Şu demokrasiye bakın ki... Dünya Barış Günü’nde gençlerin el ele tutuşarak bir zincir oluşturması bile tehlike olarak görülüyor... Binlerce polis yolları kapatıyor. Gezi Parkı’na giriş yasaklanıyor. El ele tutuşmakta ısrar eden gençler gözaltına alınıyor. Çatışmalardan endişelenen halk sokağa çıkamıyor. 1 Eylül aynen 1 Mayıs gibi adeta korku gününe dönüşüyor..
1 Eylül’ü siz barış günü yapmaya çalışın, bazıları için o hâlâ savaş günüdür...
Nedir 1 Eylül... Bundan 74 yıl önce, 1 Eylül 1939 günü Naziler Polonya’yı işgale başlamıştı... İşgal için elbet mantıklı bir gerekçe lazımdı ve bu gerekçe de aynen bugün yapılanlar gibi bir komplo ile yaratılmıştı. 31 Ağustos 1939 gecesi, Polonya askeri üniformaları giydirilmiş küçük bir Alman komando gurubu Polonya sınırına çok yakın bir yerde Alman Gleiwitz radyo istasyonunu ele geçirdiler buradan Polonya dilinde kısa bir mesaj yayınlayarak Almanya’ya savaş ilan ettiler. Ertesi gün, 1 Eylül ‘dü. Nazi orduları Polonya’yı işgale başladılar. II. Dünya Savaşı resmen başlamış oldu...
İktidar için bazıları savaştan medet umar... İç veya dış fark etmez...
En cengaver biziz!
Başkan Obama, Suriye’deki karmaşayı bir mezhep savaşı diye
Atatürk, Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 günü Fransız yazarı Maurice Perno’ya verdiği demeçte şöyle diyor:
- Türkler hep garba (Batıya) doğru gitti. Avrupa Türkiye’si daha doğrusu garba teveccüh etmiş bir Türkiye istiyoruz. Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz.
Mustafa Kemal, Türkiye’nin ne bilim, ne sanat, ne sanayi, ne uygarlıkta Ortadoğu’dan alacağı bir şey olmadığını görmüştü. O yüzden genç Türkiye hayata Batı kulvarında başlamıştı. Türkiye’nin dış politika ilkeleri şöyle saptanmıştı:
- Diğer ülkelerin içişlerine karışmamak ve yabancı devletleri Türkiye’nin içişlerine hiçbir surette karıştırmamak
- Dış politikada Türkiye devletinin milli çıkarlarının emrettiği yolu izlemek ve hiçbir şekilde macera yoluna sapmamak.
- “Yurtta barış cihanda barış” formülü gereği daima barıştan yana olmak...
Zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın bir Romen diplomatına söylediği sözler halen Romanya arşivlerinde bulunuyor:
Körfez Savaşı öncesinde 2002 yılında ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld şöyle demişti:
“Bildiğimizi bildiğimiz şeyler vardır... Bilmediğimizi bildiğimiz şeyler vardır. Ancak bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler de vardır ki bu savaşta onlardan kaçınmalıyız...”
Rumsfeld, Saddam’dan gelecek tehlikeleri böyle tarif etmişti:
Suriye’ye bir saldırı karşısında Esad’ın yapacakları ve doğacak sonuçlar da bu fasıla giriyor.
ABD’nin gönlünden geçen... İsrail’in güvenliği açısından tehlike arzetmeyecek, Irak gibi kendi iç sorunlarına gömülmüş, muhtemelen üçe bölünmüş veya bölünme tehlikesi yaşayan bir Suriye’dir... Bunu istiyorlar. Ama ortaya ne çıkacağını bilmiyorlar. Bir dünya savaşı da çıkabilir.
* * *
Afganistan’dan Fas’a kadar tüm Müslüman ülkeler ya kan revan içinde, ya geleceğin belirsizliğini yaşıyor.
Merkez Bankası’nda yaklaşık üç ay önce 3 genel müdür yardımcısıyla 11 bölüm şefi açığa alındılar.
Bu 14 kişi, haklarındaki kararı koridorlardaki panodan öğrendiler.
Panoda, Merkez Bankası meclis kararıyla açığa alındıkları belirtiliyordu...
Şoka uğrayan şef ve müdürler koşa koşa üst yöneticilere çıkıp bu kararın sebebini sordular... Aldıkları cevap...
- Bir casusluk ihbarı var... O yüzden başlatılan soruşturmanın sonuna kadar açığa alındınız...
- Casusluk ihbarı mı? Ne casusluğu...
- Merkez Bankası’nın sırlarını yabancı ülke temsilcilerine vermişsiniz...
Yanı başımızda yaşanan insanlık dramına sessiz mi kalacağız...
Esad rejiminin Suriye’de halkı katletmesini seyretmekle mi yetineceğiz...
Körfez Savaşı öncesinde de bu teraneleri dinlerdik...
Saddam halkına eziyet ediyordu ve biz Irak halkına eziyet edilmesine katiyen dayanamazdık. Ülkemizde işkencenin alası yapılır, insanlar boş yere hapis yatar, fakirlik kasıp kavurur...
Ama komşu ülke halklarının diktatör yönetiminde eziyet çekmesine dayanamayız!
ABD 2003 yılında Irak’a kimyasal silah yalanı ve Irak halkını Saddam’dan kurtarmak bahanesiyle girdi. Taş taş üzerinde bırakmadı. Bir milyondan fazla insan öldürdü. Müzeleri, kütüphaneleri yağmaladı. Ülkeyi böldü. Biz bu saldırıya yardım ve yataklık ettik. Halen ayda en az 1000 kişi terörden can veriyor. Irak’ın kurtuluşu bu oldu.
Şimdi aynı sonu Suriye’ye hazırlıyorlar. Esad’ı devirecekler. Peki sonra ne olacak? Esad devrilince duruma hakim olacak Müslüman Kardeşler, El Nusra, El Kaide gibi örgütler, büyük bir Alevi ve Hıristiyan katliamına girişecek. Çare olarak ülkenin bölünmesi gündeme gelecek. Çok muhtemelen bölge İran’ı da içine alan büyük bir savaşın içine girecek. Türkiye bu savaş nedeniyle şimdiden
2003 yılında Irak’a yönelik işgal öncesi söylenen yalanlar ve manevraların adeta kopyasını izliyoruz... Ortada kimyasal silah kullanıldığına ve kimin kullandığına ilişkin uzman raporu yok... Ama ABD büyük bir pervasızlıkla “Ben kullanıldı diyorsam kullanılmıştır” diyerek saldırı için sebep icad etmeye çalışıyor. Bizim iktidar partisi de savaşa ABD’den daha fazla teşne bir görüntüde...
Birinci Körfez Savaşı’nda Turgut Özal’ı, Genelkurmay durdurdu. 2003 yılında AKP’yi tezkerenin TBMM’den geçmemesi... Bu defa iktidarın önünde engel yok. Savaşa balıklama dalacak gibi... Böylece ABD’den büyük aferinler alacağı gibi Suriye’de Müslüman bir yönetim kurulacağını tahayyül ediyor olmalı...
10 yıl önce Irak Savaşı böyle başlatıldı... Irak halkı Saddam’ın şerrinden kurtarılacak, ABD oraya özgürlük ve demokrasi götürecekti. AKP yöneticilerinin de desteklediği işgalde yüz binlerce Müslüman öldü. Güneydoğu’muzda ekonomi çöktü. Irak’taki boşlukta PKK palazlandı. Yüzlerce şehit verdik.
İşgalinden 10 yıl sonra bugün Irak, her ay ortalama 700 kişinin can verdiği bir cehennemdir. Üçe bölünmektedir. Suriye’yi aynı kan, revan, bölünme, yok olma bekliyor. Buradan bize düşecek olan da o felaketin
Dışişleri Bakanı Davutoğlu diyor ki:
“Eğer Suriye’ye karşı BM yaptırım uygulamazsa gönüllü ülkeler koalisyonu kurulur. Biz de bu koalisyonda yer alırız...”
Ancak unuttuğu küçük bir konu var. Onu da Onur Öymen anımsatıyor:
- Böyle bir koalisyona katılma kararını Dışişleri Bakanı veremez. Ancak Meclis verir...
Ayrıca o “gönüllü koalisyon”lar hem Irak hem Afganistan’da 10 yıldır var. Kan dökmekten başka işe yaramıyor.
Suriye’nin şahini hatta kartalı biziz... Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı ya da kimin tarafından kullanıldığı hâlâ belli değil ama bizim hükümet ilk günden kimyasal silahı Şam’ın kullandığını ilan ediverdi.
Oysa... Geçen mayıs ayında Adana’da yapılan bir operasyonda El Nusra üyesi olduğu ifade edilen 12 kişi yakalanmış, evlerinde 2 kilo sarin gazı ele geçirilmişti. Şu dönemde kimyasal silahı muhalefetin kullanması için daha çok sebep var...
Londra’da High Road Auctions adlı bir müzayede evinin, Osmanlı mirası 4 adet mezar taşını açık artırmaya çıkardığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimleriyle satışın durdurulduğunu gazetelerde okuduk... İyi işlenmiş mezar taşları veya taşların üzerindeki kavuklar yurtdışında 20-30 bin liraya kadar alıcı bulabiliyorluş... Mezar taşı üzerinde canlı bir pazar var anlayacağınız.
Mezarlardan taşların eksildiğini gözle de görebilirsiniz...
Kadıköy’de Nautilus Alışveriş Merkezi’nden Fenerbahçe Stadı’na giden asfaltın hemen sağında Karacaahmet Mezarlığı’nın bir parçası vardı. Burada çok zarif mezar taşları yer alırdı. O kadar ki rahmetli Çelik Gülersoy tam burada, açık havada bir mezar taşı müzesi kurmak istemişti. Ne yazık ki başaramadı.
Sözünü ettiğimiz bölgedeki tüm mezar taşları son birkaç yılda çalındı, yok edildi. Yıllar önce... Bir Alman araştırmacı bu bölgede Osmanlı padişah kadınları ve ölmüş veliahtların mezarlarının bulunduğunu Tarih ve Toplum dergisinde yazmış biz de oradan aktarmış, Üsküdar Belediyesi’nin dikkatini çekmiştik. Kimse ilgilenmedi. O mezar taşlarının yerlerinde bugün yeller esiyor. Bir mezar taşı müzesi de kimsenin aklına gelmiyor. Ecdadının mezar