Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Murat Bardakçı bir ürün lansmanında semazen dönmesini “çöküş” olarak nitelendirdi. Halbuki memlekette tasavvuf kullanımı bununla sınırlı değil. THY, uçakta beklerken tasavvuf dinletiyor; parti kurultaylarında, çay bahçelerinde, düğünlerde semazen dolu her yer

Tasavvuf ekonomisi

MHP kongresinden semazenli bir sahne...

Geçenlerde Murat Bardakçı Habertürk’te Türk kültürünün ve geleneklerinin sonunu ilan etti (“Şampanya, Sema ve Çöküş”, 28 Ocak). Esma Sultan’da semazenlerin döndüğü bir ürün lasmanı mı ne yapılmış ve bu bizim kültürümüzün sonuymuş. Bardakçı sert üslubuyla kılıçtan geçirmiş o gece orada bulunan herkesi. Gitmedim ama merak ettim. Çöküş olduysa bir gazeteci olarak tanık olmak isterdim.
Yazıda çizilen tablo ellerinde şampanyalarla semazen izleyen birtakım Batılı tiplerden ibaret. Aynı Türk filmlerinde olduğu gibi saygısız, kahkahalar atan, tabii ki zengin ve geleneklere önem vermeyen tipler... Maneviyatla falan alakası olmayan bu kafirler iki mal satıp daha zengin olacağız diye bizim semazen kültürümüzü karanlık emellerine alet ediyorlar. Bazı magazin yazarları da bu geceyi köşelerinde yazarak düşmanla işbirliği içine girmişler. E malı tanıtılan firma da Fransızmış zaten.
İnsan Bardakçı’yı okuduktan sonra taşlarla sopalarla “Allahu ekber” diye Esma Sultan’a girip bu sosyetik kendini bilmez kafir yatağını yeniden fethetmek, yerli ve yabancı gavurlara hadlerini bildirmek istiyor.

En azından bir ney sesi mutlaka duyuluyor
Semazen kültürünün ve simgelerinin bu şekilde kullanılması benim de garibime gidiyor.
Ne zaman Sultanahmet taraflarına gitsem, ne zaman turistik bir etkinlik mevzubahis olsa, ne zaman bir lokanta ya da nargilecinin falan önünden geçsem, işin içinde bir semazen ya da bir tasavvuf muhabbeti oluyor, en azından bir ney sesi...
Meydandaki bir çay bahçesinde yıllardır semazenler dönüyor mesela Sultanahmet’te. Ama bugüne kadar “Çay, Sema ve Çöküş” başlıklı bir makale kaleme aldığını duymadım. Ya da ne bileyim THY bile uçakta bekletirken tasavvuf musikisi dinletiyor. Bavulunuzu yerleştirip yanınızdakine ayaklarını toplamasını söylerken fonda ney sesi duyuyorsunuz. Ama ben “Tasavvuf bekleme ya da asansör müziği oldu” diye dertlenen duymadım.
Murat Bey, Mevlana ile ilgili kitap yazanları da şişlemiş yazısında. “Ne büyük kâr kapısıymış bu tasavvuf” babında dokundurmakla yetiniyor. Ama mesela program arkadaşı tarihçi beyefendi “Muhteşem Süleyman” dizisine danışmanlık yapınca bu popüler diziye katkı, anlaşılan o ki bir çöküş yaratmıyor. Ya da tarihimiz “bir kâr kapısı” olmamış oluyor. Dizisini çekin problem değil ama kitabını yazmayın, semazen falan da dönmesin yoksa çöküş olur gibi
bir durum var.
Kriterleri bilemiyorum, bir gün fırsatım olursa kim neye göre çökertiyor Murat Bey’e sorarım.
Geçenlerde organizasyon firmalarının bulunduğu Şişhane’deki Aslan Han’ın önündeydim. Park etmiş minibüs dikkatimi çekti. Üzerinde bir numara ve “arayın, gelelim” yazıyor. Tasavvuf ekibi, her türlü semazen vs. bir telefonla ayağınızda.
Aklınızda olsun; çocuğunuzun sünnetinde, düğünde, doğum gününde, mangalda geleneksel atmosfer lazımsa ararsınız. Bende numara. Ama dikkat; ortamda Batılı görünümlü, içki içen, zengin, evlerinde dev avizeler ve merdivenle çıkılan odalar olması muhtemel bir kalabalık, hele hele Fransız falan gibi Batılı unsurlar varsa çökersiniz maazallah. Kültürel olarak yani...
Yoksa çöküş yok, olsa olsa görgüsüz der geçerler.

Haberin Devamı

CUMARTESİ ALBÜMÜ

Haberin Devamı

“Pink” / Four Tet

Haberin Devamı

İngiliz müzik adamı, prodüktör, DJ Kieran Hebden yani bilinen adıyla Four Tet, 2000’li yıllarda yapılmış en güzel melez albümlere imzasını attı. Bilgisayarın başına geçti, caz, rock, hip hop, folk, dinlediği her şeyi kesip biçip endüstriyel bir gökyüzü altında yeniden yarattı. Bu adamın yaptıkları şarkı desen değil, parça desen değil. Otur, albümü koy, senfoni gibi bölüm bölüm dinle.
Yeni albümü “Pink” şu ana kadar yaptığı ve kulüplerde çalınmaya uygun belki tek albüm. Kulüp deyince disko falan değil. Daha karakterli, bilim kurgu filmlerinden çıkma bir kulüp hayal edin mesela. “Ocoras” tam böyle bir yere uygun bir şarkı. “Lion”, “Pyramid” de öyle. “Pinnacles” ikinci favorim. Berlin’deki 24 saat, 48 saat süren partilerde sabah günün ilk ışıklarının ardından bunu koyarım mesela DJ olsam.
11 dakikalık, 8-9 dakikalık şarkılardan söz ediyoruz. İlk kez duyanlara önerim “Pause” albümüyle giriş yapmaları Four Tet’e.

Justin Bieber babaları!

Elime düştünüz. Kiminiz yazar, kiminiz öğretim üyesi, kiminiz turizmci, kiminiz finansçı, işadamı, yönetici, esnaf, televizyoncu, haberci... İdeolojiniz, mahalleniz farklı ama ortak bir yanınız var: Justin Bieber.
Entelektüel seviyesi yüksek, üniversitelerde popüler kültür dersleri vermek de dahil pek çok alanda kültür eleştirisi çalışmaları bulunan, beni de arada makaraya almayı pek seven bir arkadaşımdan geçenlerde “titrek” bir mesaj aldım. Özetle “Eee şey, yahu bizim kız, bu Justin Bieber mıydı neydi, onun konserine götürmezsem beni reddedecek, babalık otoritem tehlikede. Kimmiş bu, nereden bulacağız biletlerini?” diyor mesaj. Ve bu mesajlardan sıkça almaya başladım şu ara.
Valla Justin Bieber daha gelmeden babaları dize getirdi. O konserde neler olacak çok merak ediyorum.

İTİRAF EDİYORUM

* Kübana Düğün Salonu bence çok yaratıcı bir isim. Küba ve Havana hiç bu kadar güzel düğün salonu adı olmamıştır herhalde. Bence barı da olmalı Türkbükü’nde falan.
* “Bir son çağrı tekrarlanırsa son çağrı olma özelliğini kaybetmez mi acaba?” diye sordum havaalanında geçenlerde. Zira bir son çağrıyı duyduğumuzda onu son kez duyuyor olmamız lazım. Bir daha duyarsak o çağrı, son çağrı olmakta çıkar, inandırıcılığını yitirir, kimse koşmaz, acele etmez nasılsa bu son değil diye. Havaalanı yönetimine tavsiye; çağrılar “sondan üç önceki çağrı”, “sondan iki önceki çağrı”, “sondan bir önceki çağrı” diye giderse daha caydırıcı olur. Son çağrının da bir ağırlığı olur (uçağı kaçırınca insanın bunları düşünecek çok zamanı oluyor).
* “Bu hafta bunlardan bahsetmeyeceğim” diye bir kutu köşe başlatsam, bahsetmek istemediğim şeylerin en azından adını zikrederek hem kendimi hem de herkesi ve değerli okurlarımı mutlu etmiş olabilir miyim diye soruyorum kendime bir süredir.
* Geçen gün durup dururken kendime kalemtıraş aldım. Kırtasiyeye ilgimin artmaya başlaması beni endişelendiriyor.

Ankara’yı görmeyeli...

* Ankara havası “Asmalı havası” olmaya başlamış. Tunalı üzerindeki Bestekar
Sokak hareketlenmiş. Kebap 49’un sağı solu hep bar, kafe olmuş. İnsanlar sokaklarda, dev ısıtıcılar hizmet yarışında.
* Kite isimli yeni mekan hafta sonları indie’cilerin, hipster’ların, sabaha kadar coşma peşinde olanların, geç çıkanların adresi olmuş.
* Tektekçi açılmış. Çok kalabalık. Büyük şirketlerde çalışanların iş çıkışı gittiği, bir daha da kalkmadığı bir yer görünümündeydi.
* Bomonti Brasserie ve karşısına Leman Kültür gelmiş. Bu mekanların hepsi aynı sokakta olduğundan ortam barlar sokağı görünümünde.
* Sabaha karşı herkesin atıştırmaya gittiği Aspava’lar çoğalmış, bir Aspava endüstrisi oluşmuş. Buradaki yemek üzeri çayla birlikte sigara ikramı bitmiş. Bu benim Ankara’da gördüğüm en garip ikramdı. Sigara yasak olduğundan şimdi sadece çay var. Bilmeyene not: Ortaya gelen salatanın üzerindeki çiğ köfteler acı, çok ama çok acı. Not 2: Bu çiğ köfteli salatanın bazen çilekli geldiğini söyledi birisi. Çilekli çiğ köfte salatasına Vedat Milor ne der acaba?
* IF Performance Hall, yani kısaca İF’in dekorasyonu hafif değişmiş ama kalabalık ve kitle aynı. İstanbul’dan pek çok grubun en sık çalmaya gittiği yer burası. Onlara not: Sahnenin yeri değişecek. Miş.