Leonard Cohen 19 Eylül’de İstanbul’a gelecek. Ama geçen hafta Berlin’deydi. Yaklaşık 20 bin kişiye çalan üstad performansını doruğa çıkarmış, dört saate yakın sahnede kalıyor ve bir konserden ziyade adeta festival tadı veriyor
Şu ana kadar izlediğim en uzun konser hangisiydi hatırlamıyorum. Yakın zamanı dikkate alırsak iki buçuk saatlik The Cure konseri olabilir. İnanılmaz gelmiş, grubun bütün şarkıları çalmasını muhabbetle izlemiştik.
Cohen geçen hafta Berlin’in bizim Açıkhava’yı andıran ama yaklaşık üç katı büyüklüğündeki konser mekanı Waldbühne’de bunun çok ötesine geçti. Son albümü “Old Ideas”ın dünya turnesinde dört saate yakın sahnede kaldı ve bu, bu turne için standart bir uygulama.
19.30’da başlayan konser 23.15’te hâlâ devam ediyordu. Cohen son anda set listindeki üç şarkıyı pas geçip “Save the Last Dance”e geçti de konser bitti.
Bu bir konser değil festival. Cohen festivali. Gece 19.30’da başlıyor.
Ön grup olarak Cohen var. İki saate yakın çalıyor. Daha sonra yarım saatlik bir ara var. Ve ardından headliner olarak gene Cohen geliyor ve hit şarkılarını söylemeye devam ediyor. Ardından “Manhattan”la beraber ritim yükseliyor ve bir anda konserin ardından Cohen DJ set tadında geceye devam ediliyor. Görüntü neredeyse bu.
Geçen turnesinde Türkiye’ye geldiğinde yaklaşık bir buçuk saat kadar sahnede kalmıştı, bu turnede resmen rekora gidiyor.
Nedenlerinden biri elbette Cohen’in veda etmesi. Sahneye çıkar çıkmaz, “Hakkınızı helal edin bir daha görüşemeyebiliriz, bu son konserimizmiş gibi çalacağız” diyor ve veda ediyor.
Bunu duyunca organizatör Marcel Avram’a “Cohen geçen turnede de veda etmemiş miydi?” diye sordum. “Bu benim daha ilk veda turnem” demiş Cohen Avram’a.
Her şarkıyı sanki son kez söylüyormuşçasına icra ediyor. Bir daha görüşemeyiz diye ne var ne yok her şeyini ortaya koyuyor 78 yaşındaki Leonard Cohen.
Sevdiğiniz, hayatınızda yeri olan bir sanatçının konserine giderken kimi zaman endişeli olursunuz. Zira beklentilerinizi yüksektir ve tatmin olmaması sizi mutlu edecektir. İstanbul’da Cohen’i izlemeyi düşünenler ya da izleyecekler şunu bilmeli, istedikleri her şeyi alacak, beklediklerini bulacaklar. Benim Berlin’de gördüğüm kadarıyla bu bir konser değil festival, festival de değil bildiğiniz dört saatlik bir retrospektif müzikal sergi. Sevdiğiniz bir sanatçıyı bir daha bu şartlarda karşınızda bulamayabilirsiniz. Benden söylemesi.
Türk konser izleyicisiyle Avrupalı konser izleyicisi arasındaki 10 fark
Biz sahnedeki insana karşı çok daha misafirperver olmaya çalışıyoruz. Daha çok bağırıp daha çok alkışlıyor, daha fazla “Şşşşşt susun adam şarkı söylüyor” diyoruz. Misafirperverlik genlerimizde var.
Onlar ekstra misafirperver değil. Hem muhabbet ediyorlar, hem yiyip içiyorlar hem de konseri izliyorlar.
Biz konserlerimizin büyük kısmında içki içemiyoruz.
Onlar her konser istedikleri takdirde içip, keyifle ve neşe içinde konser izleyebiliyorlar. Şamsölye telefonla arayıp “Orada içki içirmeyin, fena olur” demiyor. Daha önemli işleri var.
Biz konserlerimizde deli gibi sigara içiyoruz.
Onlar neredeyse hiç içmiyor. Koskoca alanda, açık salonda sigara içen tek tük insan oluyor. Bazen içen tek millet Türkler oluyor. Maalesef.
Biz her şeyden çok fazla şikayet ediyoruz. Biraz hanımevladıyız sanki. Belki yetiştirilme tarzından. Her şey “armut piş ağzıma düş” olsun diye bekliyoruz.
Onlar bin kat merdiven çıkıyor, tuvalet için bekliyor, yağmurda çamurda perişan oluyor, konser çıkışında taksiye-dolmuşa ulaşmak için dakakalarca yol yürüyor ama yine de şikayet etmeden konserin atmosferini yaşıyor, birbirlerine sarılıp şarkı söylüyorlar. (Bizde Twitter yıkılır valla...)
Biz her konsere arabayla kapıya kadar gitmeye, arabadan da neredeyse oturacağımız koltuğun önünde inmeye çalışıyoruz.
Onlar konsere yaya, bisiklet, metro ya da otobüsle gidiyor. (Not: Çünkü gidebiliyorlar. Çünkü yaygın toplu taşıma var, bisiklet yolları var. Bizde yok. Tek şerit ayırmakla olmuyor.)
Biz son şarkıda şimdi sıkışık olur araba otoparkta, dolmuşta kuyruk olmasın vs. diye kaçıyoruz.
Onlar sonuna kadar bekliyor. Gerekirse en son çıkıyor ama bir dakikayı bile kaçırmıyorlar.
Biz bir şey için iki dakika bekleyince deliriyoruz.
Onlar kuyruk kültürüne sahip. Bekliyorlar. Kuyruklarda tanışıp, muhabbet edip kuyruklarda sevişiyorlar. Kuyruksuz konser balkonsuz eve benzer Avrupa’da. Filan...
Biz pek İngilizce bilmediğimizden, bildiğimiz de yetersiz olduğundan konserin her anını, nüansları anlayıp tepki vermekte güçlük çekiyoruz. Söylenen şeyden ziyade sanatçıya tepki veriyoruz “Yeeeooooouuvv” diyerek her şarkıda.
Onlar sanatçıları daha iyi anlayıp daha anlamlı tepkiler verebiliyor.
Biz kendi gelir düzeyimize göre bir konsere gitmek için çok daha büyük fedakarlıklarda bulunmak zorundayız.
Onlar bu konuda da daha rahatlar.
Biz konsere, festivale etkinliğe daha ziyade “görmeye ve görünmeye” gidiyoruz.
Onlar daha ziyade “eğlenmeye ve rahatlamaya”...
Neden “Yedinci Gün”ü okumak lazım?
“Anlaşılan ‘hürriyet’ Selanik’ten Dersaadet’e, müzik kulağı pek olmayan evde kalmış bir kız kurusuna koca bulmak için sipariş edildikten sonra, Galata Gümrüğü’nden
fors ve rüşvetle geçirilen ahenksiz
bir piyano gibi gelmişti.”
Bir kavramın bir toplumun belleğinde, zihninde ve imgelemindeki eğretiliği ancak bu kadar anlatılır. Biz bugün özgürlük özgürlük diye konuşuyoruz ya hep... O bakımdan...
Yüzyıl başı Türkiye’sinde geçen bir öyküde İkinci Meşrutiyet’in ilanına dair şu cümleyi yazabiliyor ya
İhsan Oktay Anar üstat. Tek başına romandır.
İTİRAF EDİYORUM
* İçinde Pete Doherty olan bütün müziklere bayılıyorum. The Libertines’i de Babyshambles’ı da, solo işlerini de.
* 21 Eylül’de Turkcell Kuruçeşme Arena’da yer alacak Beirut konserinin biletlerinin tükenmesine ise herkesin aksine şaşırmadım. Pek çok baba isim bu yaz boş koltuklara çalmışken Amerikalı bir indie grubunun yok satmasını Balkan ezgilerinin ülkemizdeki gücüne yordum.
* Leonard Cohen’in hayatının en kalabalık konserini geçen turnede Tel Aviv’de verdiğini öğrenince şaşırdım. 47 bin kişiye vermiş. Çok büyük rakam.
* 16 Kasım’da Ülker Sports Arena’da yer alacak Jennifer Lopez konserinin biletlerinin tükendiğini, yoğun talep karşısında organizatörlerin ikinci bir tarih için uğraştığını, muhtemelen 15 Kasım’da bir Jennifer Lopez İstanbul konseri daha yapılacağını öğrenince şaşırmadım. Türk insanı Jennifer Lopez’i sever.
Cumartesi albümü
“Come of Age” The Vaccines
The Vaccines’i ilk albümdeki “Post Break-Up Sex” ile tanıdı herkes. “Ayrılık sonrası seks eski sevgiliyi unutmaya yarar” diyordu Justin Young. Şimdi geçen haftalarda yayımlanan yeni albümde “Keşke kız olsaydım” diyor. Enteresan sözler, nedenini de açıklamış. Şarkıyı dinleyiniz. Albümden ilk single “No Hope”oldu. Ancak içeride en az bu yeni nesil punk şarkısı kadar iyi dört-beş şarkı bulabiliyor insan.
İngiliz usulü yeni nesil rock’n roll arayanlar bence ihtiyaçları olan enerjiyi burada bulacaklar. The Vaccines bana kalırsa İngiliz rock’ıyla The Strokes’un ilk zamanları arasında bir yerlerde. Bana güzel bir yer gibi göründü orası...
Bir Beatles ya da Beach Boys şarkısı diyebileceğim “All In Vein”i, “Weirdo”nun enteresan gitar arpejlerini, Th Ghost’un Clash’vari ritmini beğendim ben. Gerisini siz keşfedin.