Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Paul Banks, Interpol’un solisti. 2003’te yayımladıkları “Turn On The Bright Lights” indie rock âleminde bugün klasik kabul ediliyor. Banks, “Banks” isimli solo albümünün turnesinde İstanbul’a uğradı, arada Hafif Müzik’e de konuk oldu

“Gitaristim Selda Bağcan dinliyor”

Banks’in son albümü stadyumlara değil, küçük sahnelere hitap eden “samimi” bir albüm.

Konuk oldu derken, ortam Galatasaray’daki plak dükkanı Kontraplak.
Paul Banks plaklara bakıyor, hayranları için albüm imzalıyor, elinde kahvesi sakin sessiz biri. Bir gece önce Babylon’da verdiği konserde kız arkadaşı Helena Christensen’in durmadan telefonuna kaydettiği rock yıldızı gibi değil, müziğe meraklı genç bir adam gibi duruyor. “Banks” Paul Banks’in üçüncü solo projesi. İlk ikisini Julien Plenti adıyla kurmaca bir karakter olarak yayımlamıştı. Bu kendi adını taşıyor. Interpol severseniz bunu da seversiniz. Şahane gitar arpejleri ve Banks’in karakteristik sesiyle şenlenen Interpol gibi stadyumlara değil, Babylon tarzı küçük sahnelere hitap eden “samimi” bir albüm. Samimi lafını kullanırken aklıma tam buğday unu gelmesi de benim kabahatim değil, ne yapayım.

Interpol’de son durum ne? Ne üzerinde çalışıyorsunuz?

Aslında şu an sadece Daniel (Kessler, gitarist ve besteci) çalışıyor. Yeni şarkılar yazmakla meşgul. Solo albüm turnem bitip döndüğümde stüdyoya girip provalara başlayacağız.

Haberin Devamı

“Kendimce resim yapıyorum”

Sizi 2003’te Roskilde’de izlemiştim. İlk albümünüz ve ilk dünya turnenizdi. 10 yıl oldu, neler düşünüyorsunuz?

Bilemiyorum... Çok şey değişti. Ama yaşlandım, büyüdüm falan gibi şeyler hissetmiyorum, bunları söylememi bekliyorsan eğer... Belki şu var; o zaman rahatsız olduğum pek çok şeyden artık daha az rahatsız oluyorum.
Pek çok konuda tatmin oldum ama heyecanımı kaybetmedim hâlâ diyelim.

Müzik dışı alanlara ilginiz nasıl? Edebiyata mesela. Söz yazan birisiniz, ne bileyim bir roman yazmayı düşündünüz mü mesela hiç?

Hayalim resim çizmek, müzik yapmak ve kitap okumaktı. Resim yapıyorum kendimce diyebilirim. Ama roman gibi bir şey yazmadan 10 yıl çalışmam lazım herhalde. Çok isterdim ama bana çok zor geliyor.
Bir gün hatıralarımı yazarım diye düşünüyorum.

Haberin Devamı

Bu ara neler dinliyorsunuz?

Çokça hip hop. Kendrick Lamar’ın “Good Kid...” albümünü ( “Good Kid, M.A.A.D City”). Bence çok iyi bir sanatçı ve yeteneğine saygı duyuyorum. Jay-Z “Artık söz yazmıyorum, hepsi kafamda” diyor ya. Bu albümde de o his var. Beyniyle doğaçlama söylüyor adam. Ana akım hip hop da seviyorum. Elbette indie, rock, caz da dinliyorum bir yandan.

Sahip olduğunuz ilk albümü hatırlıyor musunuz?

Sanırım almak istediğim ilk şey Michael Jackson’ın “Thriller” albümüydü. Galiba
beş yaşındaydım. Noel zamanıydı. Teknik olarak bu benim ilk albümüm. Para verip satın aldığım ilk albümse Living Colour’ın “Vivid” albümü. Çok severdim onları.

“Selda Bağcan’ın acayip bir sesi var”

Dünyanın farklı köşelerine gidiyorsunuz, yerel müziklere ilgi duyar mısınız?

İlginç şeylerle karşılaşırsam seviyorum. Gitaristim Damien (Paris) Türkçe bir şeyler dinletti, bayıldım mesela. “Selda” gibi bir şey galiba. O çok seviyor.

Haberin Devamı

Selda Bağcan mı?

Evet, acayip bir sesi var. (Kendince sesini iyice inceltip bir melodi söylemeye başladı, ama hangi Selda Bağcan şarkısı olduğunu anladım desem yalan.) Çok inanılmaz bir şey. Çok güzel.

Bu sohbetin “muhtemel” soundtrack’i

* “Billie Jean” Michael Jackson
* “Cult of Personnality” Living Colour
* “Big Pimpin” / Jay-Z
* “Compton” Kendrick Lamar
* “The Heinrich Manuever” Interpol

İyi şeyler de oluyor!

The RadIo Dept.’in 1 Mayıs akşamı İKSV Salon’a geleceğini öğrenince ilk tepkim bu oldu. İsveçli ekip yeni albüm yapmadı, turnede falan da değil, o yüzden bu sürpriz ziyaret iyice sevindirdi. Salon’da ayrıca 4 Mayıs’ta Efterklang, 23 Mart’ta da Jamie Lidell konserleri var. Bu tarihleri yazın bir kenara.
Bugün dinlemeniz içih üç albüm ismi veriyorum:
The Radio Dept.’in “Clinging Up to a Scheme” isimli albümü, Jamie Lidell’in “Jim” isimli albümü (akşama doğru) ve Efterklang’ın “Piramida”sı (yatmadan). İyi pazarlar...

İTİRAF EDİYORUM

* Trafiğin yayalara son eziyeti motorlu kuryeler ve sucular olabilir. Üzerimize araba süren, birinin karşıdan karşıya geçtiğini görünce yol vermek şöyle dursun gaza basan ruh hastası şoförlerden sonra bir de motorlar çıktı. Kardeşim kaldırımda yürüyen birinin üzerine çıkınca en azından bir özür dileyin, anormal bir şey yaptığınızın farkında olun bari.
* Logosunun altında “Since 1864” ya da benzer tarihler olan tarihi iddiasındaki işletme ve mekanlar herhangi bir kuruluş tarafından tarihsel açıdan denetleniyor mu merak ediyorum (Böyle de dertlerim var.) Bir de bu tarihi mekanlardan biri de pastane gibi beyaz duvarları, floresanları, pimapenleriyle yepyeni bir binada olmasın,
en azından bunların orijinal şubeleri korunmuş olsun istiyorum. Orijinallik sadece tarihle olmamalı.
* Kamu spotları o kadar itici ki neredeyse kamuya zararlılar. İnsanın inadına salatasını yıkamadan yiyesi geliyor, ne yesem diye çırpınan ve salatam iyi yıkanmış mı diye endişelere gark olan Sinem’i görünce. Acaba baba yönetmenlerimiz mi çekse kamu spotlarını? (Reklamcılar değil ama.)