Organizatörler ve sponsorlar düzenledikleri ya da destekledikleri etkinliklerden kendi paylarına düşen davetiyeleri ilgili-ilgisiz ayırt etmeden tomar tomar dağıtıyor, konser kapıları karaborsacıdan geçilmiyor
"Abi bilet lazım mı?"
“Fazla bileti olan var mıydı?” Konserlere giden biriyseniz bu cümleleri çok sık duyarsınız. Siz mekana girerken “Bilet lazım mı” diye yanaşır birileri. Biletiniz yoksa normal fiyatın iki-üç katına size bir yerlerden buldukları bileti sokuştururlar. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de bilet karaborsacıları var. Biz şöyleyiz, dünyada böyle bir şey yok falan diyecek değilim. Var çünkü.
Hatta yasal karaborsa bile var. Live Nation’ın biletlerinin belli bir kısmını resmi fırsat sitesi ilan ettiği Viagogo’ya vermesi birçok yoruma neden olmuştu Madonna dünya turnesi sırasında.
Sadece son zamanlarda bu işin biraz garipleştiğini düşünüyorum bizde.
Bir kere karaborsacı öyle palazlandı ki sesi yasal bilet satandan fazla çıkıyor. Hadi görmedin, boynunda görevli kartı olan birine gittin “Bilet lazım mı?” dedin. Görevli de sana kartını gösterip “Yok daha neler, hem sen o bileti nereden buldun?” diye sordu, uzatma dön ve git. Oysa ne yapıyor karaborsacı? “Biletix’te arkadaşım çalışıyor ordan buluyorum” diyor
bir de. Ne korkusu, ne utanması var. Onu da geçtim satmaya çalıştığı biletin üzerinde de “0 lira” yazıyor. Yani bu bir davetiye aslında.
İşte asıl mesele de bu.
Konserler, festivaller, muhtelif etkinlikler sponsorlar olmadan olmaz, kültür-sanat ve eğlence hayatı onlara ne kadar teşekkür etse azdır. Bir defa bunu söylemek lazım. Ancak sponsorların davetiye politikasında bir yanlışlık var.
Sponsorlar kendilerine ayrılan kontenjanı genellikle pek düşünmeden dağıtıyor. Gerçekten o konsere gelmek isteyene, ilgilenene değil alakasız listelerde yer alan alakasız isimlere, protokol denen kişilere gönderiyorlar. Bu kişiler de genellikle protokol olduklarından çok meşgul oluyor ve neredeyse hiçbir konsere gelmiyorlar.
Bazen de organizatör bir tomar davetiyeyi alıp sponsor firmadan tek bir kişiye veriyor, “Sen dağıtırsın kendi kurumunda” diyor. O kişi de ilgili ilgisiz herkese bu davetiyeleri dağıtıyor.
Durum böyle olunca da davetiye bir şekilde karaborsacıların eline geçiyor.
Valla nasıl oluyor bilmiyorum, kimsenin günahını almak istemem ama, sizin “Alın konserimize gelin” diye dikkatsizce saçtığınız davetiyeler, kapıda karaborsada satılıyor haberiniz olsun sevgili sponsorlar. Hem konserin, etkinliğin değeri azalıyor, imajı zedeleniyor
bu şekilde, hem de karaborsa ekonomisi palazlanıyor.
Diyeceksiniz ki bazı etkinliklerde bilet satılmıyor, son anda davetiye dağıtılıyor mekan dolsun diye. O da doğru. Bu başka yazı konusu ama...
Bir festivalde...
* Tuvalet kuyruğu olur.
* İçki kuyruğu olur.
* İtiş kakış, kargaşa falan olur.
* Yolda trafik olur, çıkışta izdiham olur.
* Çamur, toz toprak olur.
* Tepinme, debelenme, ezilme olur.
* Saatlerce yürüme, ayaklara kara sular inme olur.
Hepsi olur da...
Daha esas grup sahneye çıkmadan bira bitti (su da bitti) kusura bakmayın olmaz. Öyle olursa insanlar kapının önüne çıkar, kapı önü teneke bira içen insan dolar. İçeride erkenden alınan fişler de milletin elinde patlar. Kaç bilet satıldığı belli, kapasite belli, ona göre önleminizi alınız.
Sevgili Eksen’cileri şehre güzel, tek günlük bir festival olan Eksen On Fair’i kazandırdıkları için tebrik ediyor, devamını heyecanla bekliyor, bu sorunu da aktarmadan edemiyoruz. İmza sokaktaki adamın derdini dile getiren biri.
CUMARTESİ ALBÜMÜ
“Mirage Rock” Band of Horses
Band of Horses dördüncü stüdyo albümünde, başladığı yerden hafif uzaklaştı, belki rotadan biraz saptı. Sub Pop’un şahane, kendi halinde, içe dönük, üzgün folk şarkıları söyleyen ekose gömlekli kasaba çocukları bugün majör bir firmada Arena’ları fethetmek için rock albümleri yapıyor. Daha bir The Black Keys değiller, belki hiç olamayacaklar, ama onların blues ile yaptıklarını folk ve country ile yapmaya çalıştıkları ortada. Ben açıkçası Sub Pop’u bıraktıkları üçüncü albümleri “Infinite Arms”dan daha fazla sevdim bu yeni albümü. Bazen Fleetwood Mac’ı, Bazen Neil Young’ı anımsadım dinlerken. Klasiklerin izinden giden, ayakları yere sağlam basan rock ve folk şarkıları dinlemek isteyenler elinin altında bulundursun derim. Bir de çok klasik olacak ama arabanızda olsun bence bir albümleri. Band of Horses yolda daha güzel.
İTİRAF EDİYORUM
* Açıkhava’yı salladı, Kuruçeşme Arena’yı salladı, Boğaz’ı salladı, Maçka’yı salladı gibi bir deyim haline gelen “Twitter’ı salladı” ifadesine mesafeliyim. Elli kişi aynı şeyi yazsa “Twitter sallanıyor”.
* Galata sokaklarında yalnız başına kokoreç yiyerek kitap okuyan kızı görünce kitap okurken yapılacak şeyler listem genişledi. Ayrıca Woody Allen’ın olası İstanbul filminde yan karakterlerden biri olarak öneriyorum kokoreç yiyip kitap okuyan kızı.
* İstanbul’un kötü sokak müzisyenleri ve teklifsizlikleri yüzünden sokak müzisyenliği müessesesinden soğuyorum günden güne.
* 66 yaşındaki Neil Young’ın alkol ve uyuşturucu alışkanlıklarını bıraktığını açıklamasını muhabbetle karşıladım. “Bu saatten sonra onlar olmadan nasıl oluyor merak ediyorum” demiş. Zararın neresinden dönülse kardır mı demeli, yoksa bu yaşa kadar dokunmamış, bundan sonra da dokunmaz mı, bilemedim.
“Kadın, yanında erkek olmadan internete girmemeli!”
Kadınların yalnız başına yapamayacağı şeylerden bazılarını Zaman gazetesinin cuma ekinde tanıtılan bir kitapta görmüştüm (kitapta erkeklerin yalnız başına yapamayacağı şeylerden bahsedilmiyordu). Müslümanların teknoloji alanında aklına takılan soruların yanıtlandığı kitapta konunun uzmanı “Kadınlar yalnız başına uçağa binebilir mi?” şeklindeki teknolojik soruyu, “Hayır” diye yanıtlamıştı. Ayrıca bu kitaba göre kadınlar ancak tesettürlüyse, o da sadece şehir içinde yalnız başına bir yerden bir yere gidebilirdi.
Başlıktaki ifade Suudi Arabistanlı bir din adamının geçenlerde verdiği teknolojik fetvadan... Kadın, yanında erkek olmadan internete girmemeliymiş. Çünkü kadınlar zayıf varlıklarmış, Allah’ın sözünden kolayca çıkıyorlarmış. Tahmin edeceğiniz gibi bu fetvada da erkeklerin yalnız başına neleri yapıp yapamayacaklarından bahsedilmemiş.
Haberi okuyunca aklıma Zaman gazetesinin okurlarına önerdiği kitap geldi. İki fetva da aynı noktada. Uçağa tek başına binemeyen kadın, internete de yalnız başına girmemeli.
Benim anlamadığımsa hala şu: Kendini modern ve muhafazakar olarak gören, tanımlayan, başörtülü ya da başörtüsüz kadınlarımız ve erkeklerimiz bu konuda ne düşünüyor?
Saçma, şekilci ve özgürlüklere aykırı bir uygulama olan üniversitede başörtüsü yasağına karşı çıktık. Bunları neden tartışmıyoruz.
Bu şekilcilik, ayrımcılık değil midir?