Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Müzik sektöründeki tekelci ve “tek eldenci” sistem sona ermeden ne sanatçılara, ne yapımcılara, ne icracılara, ne aranjör ve prodüktörlere, ne de biz dinleyicilere huzur var

Önce “korsan yüzünden CD satamıyoruz” diye şikayet etmek modaydı. Dünya dijitale geçmiş, sen hâlâ Unkapanı plakçısı kafasıyla kaç paket CD vereyim diye Anadolu’ya giden toptancı arıyorsun, sonra CD satamıyoruz diye ağlıyorsun. Dünyaya rağmen kendi sistemin yürüsün diye
CD satmaya oynadın, başaramadın. Zamana kim direnebilmiş ki?
Bu şikayetin sahipleri yıllarca korsan diye, CD satılmıyor diye sanatçı ve sektör üzerinde tahakküm kurdular. Aile reisinin “paramız
yok, durumumuz kötü” bahanesiyle ailesini kontrol etmesi gibi sektörü kontrol ettiler.

CD satışı artık bir formalite
Her yeniliğe karşı çıktılar, her farklı sese kulak tıkadılar.
“Satamıyoruz”un bahanesi hep korsandı. Acaba ben işimi iyi yapabiliyor muyum? Toplum değişti, 2000’lere girdik, acaba ezberci ve kolaycı mı yaklaşıyorum? ‘Bu satar abi’ tarzı albümler dışında bir şeyle ilgilenmem lazım sanki” diye düşünen olmadı. Sanatçı keşfetmek, yeni tarzlara yatırım yapmak, müziği dinleyicisiyle birlikte geliştirmek, toplumun yeni zevklerine yanıt vermeye çalışmak hep gereksiz görüldü.
O satmaz, bu satar dendi, satanın kötü kopyaları ortalığa salındı.
Tıpkı oy verme zamanı gelince klişelerin ortaya dökülmesi gibi müzik sektörü de benzer klişe dinamiklerle yürüdü. Dinden, muhafazakarlıktan bahset, teröristbaşı de, hangi çiftçi
zordaysa oraya göz kırp, taban fiyatlarının artacağından bahset, kaçak yapılara ruhsat vaat et,
bir iki muhtaç ile “sizi büyükşehir yapacağız” de, çok çaresizsen “bunlar camiyi ahıra çevirdi”lere gir, falan filan. Biliyoruz artık...
İşte plak firmalarının “halk bunu dinler, bu satar” diye bize dayadığı şeyler hep bu kafada müzikler oldu. İşin kolayına kaçtılar. Filanca popçu sattı mı? 10 tane daha çıkarın aynısından onlar da satar. Kafa hep bu oldu. Her sanatçı her yaz aynı albümü çıkardı, aynı şarkıları piyasaya sürdü. Az sayıda prodüktör, plak şirketi ve müzik patronunu elbette genellemenin dışında tutuyorum, onlar da olmasa bugün hepten çorak bir müzik ortamında yaşıyor olacaktık.
Derken devir değişti, dijital satış sistemleri kuruldu, streaming keşfedildi, akıllı telefonlarda yepyeni mecralar ortaya çıktı. Öyle ki CD satışı bu dijital dünyadaki “şarkı tüketimi” yanında formalite kaldı. Burada büyük paralar toplanmaya başlandı telif olarak. Artık kimse CD satamıyorum diye sızlanmıyor, polisin ele geçirdiği korsan CD’lerin meclisin önünde silindirle ezildiği gösteri günleri geride kaldı. Çünkü para dijitalden kazanılıyor. Ama bu paranın nasıl dağıtılacağı konusu bugün hâlâ muğlaktır.

Haberin Devamı


Haberin Devamı
Telif sistemi değişmeli

Dünyaya rağmen kendi sistemin yürüsün diye CD satmaya oynadın, başaramadın. Zamana kim direnebilmiş ki sen direnesin?

Telif sistemi özgürleşirse müzik de kurtulur
Sanatçılar hak ettikleri parayı alıp alamadıklarını hiçbir zaman bilemezler çünkü bu dijital satış rakamlarını kontrol etme, bu rakamları görme yetkileri yoktur. Ben bu rakamlara erişimi bir ayrıcalık olarak albüm anlaşması içine madde olarak ekleten sanatçılar biliyorum. Bu onlara yapılan bir kıyak olarak kabul ediliyor.
Geçenlerde Taraf gazetesinde çıkan müzik sektöründe telif yolsuzluğu iddiaları ile ilgili habere işte bu yüzden hiç şaşırmadım. Koskoca ülkede toplanan telif tek bir şirkete aktarılıyor, oradan telif kuruluşuna geçiyor ve zaten o şirketin sahibi o telif kuruluşunun da ileri geleni oluyorsa daha ne diyeyim ki, orada her türlü yolsuzluk için ortam hazır demektir.
Bir düşünün bunca yıl telif şirketi üyeleri, yöneticileri birbirleriyle bitmeyen kavgalara tutuşuyor, mahkemelere düşüyor. Neden?
Bu konunun üzerine gidilmesi ve telif sisteminin şeffaflaşıp özgürleşmesi müziğin de kurtuluşu olacak. Bağımsız sanatçılar, “az satanlar”, “azınlıklar”,
“yüzdesi düşük olan müzikleri sevenler”, “satmaz bu abi” tarzını dinleyenler ferahlayacak.
Gezi hadisesi bize her an her şeyi değiştirme etkileme gücümüzün olduğunu gösterdi. Elbet müzik de değişecek, güzelleşecek, özgürleşecek.

Haberin Devamı

İTİRAF EDİYORUM

* Gezi’de söylenen, gezi için bestelenen şarkılardan bir albüm olsa hiç fena olmaz diye düşünüyorum. Duyduklarınızı, gördüklerinizi, kaydettiklerinizi, söylediklerinizi yollayın, elimizden geldiğince derleyip, toplayıp paylaşalım.
* Bir şeyi eleştirirken Hitler analojisi yapmak artık azalarak bitse şahane olacak. Hitler kullanımında tasarrufa gidilmesini talep ediyorum Türk milletinden.
* Bir parka ekilen çiçek sayısıyla ilgili hükümetin açıklama yapması sadece bana mı garip geliyor merak ediyorum. Öyle bir ülkeyiz ki “çiçeksel” rakamlar açıklanıyor, Başbakan opera binası yapmak için kendini paralıyor... Kültür sanat çevre duyarlılığı had safhada...
* Hükümetin Haydarpaşa’yla ilgili icraatlarına bakılırsa “yeni Gezi” Haydarpaşa olabilir. Bakalım oraya ne müzeler, ne opera binaları yapılmaya çalışılacak, hep birlikte göreceğiz.

Avrupa’dan 2013 yazının zehir adresleri (!)

“Gelişmiş ülkelerden aldık alkol kısıtlamalarını” diyen yetkililer belki bilmek ister, Avrupa ülkelerinde gençler hâlâ zehirleniyor. Bakın 2013 yazı zehir adresleri şöyle: Tuborg sponsorluğunda Roskilde Festivali (Danimarka), Jupiler sponsorluğunda Rock Werchter (Belçika), Tennents Lager sponsorluğunda T in The Park (İngiltere), Carling sponsorluğunda Isle of Wight (İngiltere), Heineken sponsorluğunda Benicassim (İspanya), Heineken sponsorluğunda Primavera Sound (İspanya), Beck’s sponsorluğunda Hurricane Festival (Almanya), Dreher sponsorluğunda Sziget (Macaristan), Koff sponsorluğunda Rock The Beach (Finlandiya), Jupiler sponsorluğunda Park Pop (Hollanda), Heineken sponsorluğunda Montreux Caz Festivali (İsviçre)... Daha yazamıyorum yerim dar. TDK insaf kelimesinin anlamını “güncellemeden” ifade etmek isterim, kayıtlara geçsin: İnsaf!

PAZAR ALBÜMÜ

Jagwar Ma “Howlin’”

Şu ara çıkan albümler arasında dinleyebileceğiniz en orijinal şeylerden biri Jagwar Ma’nın “Howlin”i olabilir. “80’lerin Manchester’ına yolculuk”, “Ian Brown müziği hiç bu kadar şık olmamıştı” gibi ifadeler kullanıyor müzik basını gerçi ama bu sizi yanıltmasın. Neticede insanı sersemletici güçte tekrarlara dayalı gitar motifleri, elektronik altyapılar ve efektlerin üzerine deneysel takılan vokaller eklenince ortaya bana kalırsa 2013’te olduğumuzu düşünürsek orijinal bir şey çıkıyor.
Neticede en şahane retro Adidas’ların Vietnam’da üretilebilmesi gibi en şahane retro müzikler de bu ara Avustralya’dan çıkıyor. Avustralyalı (Sydney) Jono Ma ve Gabriel Winterfield’ın müziği mesela açılıştaki “What Love” ile dördüncü şarkı “Loneliness” arasında hayli enteresan bir evrim geçiriyor. Albüm sonuna doğru iş iyice ilginç hale geliyor, elektronik Berlin havalarından Manchester’a, oradan Beach Boys’a ve Beatles kafalarına yolculuk. Bu evrime bu pazar tanık olun bence bir şekilde.