Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Batı müziğinde bir gitarla dünyayı değiştirmek diye sembolik bir laf vardır. O da bir bağlamayla aynısını yapmış oldu hayatı boyunca. Dünyayı değiştiremediyse de Türkiye’de insanların kalbinde bir şeyleri değiştirebildiği açık

Hafta boyunca farklı görüşten, neredeyse düşman kamplardan insanlar bütün hafta Neşet Ertaş türkülerinden referanslar verdi durdu. “Müzik insanları birleştirir” cümlesinin boş olmadığı bir kez daha kanıtlanmış oldu. Hiçbir yerde birleşemeyen, egolarından, inatçılıklarından, hoşgörüsüzlüklerinden, kibirlerinden bir türlü biraraya gelemeyen insanlar Neşet Ertaş çatısı altında uysallaşıp duygusallaştılar. Müzik böyle bir şey işte...
Hafta boyunca Neşet Ertaş ile ilgili yazılıp çizilenleri okurken düşündüm.
Neşet Ertaş ve temsil ettiği müzik kültürüne yabancıyım. Neşet Ertaş türküleriyle büyümedim. Türkü değil Beatles dinleniyordu evde, ne yapayım? Türkçe, olsa olsa Nilüfer, Sezen Aksu, Ajda Pekkan bilemediniz Barış Manço, Erkin Koray... Hepsi bu.
Neşet Ertaş’a saygı duymak ötesinde gerçekten anlamak ve bağlanmak için onu bir dönem hayatına alman, onunla hatıralar oluşturman lazım. Bende yok. Başka yolda ilerlemişim.
Ama bu durum bana bir şey öğretti, daha doğrusu müziğin insanlar üzerindeki etkisinin ve izlerinin evrensel olduğunu bir kez daha hatırlattı. Beni mutlu etti.
İster türkü ister heavy metal şarkısı... Hayatına fon müziği olan şarkıları sen seçmiyorsun onlar gelip seni buluyor. Ama etkileri aynı oluyor. Hepsi insanlığın ortak referansları. Herkesin anne babasının ailesinin farklı, ama bir bakıma aslında aynı olması gibi.
Küçükken içine doğuyoruz. Onlar bizi seçiyor. Sonra belli bir noktada dinlediğimiz şeyleri seçmeye başladığımızda bizi seçen şarkıların, türkülerin üzerine inşa ediyoruz kalan kısmını hikayenin. Zevkimiz, algımız öyle şekilleniyor.
Her şey gelip geçiyor ama bir şarkının etkisi baki kalıyor. Eskimiyor, eksilmiyor.
Bizi seçen bir Neşet Ertaş türküsü de olabilir, bir Beatles, Led Zeppelin, Nirvana ya da Michael Jackson şarkısı da. Hepsinin de değeri ve yeri insanın kalbinde birbirinden farksız.
Neşet Ertaş’ı benimsemiş, hayatının bir parçası haline getirmiş, sözlerini, sazını sevgi ve saygıyla anan herkesi ben bu yüzden çok iyi anladım. Eminim onlar da bu usta sanatçının ardından düşünürken müziğe bakışlarını ve ufuklarını da genişleteceklerdir.
Biz ustalarımızın değerini sağken bilemiyoruz. Doğru düzgün telif alamadığından, zamanında yasalar buna izin vermediğinden emeğinin karşılığını tam olarak alamadan gitmiş Neşet Ertaş pek çok benzer durumdaki sanatçı gibi.
Bu vesileyle hep söylediğim bir şeyi tekrar edeyim. Johnny Cash, Elvis, Beatles ve daha nicesi hakkında belgeseller, biyografiler çekilir. Bizde kimse bu işe el atmaz nedense. Halbuki bizdeki insan öyküleri hakkıyla, sansürsüz, dürüstçe, didaktik falan olmadan, gereksiz güzellemelere, yüceltmelere girmeden, günahıyla sevabıyla anlatılsa Oscarlık olur.

Haberin Devamı

Bu grupla tanışın

Haberin Devamı

Oğuzcan Özen, Sezer Koç, Berk Tekelioğlu, Burak Serter’den oluşan The Away Days’in şu ana kadar sadece “How Did It All Start” isimli üç şarkılık bir EP’si var. The Maccabees, Bombay Bicycle Club gibi yeni nesil İngiliz gruplarını seviyorsanız bunu da seveceksiniz. Yazın One Love Festival’da sahneye çıktılar ama o bira yasağı kargaşasında ve güneşin altında pek çok grup gibi onlar da heba oldu gitti. “Dear Blender” ve “Dressing Room”u muhakkak dinleyin. Youtube’da bulabiliyorsunuz. Onları Guardian’ın okurlarına önerdiğini hatırlatayım. Meşhur indie şirketi Sub Pop da ilgileniyor kendileriyle. Anlaşma yapsalar hiç şaşırmam. Takibe alınız.

Haberin Devamı

Bir kafede sizi bekleyen tehlikeler!

Kendi kendine konuşan adam (kadın): Wireless kulaklıkla çok uzun konuşmalar yapacak, ses tonunu kesinlikle ayarlamayacak, konuşmaları artarda olacak ve asla bitmeyecek.
Toplantı grubu: Aynı masa etrafına yayılan
ve işyerinin toplantı odasındaymış gibi bütün özel bilgilerini bağıra bağıra birbirlerine anlatan bir grup beyaz yakalı. Birbirlerine “hanım”, “bey” diye hitap eden bu grup birazdan bilgisayarın sesini iyice açıp eğitim seminleri izleyecek. Hemen kaçın oradan.
Çocuğuyla “annecim” diye konuşan kadın: Onlar geldikleri ortamı domine ederler. Anne olmak kutsal bir sıfat ve bu kutsallık sınırsız özgürlük demek. Hiçbir şey bu özgürlüğün kullanımında önemli olamaz. Ya hemen kalkın ya da katlanın.

İTİRAF EDİYORUM

l Son zamanlarda duyduğum en iyi ana akım dans şarkısı Calvin Harris’in, Florence Welch ile yaptığı “Sweet Nothing”. Her zaman söylemişimdir Calvin Harris biliyor bu işi...
l Boğazı nehir sanan Madonna’nın, desteklemek için sahneye çıktığı kendi ülkesinin devlet başkanı Obama’yı Müslüman sanmasına şaşırmadım. Acaba “Madonna espri yapmıştır bilmemesi mümkün değil” diyenler şaşırdı mı? (Hadi coğrafyan iyi değil, bari desteklediğin adamı tanı...)
l Gaziantep’te düğünlerde bahşiş olarak havaya saçılması için sahte dolar basan bir matbaanın ortaya çıkarılmasını muhabbetle karşıladım. İyi niyetli matbaa; bahşiş için basıyo, kullanım için diil. Maksat fakir fukara ezik kalmasın en mutlu gününde.
l İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bünyesinde bulunan MIAM stüdyolarının artık okul dışı projelere kiralanmama kararını müzik dünyasına faydalı bulmadım. Umarım bir bürokratik sıkıntıdır, atlatılır.
l Dünyada pek çok grubun albüm kapaklarını kendi alanlarında isim yapmış yetenekli sanatçılara teslim etmesi ve onların eserlerini hem tanıtıp hem ölümsüzleştirmesi çok iyi sonuçlar verebiliyor. Son örnek The Vaccines’in son albümü “Come of Age”in Damien Poulain imzalı kapağı.

CUMARTESİ ALBÜMÜ

“Babel” Mumford and Sons

Rolling Stone yazarlarından Rob Sheffiled’ın tam adıyla “Talking to Girls About Duran Duran: One Young Man’s Quest for True Love and a Cooler Haircut” adında bir kitabı var. Kızların neden Duran Duran’ı diğer gruplardan daha fazla ve farklı bir şekilde sevdiğini anlattığı giriş bölümünü hatırlıyorum hep Mumford&Sons dinlerken. 80’lerde ve 90’larda Duran Duran’ı seven kızların çocukları da galiba Mumford & Sons’a bayılıyor bugün. “Little Lion Man” çalarken çığlıklar atmaya başlayıp kendinden geçen o kadar fazla kadın gördüm ki son bir iki yılda bu cümleyi gönül rahatlığıyla kurabiliyorum.

İşte kızlara çığlıklar attıran grupların günümüzdeki temsilcisi ikinci albümünü geçenlerde yayımladı. Grubu tanımayanlar için anlatayım. Bir adet, konuşma / şarkı söyleme arası gidip gelen sesiyle şarkı okuyan Marcus Mamford ve arkadaşları. Bolca banço, piyano ve gitar folk ritmi var. İngiliz ekip amerikan usulü folku poplaştırmada çok başarılı. Sözler mi? “Kanayan yürek” tarzıyla arada çok ince bir çizgi var. Yorumlardan kötü bir şey söylemeye çalıştığımı sanmayın, iyi bir albüm “Babel”. 2009’daki “Sigh No More”u beğenen biri için aynı türde inişli çıkışlı, hep bir ağızdan çakmaklar havada söylenecek ya da ortada bas bas bağırarak tepinilecek 15 şarkı daha. Cumartesiye ait muhtelif ruh halleri için.