaddicts.com sitesinde yer alan işitme testi kulak yaşınızı ölçüyor bir bakıma. Orta halli ya da iyice bir hoparlör bağlı bilgisayarınızdan bu siteye girin ve testi yapın. Bakalım kulağınız kaç yaşında. Valla ben yıllarca gece hayatı, konser, yüksek volüm dinleye dinleye gene iyi dayanmışım, 15 kHz’i duyabiliyorum.
Kulakları korumanın çaresi mi? Konserlerde, festivallerde ve benzeri yüksek volümlü yerlerde kulak tıkacı kullanmak. Ya da gençlik iksiri icat etmek.
Kulağınıza küpe olsun.