Lübnan’da hipster’lar cihatçı muamelesi görüyormuş. Polis sakalı gördü mü “Gel bakalım” deyip sorguya alıyormuş yoldan geçeni.
Neyse ki memleket çok gelişti, böyle uygulamalar
bizde yok.
Bugün İstanbul’un “hip” semtlerinde uzun sakalları, askılı pantolon üzerine adem elmasına kadar ilikledikleri gömlekleri ve makosen ayakkabılarıyla özgürce gezen bir nesil var.
IŞİD’e katılmaya giden bir militan olsam, İstanbul’daki “uyum” günlerimde saçı sakalı kesmeden kendime paçaları yukarı sıvanmış bir “skinny” pantolon alır (hani şu bacakları iyice saran dar pantolonlar var ya), Cihangir ya da Moda’da bir kafeye çökerim. Polisin feriştahı gelse ayırt edemez beni hipster’dan. En fazla tipime bakıp, kafayı hafifçe yana döndürerek “Cık cık cık, hayret bi’şey” der, çeker gider.
***
Teşvikiye’de sakallarla bir kafeye oturursanız sizi hipster sanmazlar. Belki Ahmet Hakan ya da Mansur Forutan sanabilirler. Yine de cihatçı demezler. Güvendesiniz.
Ama Fatih’te sakal başkadır sevgili hipster’lar, siz hatırlamazsınız. İstanbul’da eskiden Türk medyasında Fatih civarında görülen “çember sakal” pek ilgi çekerdi. Ve o zamanki “çember sakallı”nın işi de zordu. “Uzaylı muamelesi görüyorlardı şehir merkezine geldiklerinde sakallılar.
Hele Ayasofya’nın önünde Aczmendilerin bir toplaşması olmuştu ki eyvah eyvah...
Kanallardaki “Bunlar bizi kesecekler” haberlemesi coşkusunu o dönem orada olmasam da tahmin edebiliyorum...
Reha Muhtar’ın Lucca’ya değil Show TV ana habere takıldığı dönemlerdi. Memleket ve MGK’nın gündeminde daimi bir “çember sakallı” tehdidi vardı. Dergilerde çember sakallı karikatürleri revaçtaydı. Tehlikenin sakallı birilerinden geleceğini sanıyorlardı.
(Bıyığı küçümsemek diye ben buna derim.)
Yani şimdi hipster gençlik sakallarıyla özgürce dolaşabiliyorsa bugün, bunu biraz da çember sakallılara borçlu. Az mı çekti çember sakallılar “sakala özgürlük” yolunda...
***
Bugün sakal çok değişti, sofistike oldu, türlere ve alt türlere ayrıldı. Sakala verilen tepki de çeşitli.
Mesela Arda’nın hipster
sakalı pek seviliyor. Kenan İmirzalıoğlu usulü pis sakal, dizileme sektöründe olmazsa olmazlar arasında.
Cübbeli sakalı pek bir sempatik ve medyatik.
Taner Yıldız’ın kirli gibi duran ama aslında kirliden bir tık uzun olduğundan “kirli plus” sakalı siyasette sorun değil ama Gençlerbirliği takımındaysanız, evet sakal sorun.
Başkan maça sakallı çıkmama kuralı koymuş. 25 bin lira ceza verecekmiş. Israrcı olanı gönderecekmiş. Takımda
Arda olsa onu da mı gönderecekti? Ee sakal var sakal var demek ki arkadaşlar. Hatta sakal sakalı döver.
***
80’lerde “futbolcu ensesi”ni yaşamış, bağrımıza basmış bir toplumuz biz. Bugün saç sakal da kendi haline bırakılmalıdır.
(Yani o anlamda değil. Ara sıra berbere gidilsin gene...)
Bu arada Cavcav Bey sakal bırakmayı düşünmeli, yakışabilir kendisine.
3 “sakallı” albüm
* “Tell’Em I’m Gone”
Yusuf (Cat Stevens)
Yusuf İslam’ın adı artık Yusuf. Albümü yeni çıktı. Bütün kabineye tavsiye ederim. Blues sevmeyen, en azından sakala hürmet etsin, dinlesin. Çok iyi.
* “Helplesness Blues”
Fleet Foxes
ABD’li kafayı folka takmış,
saçlı sakallı kafa çocuklar hepsi. İlk albümleri bu birkaç yılı
var ama geç değil. İlkten başlamak iyidir.
* “BuIlt On Glass”
Chet Faker:
Efendim, memleketin yeni
“Jay Jay Johansson”u olmasını bekliyoruz. Geçen eski adı Black Box olan yere 6000 kişiyi tıklım tıklım doldurdu. Bir kulak verirsiniz.
Bir çocukluk anısı
Bazen düşünüyorum da eskiden memlekette bir sürü başka dert tasa vardı. Evet hiçbir zaman “milk port” değildik biz. Ama bazı temel şeyler de belki eskiden daha iyiydi.
Mesela benim babaannem, Romanya’ya uzak akrabaları görmeye gider, dönüşte kendisini Sirkeci garında karşılayıp “Babaanne babaanne anlatsana nasıl yerler oralar” diye sorduğumuzda “Aman oğlum, hiçbir şey yok, her gün televizyonda Çavuşesku şunu yaptı, Çavuşesku bunu dedi, her yerde Çavuşesku resmi işte böyle bir yer” derdi.
El âlem AB’ye girdi, uyumunu tamamladı, tarihi değişim yaşadı, yoluna devam ediyor.
Biz Amerika’yı Müslümanlar keşfetti “noktasında”, tarihi değişimimizi, tam da bize göre bir yöntemle, oturduğumuz yerden tarihi değiştirerek yapmaya çalışıyoruz.
Ayrıca bugün Türkiye’ye
ilk kez gelen biri dönüşte ne anlatır acaba eşine dostuna televizyonu izlese, şöyle bir etrafına baksa...
Evet, yıllar bazen acımasız
işte böyle...