Bu albüm neyle ilgili diye basit bir soru sorarsak, yani bu soruyu sormamız anlamlıysa, yanıt şu olabilir: “A Moon Shaped Pool” bizim nasıl insanlıktan çıktığımızı anlatıyor. Ne şekilde, hangi sebeplerden biz bu kadar berbat bir dünya yarattık, nasıl geri dönülemez şekilde dünyaya ve kendimize bu kadar zarar verdik ve vermeye devam ediyoruz? Hâlâ nasıl bu kadar körüz ve göz göre göre sonumuzu hazırlıyoruz?
Keskin bir dili yok
Biraz umutsuz ve karamsar bir konu gibi duruyor bu ama Radiohead’in pozitif olmak gibi bir derdi hiç olmadı. Bazen insanın dünyaya bakarken kendisine verilen pembe gözlüğü çıkarması gerekiyor. Radiohead bunu belki de en şık biçimde yapanlardan biri.
Bu albüm “Ama bardağın dolu tarafı da var” albümü değil. “İyi şeyler de oluyor” albümü hiç değil. Bu albüm gerçekleri eğip bükmekten kaçınan bir albüm. “Bu bir katliam değil, sadece insanların üzerine bomba düşmüş” ya da “Küresel ısınma yok, azıcık buzullar eridi o kadar” demiyor ve bunun için karamsar olmayı göze alıyor.
Buna karşılık albümün keskin bir politik dili de yok. Sadece bahsettiği meseleyi süslenmiş, hoşlaştırılmış, normalleştirilmiş haliyle değil, kendi lisanıyla anlatıyor. O lisan da Radiohead’in genlerinde olan, her daim diri tuttuğu kendine has sanatsal melankolisidir.
Geri dönülemez biçimde yıkımına neden olduğumuz çevre, kitlesel histeri, teknolojinin insanı giderek insanlığından uzaklaştırması, tabii ki yozlaşma, çürüme, hırsızlık, sözlerde yer verilen temalar. Göçmenler meselesine dair alınan tavır. Aşkın sevginin, insanın duygusallığının giderek anlamsızlaşan içi boşalan bir alana dönüşmesi ... Bunlar da var. Ancak Radiohead bu alanlara girerken manşet atmıyor, mesaj vermiyor, gözümüze siyasal doğruculuğu sokmuyor. Bence içeriğe dair en önemli not bu.
Albümdeki müzikal yeniliklerden ve yapıdan bahsedeceksek eğer, yaylıları konuşmamız lazım. Albüm çoğu yerde hakim karanlık, buğulu, sisli bir hava yaratan klavyelere eşlik eden yaylılarla ince ince işlenmiş.
Bu bir yenilik.
Belki de Radiohead’in gitar sound’unu en az yansıtan albüm bu. Hele hele karşılaştırmada “Pablo Honey” dönemine giderseniz tam anlamıyla bir zıtlıktan söz edebiliriz. Ancak bu gözlemler albümün göz kamaştırıcı olmasının önünde engel değil. Son dönem Radiohead ekibinden çıkan en güzel şeyle karşı karşıyayız.
“Burn The Witch” albümün ilk single’ıydı ve stop motion klibiyle geldi. Batı toplumunun güllük gülistanlık görülen toplumsal yapısını darma duman ediyor. “Tinker Tailor Soldier Sailor Rich Man Poor Man Beggar Man Thief”te yaylılar belirleyici bir rol üstleniyor. Biçim bakımından senfonik kalıplardan bile söz edebiliriz.
Her şarkının tarihi var
Grup bu albümü kısa bir süre zarfında yoğunlaşılan bir beste ve stüdyo dönemi sonunda yapmadı. Önceki albüm “King of Limbs” ile arasında beş yıl var. Arada pek çok yan projeye imza attılar; şarkılar ve sound’a dair fikirler bu çalışmalar süresince zamanla ortaya çıkan ince ince süzülen damıtılan şeyler.
Mesela Jonny Greenwood arada film müziklerine imza attı (“There Will Be Blood”, “The Master”, “Inherent Vice”). Albümde yaylıların çokça kullanılmasının altında yatan nedenlerden biri bu. Düzenlemelerde zaten onun imzası var. Bu konuda kendisinin neredeyse bir John Barry detaycılığına sahip olduğunu söyleyebiliriz.
“Identikit” içerdiği aşk temalı ifadelerle kolayca Yorke’un 23 yıllık evililiğinin sonlanmasıyla ilişkilendirilebilir. Bu yanlış değil ama tam doğru da değil. Zira bu şarkılar ikili birlikte olduğu zamanlarda da vardı. Radiohead’de hiçbir şey anlık duygusal patlamalar sonucu karşımıza gelmiyor. Hepsinin bir kendi tarihi var, oradan süzülerek albüme giriyor.
“Identikit”, müzikal açıdan “The Numbers” gibi daha klasik tınlayan şarkılardan. Akustik gitarların, elektrik gitar riff’lerinin duyulduğu işler.
Albümde gitar kullanımı az ancak mesela bir “Kid A” dönemi gibi teknolojik bir sound beklemeyin. Teknoloji ve elektronik unsurlar başrolde değil. Gerektiği ölçüde kullanılmış. Bu anlamda daha karma bir sound’a sahip albüm.
Akıllara kazınan şarkı
“Ful Stop” genelde karanlık baladlar tarzında ilerleyen albümün ender ritmik şarkılarından. Albüm son üç şarkıda zirve yapıyor. “Present Tense” melodik yapısıyla ve arpejleriyle dikkat çeken, akıllara kazınan bir şarkı.
“Tinker Tailor Soldier Sailor Rich Man Poor Man Beggar Man Thief”’te şarkının bulutlu karanlık havasını yaratmak için bütün imkanlar kullanılmış. Radiohead’in en sevdiği ve iyi yaptığı şey.
Albümün bazılarının kullandığı tabirle “çikolatası” en sonda. “Fake Plastic Tree”, “No Surprises”, hatta çok çalınıp tüketilmiş olsa bile “Creep” şahanedir, hüzünlüdür, acıdır, ağırdır. Ama Radiohead tarihinin en acıklı şarkısı “True Love Waits” değilse hangisidir?
Bu şarkı 1990’larda bestelendi, canlı kayıtlarda konserlerde yer aldı, 2001’de akustik bir solo versiyonu “I Might Be Wrong: Live Recordings” albümüne kondu ama hiçbir stüdyo albümünde kendine has bir düzenlemeyle yer almadı. İlk defa burada kendine bir yer buldu. Şarkıya müzikal açıdan da bir son hal verilmiş. Klavyeler, yaylılar, piyano her şey harika. Bir şarkının yıllar içinde mükemmelleşerek yıllanmasını ehil kulaklar hemen takdir edecektir.
Albümdeki şarkılar için genel olarak “karamsar ninniler” yorumları yapıldı. Ben bu ninnilerle görülecek rüyaları merak ediyorum doğrusu.