80’lerin başında rock öldü. 90’ların başında hiphop... 2000’lerin başında punk ve grunge... 2010’lara doğru da elektronik müzik... Peki geriye ne kaldı?
En sevdiğim dizi (tabii ki “The Wire’dan sonra) “The Sopranos”.Ara ara oturup rastgele bir bölüm seçer ve izlerim. Kötü çıkma ihtimali olan bir yeni filme oturmaktansa bunu yapmayı tercih ederim ve tavsiye de ederim. Çünkü boş çıkmaz. Zamanınızı çöpe atmamış olursunuz.
“Baba” filmi nasıl sinema sanatında Amerikan-İtalyan organize suç dünyasının görsel ve sanatsal şablonunu belirlediyse, “The Sopranos” da gerçek hayatta bu işlerin nasıl olduğuna dair yeni bir kapı açmıştı.
“Baba” filmi hikayesini 1990’lara kadar getiriyordu. 1999’da ilk sezonu yayınlanan ve altı sezon devam eden “The Sopranos” 2000’lerin değerlerini ve düşünce tarzını, 2000’lerin estetik dili ve değerleriyle anlatıyor. New Jersey mafyasına odaklansa da neticede insanı anlatıyor, evrensel ve gerçek.
Bir dönemi anlamak için, Amerikan toplumunu anlamak için doktora düzeyinde derslerle dolu bir dizi “The Sopranos”.
Buraya neden geldim? Geçenlerde Kanye West ile ilgili bir habere bakıyorum. Ayakkabıları ve moda ürünleri övülüyor yazıda. Şöyle harikaymış, böyle güzelmiş, şöyle devrim yaratmışmış...
Rap yıldızından bahsediyoruz ya, müzisyen hesapta bu adam.
Ve konu ayakkabı...
Diziden bir sahne
“The Sopranos”un 2000 tarihli ikinci sezonunda yer alan D-Girl adı bölümde şöyle bir sahne var: Tony Soprano’nun oğlu Anthony Jr. ergenlik dönemi depresyonuna girmiş, varoluşçuluğa yelken açmıştır. Sürekli Nietzsche ve Sartre’dan cümleler sarf edip “Neden bu dünyadayız ki?” gibi sorular sormaktadır. Yaşıtı, babasının ortaklarından Salvatore “Pussy” Bonpensiero’nun oğlu Matt ile bir yandan beyzbol antrenmanı yapmakta, öte yandan da muhabbet etmektedir.
Diyalog şöyle:
- Matt: Sana bir şey söyleyeyim. Nietzsche atıyla konuşan kafadan sakat bir tipti. Biliyorum şimdi de Sartre diyeceksin. O da sahtekarın tekiydi. Her şeyini Husserl ve Heidegger’den çaldı. Bence başa dön ve okumaya Kierkegaard’dan başla.
- A.J.: Her neyse...
- Matt: Kierkegaard der ki her görev özünde Tanrı’ya hizmettir.
- A.J.: Zenci, lider ol; takipçi olma.
- Matt: Ne?
- A.J.: Master P. böyle diyor.
- Matt: Hâlâ rap mi dinliyorsun?
- A.J.: Neden?
- Matt: Rap artık baştan sona pazarlamadan ibaret.
“Sopranos” Amerikan toplumunu anlamak için derslerle dolu.
Geriye ne kaldı?
Zamanını iyi okumuş senaristler. 2000 yılında rap gerçekten de çoktan ölmüştü. Matt’in dediği gibi rap dinle tamam da şu an dinlediğin şey baştan aşağı pazarlamadan ibaret.
80’lerin başında rock öldü. 90’ların başında hiphop... 2000’lerin başında punk ve grunge... 2010’lara doğru elektronik müzik...
Geriye ne kaldı diyeceksiniz Kanye West’in ayakkabılarından başka?
Karamsarlığa gerek yok, benimkisi sembolik anlatım. Elbette geriye sadece Kanye West’in zevksiz ayakkabıları kalmadı.
Mesela evde hâlâ birkaç güzel plak var. Ve bir sürü irili ufaklı bağımsız müzik firması kendi çapında tarih yazmakta. Ama bana soracak olursanız gelecek hangi müzik türünde diye, “Back to roots” derim. Köklere, klasiklere dönüş. Şimdi yeni şeyler üretmek için eskilere başvurma, dersini iyi çalışma dönemi.
PAZAR ALBÜMÜ
“Be Small” Here We Go Magic
“Be Small”büyük bir heyecan dalgası yarattı müzik âleminde desem, yalan. Kendi halinde bir grup Here We Go Magic. Bana çoğu zaman 70’lerin, 80’lerin Mike Oldfield’vari melez hipnotik sound’larını hatırlatan bir yanları var. Pop, new age, folki elektronika iç içe. Bu albümde “Tokyo London US Korea” adlı şarkıyla en iyi anlatabilirim size. Bana kalırsa 2009’dan bu yana EP’ler dahil sekiz albümde güzel bir noktaya evrildi, dönüştü ekip. Benzeri ortamdan çıkan (New York) diğer indie ekiplerden farklı bir yerde duruyorlar. Bu 2015 albümü pazar günü incelenmeyi hak ediyor.