Eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, ağaca bakıp ormanı görememekle ilgili konuşuyor:
“Türkiye’deki gelişmeler, sanki münferit olaylar gibi değerlendiriliyor. 4+4+4 konusu çıkıyor, bu tartışılıyor. Arkadan türban meselesi geliyor, türban tartışılıyor. Arkadan kızlarla erkekler aynı evde yaşar mı tartışması geliyor. İçki tartışması geliyor, o tartışılıyor. Ancak bunların hepsini büyük bir resim içine yerleştirdiğiniz zaman görüyorsunuz ki, genel gidiş, Türkiye’nin çağdaş bir Cumhuriyet’ten şeriat devletine gidişinin resmidir. Türkiye radikal, otoriter bir din devleti olmaya sürükleniyor...”
CHP bu tablo karşısında adına yakışır bir muhalefet yapıyor mu? Neden yapamıyor? Öymen diyor ki:
“Öyle anlaşılıyor ki, Deniz Baykal’a komplo denen şey aslında CHP’ye komplo. Komplo ile sadece Baykal’ın görevden ayrılması hedeflenmemiş, aynı zamanda partinin Atatürk ilkelerine gerçekten sahip çıkan, bir şeriat devletine gidişi engelleyecek kadrolarını bertaraf etmek amacı da güdülmüş... Yani CHP başka bir parti haline getirilmiş, yeni CHP lafları boşuna değil...”
Yeni CHP, PKK’nin Güneydoğu’ya yerleşmesini de laiklik konusundakine benzer bir ilgisizlikle izliyor. Böylece
Ayakta işemek günah diye cami tuvaletindeki pisuvarı kaldırtan Vali...
Cephane patlaması üzerine Genelkurmay Başkanı’na hediye veren Vali...
Bakanın ayakkabılarını korumasına sildirmeye kalkışan Vali...
Kamyonunun şoför mahalline atlayıp, muavin gibi kömür çuvalı dağıtan Vali...
Gazeteciyi “yerin altı da var unutma” diye tehdit eden Vali...
Vee sonunda... Vatandaşa “gavat” diye küfür eden Vali de gördü bu halk...
Devletin değil iktidarın valisi bu kişiler... Gelelim bir başka olaya...
Genelkurmay 10 Kasım’da Anıtkabir’de 1 milyon 89 bin ziyaretçiyle rekor kırıldığını açıkladı. Geçen sene sayı (yağmurun da etkisiyle) 413 bindi...
Peki daha önceki yıllar?
Geçen yıla kadar Anıtkabir’i ziyaret edenlerin sayısı hafta ve aylık olarak Genelkurmay internet sitesinde ilan ediliyordu. Genelkurmay ilginç bir kararla geçen yıl bu sayıları kaldırdı. Belli ki emir hükümetten gelmişti. Rahatsız olan başkası olamazdı. Tepkilerimiz üzerine rakamların yıllık olarak ilan edileceği açıklandı. Dün Genelkurmay internet sitesine baktık. 2011 yılının ziyaretçi sayısı (3.9 milyon) vardı ama 2012 yoktu. Genelkurmay sözünde durmamıştı. Ancak 29 Ekim, 10 Kasım gibi belli günlerde bir zahmet açıklama yapıyorlar. Neden haftalık ve aylık açıklama yapılmıyor? Geçmiş yıllar neden kaldırıldı? Kimi rahatsız ediyor Ata’ya saygının büyümesi?
***
Bu arada Anıtkabir ziyaretinin rekor sayıya ulaşmasında iktidarın başarısı unutulmamalı... Bu sevginin içeriğinde yoğun bir af dileme arzusu da var... Vatandaş ağızlarından çıkan sözleri ve olup biteni gördükçe:
- Ne büyükmüşsün Atatürk, bütün bu olacakları 90 yıl önce görmüş ve bizi uyarmışsın ama biz uyumuşuz, diyerek koşuyor Ata’nın
Atatürk’ü hayattan ayrılışının 75. yılında O’nu sadece saygıyla değil hasret ve özlemle de anıyoruz... Bu büyük adamın cehalete, geriliğe, çağdışılığa karşı inşa ettiği setler yıkıldıkça karşımıza onun bizi uyardığı tehlikeler çıkıyor. Başta laiklik olmak üzere yaptığı devrimlerin önemini tekrar tekrar kavrıyoruz...
Bugün Cumhuriyet, demokrasi, laiklik, çağdaş yaşam, özgürlükler topluca tehlikededir.
Bu kazanımları tehlikeye atanların ağzından eksik olmayan düşman, Atatürk ve Kemalizm’dir...
Kemalizm’in siyasetteki temsili çok küçüldüğü halde neden böylesi saldırı hedefidir? Ne istiyorlar Kemalizm’den?
1999’da teröre kurban verdiğimiz Prof. Ahmet Taner Kışlalı, bakın ne diyor bu konuda:
“Bir din devleti kurmak isteyenlerin önündeki en büyük engel, Kemalizm...
Türkiye’yi etnik kökenlere göre parçalamak isteyenlerin önündeki en büyük engel, Kemalizm...
İstanbul TÜYAP kitap fuarını geziyoruz gözlerimiz açık... Rengarenk binlerce kitap yıldızlar gibi yanıp sönüyor... Ülkeyi yönetenlerin kitap okumadığı... Hatta biri kitabı bomba olarak nitelediği halde... Kitap direniyor... Yazık olan o ki... Cephelere yanında kitap götüren, ömrü boyunca 4 bine yakın kitap okuduğu bilinen bir büyük liderin ülkesidir Türkiye... Cumhuriyet, kitaba ve okumaya büyük önem vermiştir... Örnek mi?
1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi sonunda bir “Misak-ı İktisadi” yani “Ekonomik Ant” yayınlandı. Bu antın 7. maddesi bakın ne diyordu:
- Türkler öğrenim ve bilim aşığıdır... Öğrenime verdiği kutsallıktan ötürü Mevlid-i Şerif Kandil gününü (Hazreti Muhammet’in doğum günü) aynı zamanda bir kitap bayramı olarak kutlar...
Kandil günü aynı zamanda kitap bayramı ilan edilmiş... Bunu hatırlayan var mı?
Bir bilmecem var!
“Güzel bir bahar sabahıydı. Genç kız balkona çıkmış, gelip geçenlere ‘Günaydın’ diyerek tebessümler dağıtıyordu.”
Köy okulunun 5. sınıfında öğretmen öğrencilerinden yaşama sevincini anlatan bu satırları kısaca yorumlamalarını istedi. En kısa yorum..... isimli bir erkek öğrenciden geldi:
Beyefendi dünya lideri... Dünyayı şaşırtan kızlı erkekli bir açıklama yapıyor. Gittiği Finlandiya’da doğal olarak bir gazeteci bu konuyu soruyor. İlk tepki:
- Arkadaş özel görevlendirilmiş...
Sonra da uzun uzun kimsenin özel hayatına karışmadıklarını anlatıyor. Güvence biziz diyor. Fakat uzun tiradın sonundaki iki cümle yine niyeti ele veriyor:
- Meşru hayat vardır, gayri meşru hayatlar vardır...
Yaptığı konuşmaların tümüne bakarsanız... Gayri meşru hayatın nerede ve nasıl yaşandığı da açık: Kızlarla erkeklerin birlikte kaldığı evlerde...
Kız veya erkek... Yurtta yer bulamamış... Ev tutamamış... İstemese de iki okul arkadaşının evine sığınmış... Eğer karşı cinsler bir aradaysa... Bu gayri meşru hayat...
Bu bakış gençlerin namus ve ahlakına dil uzatmaktır... Hakarettir...
“Bale belden aşağı sanattır” gibi vecizeleri vardı iktidara gelmeden önce... İktidara geldikten sonra hakkında “değişti dönüştü” diye güçlü bir propaganda oluşturuldu. Oysa değişen dönüşen bir şey yoktu...
“Muhafazakarlık” adını verdikleri, İslamcı totaliter zihniyetin kadına bakışı belliydi:
“Kız çocuğunun kendi iradesi yoktur. Onu kendi haline bırakırsan bir anda kötü yola düşmeye meyyaldir. O yüzden kızı sürekli vesayet ve denetim altında tutmak gerekir. Öncelikle türbana sokmalıdır. Evden dışarı çıkarmamalı, bir an önce evlendirilmelidir...”
İnsanı birey değil kul gören anlayışın da ürünüdür bu düşünceler.
Biraz da mahalle esnafı görüşü... Kızla erkeği yan yana gördüklerinde onların akıllarına tek bir “şey” gelir... O “şey”e engel olmayı da ahlak ve mahallenin namusu adına görev sayarlar.
Başbakan yurtları ayırıyor da okul müdürlerine görev düşmüyor mu?
Isparta Anadolu Lisesi Müdürü durumdan vazife çıkartmış, kız ve erkeklerin yemekhanede bir araya gelmelerinin önüne geçmiş. Adana Valisi C.O.Ş. da açıklama yaptı, “Başbakan talimat verdi gereğini yapacağız” diye öne çıktı.
Başbakan Erdoğan, “Kız - erkek öğrenci aynı evde kalamaz” sözlerini açıklığa kavuşturdu. Kız ve erkeklerin kaldığı evlerle ilgili ihbarlar geldiğini söylerken:
“Valiliklerimizle, emniyet teşkilatımızla bu tür ihbarları değerlendirip, üzerine gidiyoruz. Buralarda nelerin olduğu belli değil.” dedi.
Ana babaların çocuklarını devlete emanet ettiğini kaydetti. Bir hususu daha hatırlattı:
“Biz kızların, erkeklerin devletin yurtlarında karışık kalmasına müsaade etmiyoruz...”
Bir twitter mesajı ilişiyor gözümüze:
“Bizim iktidar sayesinde, üç günde bir en popüler konu cinsellik oluyor... Böyle muhafazakarlığı seveyim.”
Kadının başörtüsü... Kaç çocuk yapacağı... Çocuğu nasıl yapacağı... Nasıl yapmayacağı... Sezaryen ve kürtajı sorunu... Ekrana nasıl çıkacağı... Bunlar hep gündemdedir... Başbakan bu konuda çok hassastır. Şu sözler de onundur: