Bizdeki genç yetenekler, yükselen sanatçılar, yeni yüzler, adını duyuranlar genellikle 30-40 yaşlarında. Kiminin çoluğu çocuğu var. Charli XCX dünyada durumun farklı olduğunu gösteriyor
Charli XCX, Justin Bieber kadar genç ama onun antitezi gibi genç bir İngiliz popçu.
Taze pop yıldızı adayı Charli XCX ile tanışın. Şu aralar müzik basının ilgilendiği en yeni isim oluyor kendileri. Adı Charlotte Aitchison, 20 yaşında. Hani şu beş yaşından itibaren “Bizim kız galiba şarkıcı olacak hanım” şeklinde anlaşılır ya durum, o tiplerden. İlk albümünün adı “14”. Bu bir EP ve yayımlanmamış. Albüm kaydedilirken Charlotte’un yaşı 16. İkinci albümü “True Romance” piyasaya çıktığında (teknik olarak geçen hafta) ve bu albümden çıkan “You (Ha Ha Ha) ” hit olduğunda yani şu anda yaşı 20. Justin Bieber’la aşağı yukarı aynı yaşta ve müziğe onun yaşında başlamış ama geri kalan her şey farklı. Yani karşımızda Justin Bieber kadar genç ama onun antitezi gibi bir genç İngiliz popçu var.
90’larda doğanlar yepyeni bir kuşak olarak hayatımıza girdi; müzikleriyle, kültürleriyle ağırlıklarını koyuyorlar. Her ne kadar albümün ismi aynı adlı 1993 yapımı filmden geliyorsa da gördüğüm kadarıyla en azından İngiltere’de 90’lılar 80’lerin etkisinde (“True Romance” aslında 1993’te çekilen bir “80’ler filmi” değil mi zaten?).
2013 model Cyndi Lauper
Analoji en sevdiğim şey. O halde şunu söylememe izin verin; Charli XCX’in giyim kuşamına ve kliplerine baktığımda gördüğüm şey bir adet 2013 model Cyndi Lauper.
“True Romance”ın synth pop efektleri, vokal sample’ları, ritim anlayışı (dubstep, hip hop, dans çeşitlemeleri özellikle) aklıma M.I.A., Grimes gibi yeni nesil indie popçuları getirdi.
Kesinlikle kötü değil, kesinlikle sıradan değil. Pop dinleyen bir genç dimağ olsam standart Amerikan popçularıyla değil Charli XCX’le ilgilenirdim ve ufaktan âşık olur, posterlerine yanık yanık bakardım muhtemelen.
Charli XCX bir gerçeğin bir kez daha altını çiziyor: Popçu genç olur. İngiliz ve Amerikan pop müziğinin en önemli özelliği, nasıl desem, popçuların genç olması. Her dönem yeni bir genç pop sanatçısı kendi gençlik kültürü ve müziğiyle çıkabiliyor. Bizde en son “yeni sanatçı” kaç yaşında bir araştırın, durumu kendiniz görün. En son yükselen genç popçu popüler kültüre ne gibi yenilikler getirdi, onu da ayrıca analiz edersiniz.
Bizim pop âlemine, prodüktöründen firma sahibine önerim; oturun bu albümü dinleyin, biz yıllardır nerede yanlış yapıyoruz diye düşünün.
“Grinds”, “You (Ha Ha Ha)”, “White I Like”, “Black Roses”, “So Far Away” dikkatimi çeken şarkılar. Albüm sonlara doğru hafif “karanlık” oluyor. Rolling Stone’un kendisine “goth popçu” demesi belki bundandır. 80’ler etkisinde “Lock You Up” finalde yerli yerinde olmuş. Şu ara dinlediğin
en iyi pop albümü.
En sevdiğim röportaj klişeleri
* Projeyi duyunca çok heyecanlandık.
* Albümde çok büyük emek harcadık. Çok içimize sindi.
* Provalarda/kayıtlarda çok eğlendik.
* Setimiz çok eğlenceli geçiyor.
Aile gibiyiz. (Dizi oyuncularında sık görülür.)
* Cebimde akbilim var. Metrobüse de binerim. Marka takıntım yok, pazardan da giyinirim. (Meşhur olmaya başlamış oyuncuların sevdiği cümleler.)
* Dışarı çıkmayı sevmiyorum, evde kitap okuyorum, film izliyorum. Arkadaşlarım geliyor PlayStation oynuyoruz (oh yeah beybi...)
(Sanatçılardan da en sevdikleri soru klişelerini beklerim, maksat eğlence, muhabbet...)
2013 model Depeche Mode
80’lerden bu yana depresyon değişmedi, tarzı değişti. Şimdi müzik âleminde daha mutlu depresif havalar hakim. Depeche Mode ise 80’ler usulü ergen depresyonunu kendine yakışan bir vintage ceket giyermiş edasıyla devam ettiriyor. En azından yeni albüm “Delta Machine”i dinlerken hissettiğim bu. Dave Gahan “artık kendimizi bulduk” tadında arınma sözleriyle donatmış albümü. Martin Gore’un yarattığı müzikal estetik de bunu destekliyor. Loop’lar, iniş çıkışlı kimi zaman büyüyen kimi zaman detaya giren analog synthesizer efektleri...
Tek tek şarkılara takılmayın,
Depeche Mode albümü baştan sona hafif melankolik, doğru yer ve zamanda etkisini gösterecek bir albüm. Doğru yer ve zaman demişken, İstanbul konseri Küçükçiftlik Park’ta 17 Mayıs’ta.
Caz dinleyicisi olmanıza gerek yok
Yani bu albümü dinlemek ve sevmek için illa şart değil. “Radiohead’i seviyorsanız Esbjörn Svensson Trio’yu da seversiniz” diye yazmış Guardian’ın eleştirmeni Stuart Nicholson. Haklı. Esbjörn Svensson Trio’nun “Seven Days of Falling” isimli albümünde bu cümleyi haklı çıkaracak en az dört şarkı sayabilirim. “Did You Ever Tell Cousteau” mesela hem Can hem Radiohead sevenleri memnun edecek türden. 51 saniyelik “Evening in Atlantis”e Thom Yorke eminim vokal yapmak isterdi. “In My Garage” bir Radiohead konserinin açılış parçası olsa kimse yadırgamaz. Esbjörn Svensson, İskandinav cazının en önemli karakterlerinden biriydi. Dan Berglund’un şahane kontrasıyla sular seller gibi coşup gidiyorlar karşılıklı. EST dinlemek için cazcı olmanıza, caz kültürüne falan sahip olmanıza gerek yok.
2003 tarihli bu albümü bilenler bu vesileyle bir hatırlasın. Bilmeyenler derhal ilgilenmeli. Svensson’un 2003’te üzerinde çalıştığı besteler yine ekibindeki müzisyenler ve Filarmonia İstanbul tarafından Caz Festivali kapsamında yorumlanacak.
İTİRAF EDİYORUM
* The Americans’a fena sardım.
* Otoban kenarlarındaki duvarlara özel saksılarda çiçek ekip tepeden lambayla aydınlatma uygulaması ne işe yarıyor anlamıyorum. Gördüğün her yere beton döküyorsun, otoban kenarındaki duvara çiçek ekmek için bu gayretkeşlik niye? (Retorik soru.)
* Girls’ün tamamını izledim, ikinci turu dönüyorum. Lena Dunham’a da bayılıyorum ama söylemeye utanıyorum hafiften.
* Vasfiye Teyze midir nedir gerçekten bilmiyorum, bilmek de istemiyorum.
* Google Reader’ın temmuzda kapanacak olması rüyalarıma giriyor neredeyse. Onsuz ne yaparım bilemiyorum. Feedly’yi önerdiler, mantar çıktı.